Nuri KAHRAMAN
Köşe Yazarı
Nuri KAHRAMAN
 

KADİM BAŞŞEHİR, ULVİ HATIRALAR

“Kadim Selçuklu Başşehri Konya’ya Hoş geldiniz” yazısını hâvî levhayı bu ayın ilk haftasındaki gelişimizde akşamın ilerleyen saatleri olduğu için fark edememiştik. Bu defâ, geçtiğimiz cumâyı Çukurambar Semtindeki Çankaya Müftülüğü’ne bağlı Mahmut TORUN Câmii’nde kıldıktan sonra hareket ettiğimiz Konya’ya girişte bu levha gözümüze çarptı.    SİVEREK, URFA; SELÇUKLU, KONYA... Tabiî, böyle şeyler insana bir heyecan veriyor. Öncelikle şunu belirteyim ki, kızım daha önce Siverek’teydi. Urfa merkezde de görev yaptı. 4 yıl kadar buralarda kalıp şark hizmetini tamamladıktan sonra Konya’ya geldi. Şu an Selçuklu’da Akıl ve Ruh Sağlığı kliniğinde görev yapıyor.    Urfa gibi bir Peygâmber şehri ve de sahabeler diyârı bir yerden sonra, yine “Gez dünyâyı, gör Konya’yı”  söylemiyle mânevî, kültürel mîrasının zenginliğine atıfta bulunulan bir ulu şehre gelmiş bulunuyoruz. Elbette burada görülmesi gereken kayda değer bir târih mîrâsı var.     Ama, gel gelelim, bulunduğumuz Yeni Konya denen kısım merkeze oldukça uzak ve de pandemi şartlarının getirdiği bir durağanlık söz konusuydu. Lâkin, bir önce gelişimizdeki o cumâyı,  günün hareket ve bereketiyle berâber Konya Sultan Selim Câmii’nde kılmak nasîp olmuştu.    TEVÂFUKLAR, CADDELER ve ALAADDİN... Tevâfuka bakınız ki, o sıralar Ali Ulvi KURUCU Hoca’nın hâtıralar kitabını okumaktaydım. 5 ciltlik kitabın en az yarıya yakınını buralarda bitirmişimdir. Bir nevi canlı okuma gibi oldu. Nitekim, navigasyon cihazının sevkiyle yol alırken, bir de baktık ki, Ali Ulvi KURUCU Caddesi levhası önünden geçiyoruz.    Namazdan sonra şöyle biraz turladık. Kapı Câmii, Azîziye Câmii, Mevlânâ Müzesi dolaştık. Sonra arabayla Alaaddin Tepesi etrafını tavaf ettik. Tepe dedikse konik, ufacık bir yükselti. Neredeyse, Selçuklu kümbetlerinden azıcık büyük diyebileceğimiz bir cesâmette. Sonuçta burası ova. Diğer Karadeniz ve Doğu Anadolu Bölgelerindeki gibi ulu dağlar, tepeler gibi cesîm bir yükselti gelmesin aklımıza.    Bu, en azından benim için böyleydi. Daha önceleri Konya’ya iki defâ geldim ama bu tepeyi hatırlamıyorum, bizimkisi tamamen uğrama ya da içinden şöyle bir geçme şeklindeydi. Detaylı bir gezi söz konusu olmamıştı.    YIL 77; UMRE, MERAM, MEVLÂNÂ...  İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde okurken, 1977 yılı ara tâtilinde okulumuzun tertip ettiği umreye giderken yolumuz Konya’ya da uğramıştı. Mevlânâ Külliyesi’ne girmiştik. Burada fotoğrafımız da var. Hattâ, yanlış hatırlamıyorsam, Kapı Câmii olacak, orada bir de ezan okumuştuk.    Bir şey daha söyleyeyim ve de yine bir tevâfuka bakınız ki; bizi götüren otobüs te Konya MERAM Seyahat'a âitti. Sanırım bu firmanın da bizim bu seyrimizde katkısı vardı. Dahası, şu an ayrıntıları net hatırlamasam da, Ali Ulvi KURUCU Üstâdımızı da, Medîne’de görev yaptığı Şeyhülislâm Ârif Hikmet (1975-1985) kütüphanesinde ziyâret etmiştik talebe grubu olarak.    GÜFTELER, BESTELER; SÂDEDDİN KAYNAK... Üstâdımızı zâten ta İmam-Hatip yıllarında kitap ve şiirleri, ayrıca bestelenmiş güftelerinden tanıyorduk. Meselâ, hâtıralarında da söz ettiği, besteden çok sonraları gerek İstanbul’da, gerekse Medîne’de görüşüp sohbet ettikleri meşhur hâfız, bestekâr Sâdeddin KAYNAK’ın rast eseri;    Doğmazdı kâlbe îmân  İnmezdi arza Kur’ân  Meçhul olurdu esmâ  Levlâke Yâ Muhammed   ilâhisinin sözleri üstâda âit.    Yine, 1975 yılı Ordu İmam-Hatip Okulu’ndan mezuniyet törenimizde, üstadımızın RÛHUM SANA ÂŞIK SANA HAYRANDIR EENDİM şiiriyle yer almıştım. Sonraları çok çeşitli besteleri yapılan bu şiiri gerek ilâhi, gerekse kaside olarak çok okumuşuzdur, okumaktayızdır. Yâni üstâdın, gerek bizim, gerekse ülkemizin dînî, edebî, kültürel hayâtında geniş yeri vardır.    LÜLEBURGAZ, NÛRİ TAŞPINAR, HACIVEYİSZÂDE... Üstad bir defâ âile olarak muhkem ve müstakîm bir âile. Dedesi Hacı Veyis aynı şekilde hoca ve büyük âlim, aksiyon adamı. Babası İbrâhim Efendi öyle. Amcası Hacıveyiszâde Mustafa Efendi, hakkında kitaplar yazılmış, gönül insanlığı, örnek şahsiyeti, gayret ve fedâkârlıklarıyla,başlı başına bir değer ve de Konya’da adına inşâ edilmiş bir de külliye var.     Hacıveyiszâde’yi 80’li yıllarda Lüleburgaz’da görev yaparken Konyalı Hacı Nûri TAŞPINAR amcamızdan duymuştum. Onun Kapı Câmii’nde dinlediği vaazlarından pasajları canlandırarak ballandıra ballandıra kâlbi erircesine anlatırdı sık sık. Daha sonra, Mustafa ÖZDAMAR Hacıveyiszâde’nin hayâtını yazdı. Onu okumuştum.    Ali Ulvi üstâdın 5 ciltlik hâtıralarını bu vesileyle herkese tavsiye ediyorum. Orada en başta Allâh aşkı, Peygâmber aşkı var. Bu temel üzere yükselen din, îman, memleket aşkı var. Bu yolda çileler var, gayretler var, hayretler var. Kültür var, edebiyat var, sanat var. Daha da önemlisi yakın târih ve de yaşanan çok acı, ibretli gerçekler var. Duygu var, düşünce var, gözyaşı var…    MEDÎNE, KONYA, KÂHİRE, İSTANBUL... Medîne var, Kâhire var, İstanbul var, Konya var. Buralarda yaşananlar var. Osmanlı’nın son günleri, son âlimleri, çektikleri sıkıntılar var. Mehmet Âkif var her şeyden önce. Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’yle hâtıralar var. Ali Yâkup CENKÇİLER Hoca var. Onların sürgünleri, gurbetleri, dâüssılaları var. Hangi birinden bahsedelim, bu kitap bir deryâ. İnsanı rûhen doyuruyor, kâlben, hissen ve de fikren besliyor.    Netîce îtibârıyle değerli dostlar, ne Konya, ne de üstâdın hâtıralar kitabı anlatmakla bitmez. Zâten merâmımız da bu değil. Gördüklerimizi, duyduklarımızı imkân ölçüsünde sizlerle paylaşmak sûretiyle hasbihâl etmek. Ama, inşâllâh ilerde yeri geldikçe ve de fırsat buldukça, yine değinmek mümkün olacaktır kısmen de olsa bunlar ve benzerlerine. Şimdilik bu kadarla yetinirken Konya’dan sevgiler-saygılar sunuyor, cümleye sevdikleriyle berâber sonsuz mutluluklar diliyoruz wes’selâm… 
Ekleme Tarihi: 19 Ocak 2021 - Salı

KADİM BAŞŞEHİR, ULVİ HATIRALAR

“Kadim Selçuklu Başşehri Konya’ya Hoş geldiniz” yazısını hâvî levhayı bu ayın ilk haftasındaki gelişimizde akşamın ilerleyen saatleri olduğu için fark edememiştik. Bu defâ, geçtiğimiz cumâyı Çukurambar Semtindeki Çankaya Müftülüğü’ne bağlı Mahmut TORUN Câmii’nde kıldıktan sonra hareket ettiğimiz Konya’ya girişte bu levha gözümüze çarptı. 

 

SİVEREK, URFA; SELÇUKLU, KONYA...

Tabiî, böyle şeyler insana bir heyecan veriyor. Öncelikle şunu belirteyim ki, kızım daha önce Siverek’teydi. Urfa merkezde de görev yaptı. 4 yıl kadar buralarda kalıp şark hizmetini tamamladıktan sonra Konya’ya geldi. Şu an Selçuklu’da Akıl ve Ruh Sağlığı kliniğinde görev yapıyor. 

 

Urfa gibi bir Peygâmber şehri ve de sahabeler diyârı bir yerden sonra, yine “Gez dünyâyı, gör Konya’yı”  söylemiyle mânevî, kültürel mîrasının zenginliğine atıfta bulunulan bir ulu şehre gelmiş bulunuyoruz. Elbette burada görülmesi gereken kayda değer bir târih mîrâsı var.  

 

Ama, gel gelelim, bulunduğumuz Yeni Konya denen kısım merkeze oldukça uzak ve de pandemi şartlarının getirdiği bir durağanlık söz konusuydu. Lâkin, bir önce gelişimizdeki o cumâyı,  günün hareket ve bereketiyle berâber Konya Sultan Selim Câmii’nde kılmak nasîp olmuştu. 

 

TEVÂFUKLAR, CADDELER ve ALAADDİN...

Tevâfuka bakınız ki, o sıralar Ali Ulvi KURUCU Hoca’nın hâtıralar kitabını okumaktaydım. 5 ciltlik kitabın en az yarıya yakınını buralarda bitirmişimdir. Bir nevi canlı okuma gibi oldu. Nitekim, navigasyon cihazının sevkiyle yol alırken, bir de baktık ki, Ali Ulvi KURUCU Caddesi levhası önünden geçiyoruz. 

 

Namazdan sonra şöyle biraz turladık. Kapı Câmii, Azîziye Câmii, Mevlânâ Müzesi dolaştık. Sonra arabayla Alaaddin Tepesi etrafını tavaf ettik. Tepe dedikse konik, ufacık bir yükselti. Neredeyse, Selçuklu kümbetlerinden azıcık büyük diyebileceğimiz bir cesâmette. Sonuçta burası ova. Diğer Karadeniz ve Doğu Anadolu Bölgelerindeki gibi ulu dağlar, tepeler gibi cesîm bir yükselti gelmesin aklımıza. 

 

Bu, en azından benim için böyleydi. Daha önceleri Konya’ya iki defâ geldim ama bu tepeyi hatırlamıyorum, bizimkisi tamamen uğrama ya da içinden şöyle bir geçme şeklindeydi. Detaylı bir gezi söz konusu olmamıştı. 

 

YIL 77; UMRE, MERAM, MEVLÂNÂ... 

İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde okurken, 1977 yılı ara tâtilinde okulumuzun tertip ettiği umreye giderken yolumuz Konya’ya da uğramıştı. Mevlânâ Külliyesi’ne girmiştik. Burada fotoğrafımız da var. Hattâ, yanlış hatırlamıyorsam, Kapı Câmii olacak, orada bir de ezan okumuştuk. 

 

Bir şey daha söyleyeyim ve de yine bir tevâfuka bakınız ki; bizi götüren otobüs te Konya MERAM Seyahat'a âitti. Sanırım bu firmanın da bizim bu seyrimizde katkısı vardı. Dahası, şu an ayrıntıları net hatırlamasam da, Ali Ulvi KURUCU Üstâdımızı da, Medîne’de görev yaptığı Şeyhülislâm Ârif Hikmet (1975-1985) kütüphanesinde ziyâret etmiştik talebe grubu olarak. 

 

GÜFTELER, BESTELER; SÂDEDDİN KAYNAK...

Üstâdımızı zâten ta İmam-Hatip yıllarında kitap ve şiirleri, ayrıca bestelenmiş güftelerinden tanıyorduk. Meselâ, hâtıralarında da söz ettiği, besteden çok sonraları gerek İstanbul’da, gerekse Medîne’de görüşüp sohbet ettikleri meşhur hâfız, bestekâr Sâdeddin KAYNAK’ın rast eseri; 

 

Doğmazdı kâlbe îmân 

İnmezdi arza Kur’ân 

Meçhul olurdu esmâ 

Levlâke Yâ Muhammed  

ilâhisinin sözleri üstâda âit. 

 

Yine, 1975 yılı Ordu İmam-Hatip Okulu’ndan mezuniyet törenimizde, üstadımızın RÛHUM SANA ÂŞIK SANA HAYRANDIR EENDİM şiiriyle yer almıştım. Sonraları çok çeşitli besteleri yapılan bu şiiri gerek ilâhi, gerekse kaside olarak çok okumuşuzdur, okumaktayızdır. Yâni üstâdın, gerek bizim, gerekse ülkemizin dînî, edebî, kültürel hayâtında geniş yeri vardır. 

 

LÜLEBURGAZ, NÛRİ TAŞPINAR, HACIVEYİSZÂDE...

Üstad bir defâ âile olarak muhkem ve müstakîm bir âile. Dedesi Hacı Veyis aynı şekilde hoca ve büyük âlim, aksiyon adamı. Babası İbrâhim Efendi öyle. Amcası Hacıveyiszâde Mustafa Efendi, hakkında kitaplar yazılmış, gönül insanlığı, örnek şahsiyeti, gayret ve fedâkârlıklarıyla,başlı başına bir değer ve de Konya’da adına inşâ edilmiş bir de külliye var.  

 

Hacıveyiszâde’yi 80’li yıllarda Lüleburgaz’da görev yaparken Konyalı Hacı Nûri TAŞPINAR amcamızdan duymuştum. Onun Kapı Câmii’nde dinlediği vaazlarından pasajları canlandırarak ballandıra ballandıra kâlbi erircesine anlatırdı sık sık. Daha sonra, Mustafa ÖZDAMAR Hacıveyiszâde’nin hayâtını yazdı. Onu okumuştum. 

 

Ali Ulvi üstâdın 5 ciltlik hâtıralarını bu vesileyle herkese tavsiye ediyorum. Orada en başta Allâh aşkı, Peygâmber aşkı var. Bu temel üzere yükselen din, îman, memleket aşkı var. Bu yolda çileler var, gayretler var, hayretler var. Kültür var, edebiyat var, sanat var. Daha da önemlisi yakın târih ve de yaşanan çok acı, ibretli gerçekler var. Duygu var, düşünce var, gözyaşı var… 

 

MEDÎNE, KONYA, KÂHİRE, İSTANBUL...

Medîne var, Kâhire var, İstanbul var, Konya var. Buralarda yaşananlar var. Osmanlı’nın son günleri, son âlimleri, çektikleri sıkıntılar var. Mehmet Âkif var her şeyden önce. Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’yle hâtıralar var. Ali Yâkup CENKÇİLER Hoca var. Onların sürgünleri, gurbetleri, dâüssılaları var. Hangi birinden bahsedelim, bu kitap bir deryâ. İnsanı rûhen doyuruyor, kâlben, hissen ve de fikren besliyor. 

 

Netîce îtibârıyle değerli dostlar, ne Konya, ne de üstâdın hâtıralar kitabı anlatmakla bitmez. Zâten merâmımız da bu değil. Gördüklerimizi, duyduklarımızı imkân ölçüsünde sizlerle paylaşmak sûretiyle hasbihâl etmek. Ama, inşâllâh ilerde yeri geldikçe ve de fırsat buldukça, yine değinmek mümkün olacaktır kısmen de olsa bunlar ve benzerlerine. Şimdilik bu kadarla yetinirken Konya’dan sevgiler-saygılar sunuyor, cümleye sevdikleriyle berâber sonsuz mutluluklar diliyoruz wes’selâm… 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.