Abdullah Yılmaz
Köşe Yazarı
Abdullah Yılmaz
 

BENİM GÖZÜMDEN 28 ŞUBAT!

Askerliğimi 2008 yılında İzmir’de yaptım. Bulunduğumuz yer, içinde acemi birliği de bulunan büyük bir tümendi. Kanımızda var askerlikle ilgili bir gündem olduğunda her şeye rağmen; Peygamber Ocağı olması ve Şehitlik mertebesi, vatan sevgisi gibi değerler gelir aklımıza…   Peki inancımıza göre Peygamber Ocağı sayılan askeriyenin içindeki uygulamalar Peygamber çizgisine uygun muydu? Yoksa O Peygamber’in (SAV) getirdiği dinin ve dindarların tehlikeli olduğunu kabul eden bir yapı mı vardı?   Bu sorulara her birimizin verebileceği farklı cevaplar muhakkak vardır. Durumun vehametini kabul etmeyen ‘Z Kuşağı’ mensubu kardeşlerimiz de olabilir ama; milletimizin vergileriyle yapılanmış asker ocağında halâ bir kısım kalıntıları da bulunan, laiklik sopasıyla din ve dindar düşmanlığını asli vazifesi haline getirmiş bir yapı mevcuttu bir zamanlar!   Askerliğimi yaptığım o dönemde namaz için bir grup arkadaş mescitte idik. Tümenin her şeyinden sorumlu ve rütbesi Albay olan Paşadan sonraki en yetkili komutan mescide adeta bir baskın gerçekleştirdi. İçeri botlarıyla giren komutan, mescitteki askerlere tuhaf tuhaf sorular sormayı da ihmal etmemişti. Amacı eğitimde veya görevde olması gerekip de orada bulunan varsa işlem yapmaktı ama öyle birisi çıkmadı. Sonra diyecek bir şey bulamayınca; ‘akşama kadar yerlerde sürünüyorsunuz, bu kamuflajlarla namaz olmaz’ gibi şeyler dediğini hatırlıyorum. Biraz önce kirli kamuflajla namaz olmaz diyen adam hemen 1-2 dakika sonra mescide gelen ve hastalığından dolayı istirahatte olup eşofmanlı olan bir kardeşimizi de gördüğünde üzerinde kamuflaj olmadığı için son derece kızmıştı. Yine bir sabah mescid uzak olduğu için birkaç arkadaş koğuşun bir kenarında namazımızı kılıyorduk ki başka bir komutan geldi. O komutanın da soruşturma için adımı soyadımı aldığını hatırlıyorum. Bereket ki herhangi bir soruşturma falan olmadı. Elhamdülillah asker ocağının yavaş yavaş aslına rücu ettiğini görünce sevgimiz muhabbetimiz daha da artıyor.   İşte bin yıl sürecek dedikleri 28 Şubat sürecinin 10 yıl sonraki bir yansıması. Aradan 20 yıl geçmiş ve bugün bile o düşmanlığı diri tutup; ‘bir gün yetki bizim elimize geçtiğinde göreceksiniz gününüzü’ dercesine parmak sallayan laikliği din kabul etmişleri de görüyoruz. Aslında bunun; Hak ile batılın mücadelesi olduğunun da farkındayız ve batılın karşısında dimdik olmaya devam edeceğiz. Ayrıca Allah’ın izniyle buna fırsat bulamayacaklarını düşündükçe de gönlüm ferahlıyor.   Bin yıl süreceği söylenen 28 Şubat Postmodern darbesinin etkilerinin 2002 yılından itibaren Ak Parti iktidarıyla beraber peyderpey ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Ancak, yine bazı güzel işlerin uzunca bir dönem sekteye uğraması sonucu oluşan tahribatın yaralarını sarmak belki de uzun yıllar alacak! Sırf inancından dolayı önü kesilen hayatı kararan kişilerin de sayısı epeyce fazla. Bir gece vakti irtica-i faaliyet gerekçesiyle evinden alınıp, sonra kendisinden haber alınamayan kişilerin varlığını da biliyoruz. Uzun yıllar suçsuz yere hapis yatanlar da var.   İnançlı Anadolu insanıyla devleti kendi tekelinde gören bir takım köşelere çöreklenmişlerin savaşıydı aslında bu yaşananlar!   28 Şubat süreci yaşanırken bendeniz İslâmi İlimler öğrenmek için İstanbul’da bir Kur’an Kursu’nda eğitim almaktaydım. Yaşananları dolaylı yollardan öğreniyorduk. Ancak üzerimizde olan baskıyı da sonuna kadar hissetmiştik. Gerçi Allah her birinden razı olsun; hocalarımız, tek parti dönemlerini yaşamış ve Kur’an okumanın, öğrenmenin, öğretmenin yasak olduğu ve Türkçe Ezan fecaatinin yaşandığı o karanlık dönemleri de bizlere anlatmışlardı. Dolayısıyla olabileceklere biraz hazırlıklıydık. Yine de bazı yaşananlara anlam veremiyorduk.   Yüzde 24 oy almış Refah Partisi ile Doğruyol Partisi’nin koalisyon hükümeti bin türlü alavere dalavereyle istifaya zorlanıyordu ve Refah Partisi kapatılma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Anadolu insanı birbirine kenetlenerek partisine ve MGK’da sicim sicim terletilen ‘‘Savunan Adam’a’’ sahip çıkıyordu. O dönemlerde hatırlıyorum benim de dahil olduğum kapsamlı üye kayıt kampanyaları düzenleniyordu. Hükümetin düşürülmesine ve partinin maruz kaldığı sürece Hem Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, hem de onun izinden giden milyonlar herhangi bir gayr-ı yasal bir hareket ortaya koymadan gayet vakur şekilde tepki veriyordu.   Özellikle İmam Hatip okulları ve Kur’an Kursları mercek altındaydı. Her faaliyet takip ediliyor, rutin diyebileceğimiz dini faaliyetler bile irtica kapsamında değerlendiriliyordu. Kur’an Kurslarına baskınlar yapılıyor, bazılarına kilit vuruluyordu. İslam’ın adı irtica Müslümanlar ise mürteci idi ve bunlar eli silahlı terör örgütü ve onun mensuplarından daha tehlikeli idi! İlerleyen zamanlarda fiili baskının yanı sıra 8 yıllık kesintisiz İlköğretim ile tehlikeli gördükleri İmam Hatip Okullarının ve hafızlık müessesesinin önü tamamen kesilecekti.   Kamuda çalışan Asker, Polis, Öğretmen ve diğer kamu görevlilerinin yanı sıra Anadolu sermayesi diyebileceğimiz ticarethaneler de bu süreçten nasibini alıyordu. Tabi bahsettiğim kesim; mürteci diye ötelenip haklarında akla gelmeyen baskılar yaşanırken, elebaşısının cuntacılarla bir olup ‘Beceremediniz Artık Bırakın’ diyerek seçilmiş hükümete parmak sallayan fetönün önü de sonuna kadar açılıyordu. Bu sürecin mimarları, inançlı insanları bir şekilde 20 sene sonra fiili darbeye kalkışacak olan, işbirliği yaptıkları bu hain örgütün kucağına iterken, denize düşen bazıları da maalesef yılana sarılıyordu!   Halkın oylarıyla İstanbul’a Belediye Başkanı seçilmiş ve okuduğu şiir nedeniyle hapis cezasına çarptırılmış Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın görevden alınıp cezaevine gönderilmesi belki de vicdanlarda biriken tepkiye tuz biber olmuştu. Recep Tayyip Erdoğan ‘Muhtar bile olamayacaktı’ artık! Tüm Türkiye bu hadiseyi ilk fırsatta sandıkta hesabını sormak için bir kenara not etmişti. Ve 2002 yılında gereken cevabı Recep Tayyip Erdoğan’ın partisini tek başına iktidara taşıyarak verecekti.   Bendeniz o süreçlerde Fatih Çarşamba’da Arapça eğitimi veren bir medreseye kayıt olmuştum. Medresemiz müstakil bir binada hizmet veriyordu. Dikkat çekmemek için binadan   uzun süre çıkmadığımızı, mecbur kaldığımızda ise 10’ar dakika arayla girip çıktığımızı hatırlıyorum. Bu süreçte Cuma Namazlarını bile içeride kılıyorduk maalesef! 3 ay kadar büyük baskılar altında orada eğitimime devam ettim. Arada bir baskın olacağı haberleri alınıyor bize izin veriliyordu. En son hocalarımız bizi süresiz izine gönderdiler ve yanlış hatırlamıyorsam Medrese 3 aydan fazla bir süre geçtikten sonra tekrar eğitime devam edebildi. Sonrasında oranın tamamen kapatıldığını ve devam edecek küçük bir grupla daha kötü koşullarda eğitimin sürdüğünü öğrenmiştim arkadaşlarımdan. O Medresedeki bir arkadaşım, gözaltına alınıp Çarşamba Karakoluna götürüldüğünü ve üzerindeki elbiselere suç aleti denilerek el konulduğunu aktarmıştı. Bu konuda daha fazla detay vermeye gerek yok bu aşamada!   Bu sıralarda 4. kuvvet diye adlandırılan postmodern darbenin en önemli aktörü medya da boş durmuyordu. Her türlü baskının yaşandığı o süreçte medya sektörü kamuoyu oluşturma konusunda kendi üzerine düşeni yapıyordu. O kadar ki, Cuma Namazına giden çocukların görüntülerini büyük şok başlıklarıyla verebiliyordu. Fatma Gırik ve Uğur Dündar gibi isimlerin yayınlarını hatırlıyorum. Tabi ki sadece onlar değil, neredeyse bütün medya bu konuda benzer yayınlar yapıyordu. O zamanlar, Kanal7 Televizyonunun takdire şayan duruşunu burada hatırlatmadan geçmeyeyim.   Süreç içerisinde eline yetki geçmiş kuklaların uyguladığı birçok haksız uygulamanın yanı sıra İmam Hatip Okulu öğrencileri de katsayı zulmüne maruz kalıyorlardı. Memleketin dört yanında büyük fedakârlıklarla kurulup yaşatılan bu okullardan yetişen öğrenciler, en önemli okulları kazanıyor ve farkını her yerde gösteriyordu. Buna sadece şu örneği verip geçeyim; O yıllarda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuyan bir arkadaşım, fakültelerine yılda 400 öğrencinin kayıt yaptırdığını ve kendi okuduğu sene bunun yarısının İmam Hatip Lisesi mezunu olduğunu söylemişti. Korkmalarının nedenini anlayabiliyor musunuz?   Yine Üniversiteye başörtüsüyle devam etmek isteyen hanım öğrencilerin okuma hakkını elinden alan başörtüsü yasağıyla tanıştık o yıllarda. İstanbul Üniversitesi gibi büyük üniversitelerde başlayan bu yasaklar, dalga dalga tüm üniversitelere hatta İmam Hatip Liselerine yayılıyordu. Ve yıllar sürecek sembol mücadele bu açıdan da başlamış oldu. Ülke genelinde okulların önlerinde direnişler devam ederken, özellikle Cuma Namazlarından sonra başta Beyazıt Meydanı’nda olmak üzere tüm Türkiye’de protesto gösterileri düzenleniyordu. Aksatmadan katıldığım bu protestolara dair aklımda kalan şey, devletin ceberut yüzüydü maalesef. O protestolarda cop yemek de nasip oldu Elhamdülillah! (Bir gün protestolar başlamadan önce polislerle muhabbet ortamı olmuştu. Orada bulunan polisler, ‘Biz de sizin gibi düşünüyoruz ama burada bulunmak bizim görevimiz’ gibi şeyler söylemişlerdi bize. Bunu da not etmeden geçmek istemedim.)   Ancak umutsuzluk ve biraz da umursamazlık haliyle başörtüsü direnişleri zaman zaman sadece kız öğrencilerden oluşan küçük gruplara kalıyordu. Bazı öğrenciler başını açarak eğitimine devam etmeyi tercih ederken, bazıları o yıllarda ciddi bir sektör haline de gelen perukçulardan satın aldıkları peruklarla okullara giriyorlardı. Ama bunu kabul etmeyip okulu bırakmak zorunda kalan, ya da okuldan atılan nice insanlar oldu. Her birisine selam olsun. O   süreçte, eylemlerin önüne geçebilmek için bir İmam Hatip Lisesinin öğrencilerini (Güngören İmam Hatip olduğunu hatırlıyorum) servis araçlarına doldurup Belgrat ormanı gibi uzak noktalara bıraktıklarını duymuştum. Telefon gibi imkanların da olmadığı bir dönemde lise çağındaki kız öğrencilere yönelik bu uygulamanın vehametini de sizlerin takdirine bırakıyorum. Türkiye’nin her yanına kesintisiz insan zinciri oluşturmayı hedefleyen elele tutuşma eylemi gibi her kesimden insanın destsek verdiği nice eylemler düzenleniyordu. Vicdan sahibi hiçbir kimse bu yaşananları kabul etmiyordu…   2000 yılında İlim Yayma Cemiyeti’nin bir Yurdunda 8 ay ekserisi İmam Hatip Lisesi Mezunu olan kardeşlerimle beraber Üniversite hazırlık kursu almıştım. Bu süreçte kat sayı zulmüne maruz kalmış sayısal sözel ve eşit ağırlıkta ful yaptığı halde yine de maalesef en az puanla girilecek üniversitelere ve bölümlere bile giremeyen o güzel kardeşlerimin nasıl kahrolduklarını orada müşahede etme imkanım oldu. O kardeşlerimin ahı bile size ruzi mahşerde rahat vermeyecek!   İkna odalarıyla gündeme gelmiş İstanbul Üniversitesi’nin İletişim Fakültesi’ne 2002 yılında kayıt yaptırmıştım. Okulun ilk yılı inkılap tarihi dersine giren bir yaşlı bayan hoca vardı. Amfide ders sırasında sol görüşlü olduğunu hatırladığım bir kız öğrenci başına o dönemlerde moda olan bir bandana takmıştı. Gözü tam görmeyen, kulağı da pek duymayan bu laik teyzemiz kız öğrenciye çemkirerek, ‘amfiye başörtünü çıkartıp gir’ diyerek uyarıda bulundu. Neredeyse tüm öğrenciler onun bir başörtüsü değil bandana olduğunu anlatmaya çalıştı ama kadın, ‘beni kandıramazsınız’ diyerek yine de kabul etmedi. Kız öğrenci de çıkartmak yerine tepki gösterip amfiyi terk etmişti.   Bu süreç belki bin yıl sürmedi ama bazı konularda verdiği tahribat ne kadar sürecek bilmiyoruz. Türkiye’de eline fırsat geçtiğinde o dönemdekilerin fazlasını yapmak için bekleyen topluluğun olduğunu da biliyoruz. Tabi ki o yıllarda yaşadıklarımız burada bahsettiğim 1-2 olaydan da ibaret değil. Yazı için de çok notlar almıştım ama bu kadarıyla yetineyim. Yaşı yeten herkesin bu süreçle ilgili hatıraları vardır muhakkak. Ne kadar acı bir dönem olduğunu edebi eserlerle, belgesellerle, sinema filmleriyle bir şekilde yeni nesillere aktarmalıyız. Zira bu süreçle alakalı yeni nesil ya çok az şey biliyor, ya da hiçbir şey bilmiyor. Aktarmalıyız ki bugünkü huzur ortamı ne bedeller neticesinde ortaya çıktı öğrenilsin, unutulmasın. Vesselam…
Ekleme Tarihi: 02 Mart 2021 - Salı

BENİM GÖZÜMDEN 28 ŞUBAT!

Askerliğimi 2008 yılında İzmir’de yaptım. Bulunduğumuz yer, içinde acemi birliği de bulunan büyük bir tümendi. Kanımızda var askerlikle ilgili bir gündem olduğunda her şeye rağmen; Peygamber Ocağı olması ve Şehitlik mertebesi, vatan sevgisi gibi değerler gelir aklımıza…

 

Peki inancımıza göre Peygamber Ocağı sayılan askeriyenin içindeki uygulamalar Peygamber çizgisine uygun muydu? Yoksa O Peygamber’in (SAV) getirdiği dinin ve dindarların tehlikeli olduğunu kabul eden bir yapı mı vardı?

 

Bu sorulara her birimizin verebileceği farklı cevaplar muhakkak vardır. Durumun vehametini kabul etmeyen ‘Z Kuşağı’ mensubu kardeşlerimiz de olabilir ama; milletimizin vergileriyle yapılanmış asker ocağında halâ bir kısım kalıntıları da bulunan, laiklik sopasıyla din ve dindar düşmanlığını asli vazifesi haline getirmiş bir yapı mevcuttu bir zamanlar!

 

Askerliğimi yaptığım o dönemde namaz için bir grup arkadaş mescitte idik. Tümenin her şeyinden sorumlu ve rütbesi Albay olan Paşadan sonraki en yetkili komutan mescide adeta bir baskın gerçekleştirdi. İçeri botlarıyla giren komutan, mescitteki askerlere tuhaf tuhaf sorular sormayı da ihmal etmemişti. Amacı eğitimde veya görevde olması gerekip de orada bulunan varsa işlem yapmaktı ama öyle birisi çıkmadı. Sonra diyecek bir şey bulamayınca; ‘akşama kadar yerlerde sürünüyorsunuz, bu kamuflajlarla namaz olmaz’ gibi şeyler dediğini hatırlıyorum. Biraz önce kirli kamuflajla namaz olmaz diyen adam hemen 1-2 dakika sonra mescide gelen ve hastalığından dolayı istirahatte olup eşofmanlı olan bir kardeşimizi de gördüğünde üzerinde kamuflaj olmadığı için son derece kızmıştı. Yine bir sabah mescid uzak olduğu için birkaç arkadaş koğuşun bir kenarında namazımızı kılıyorduk ki başka bir komutan geldi. O komutanın da soruşturma için adımı soyadımı aldığını hatırlıyorum. Bereket ki herhangi bir soruşturma falan olmadı. Elhamdülillah asker ocağının yavaş yavaş aslına rücu ettiğini görünce sevgimiz muhabbetimiz daha da artıyor.

 

İşte bin yıl sürecek dedikleri 28 Şubat sürecinin 10 yıl sonraki bir yansıması. Aradan 20 yıl geçmiş ve bugün bile o düşmanlığı diri tutup; ‘bir gün yetki bizim elimize geçtiğinde göreceksiniz gününüzü’ dercesine parmak sallayan laikliği din kabul etmişleri de görüyoruz. Aslında bunun; Hak ile batılın mücadelesi olduğunun da farkındayız ve batılın karşısında dimdik olmaya devam edeceğiz. Ayrıca Allah’ın izniyle buna fırsat bulamayacaklarını düşündükçe de gönlüm ferahlıyor.

 

Bin yıl süreceği söylenen 28 Şubat Postmodern darbesinin etkilerinin 2002 yılından itibaren Ak Parti iktidarıyla beraber peyderpey ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Ancak, yine bazı güzel işlerin uzunca bir dönem sekteye uğraması sonucu oluşan tahribatın yaralarını sarmak belki de uzun yıllar alacak! Sırf inancından dolayı önü kesilen hayatı kararan kişilerin de sayısı epeyce fazla. Bir gece vakti irtica-i faaliyet gerekçesiyle evinden alınıp, sonra kendisinden haber alınamayan kişilerin varlığını da biliyoruz. Uzun yıllar suçsuz yere hapis yatanlar da var.

 

İnançlı Anadolu insanıyla devleti kendi tekelinde gören bir takım köşelere çöreklenmişlerin savaşıydı aslında bu yaşananlar!

 

28 Şubat süreci yaşanırken bendeniz İslâmi İlimler öğrenmek için İstanbul’da bir Kur’an Kursu’nda eğitim almaktaydım. Yaşananları dolaylı yollardan öğreniyorduk. Ancak üzerimizde olan baskıyı da sonuna kadar hissetmiştik. Gerçi Allah her birinden razı olsun; hocalarımız, tek parti dönemlerini yaşamış ve Kur’an okumanın, öğrenmenin, öğretmenin yasak olduğu ve Türkçe Ezan fecaatinin yaşandığı o karanlık dönemleri de bizlere anlatmışlardı. Dolayısıyla olabileceklere biraz hazırlıklıydık. Yine de bazı yaşananlara anlam veremiyorduk.

 

Yüzde 24 oy almış Refah Partisi ile Doğruyol Partisi’nin koalisyon hükümeti bin türlü alavere dalavereyle istifaya zorlanıyordu ve Refah Partisi kapatılma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Anadolu insanı birbirine kenetlenerek partisine ve MGK’da sicim sicim terletilen ‘‘Savunan Adam’a’’ sahip çıkıyordu. O dönemlerde hatırlıyorum benim de dahil olduğum kapsamlı üye kayıt kampanyaları düzenleniyordu. Hükümetin düşürülmesine ve partinin maruz kaldığı sürece Hem Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, hem de onun izinden giden milyonlar herhangi bir gayr-ı yasal bir hareket ortaya koymadan gayet vakur şekilde tepki veriyordu.

 

Özellikle İmam Hatip okulları ve Kur’an Kursları mercek altındaydı. Her faaliyet takip ediliyor, rutin diyebileceğimiz dini faaliyetler bile irtica kapsamında değerlendiriliyordu. Kur’an Kurslarına baskınlar yapılıyor, bazılarına kilit vuruluyordu. İslam’ın adı irtica Müslümanlar ise mürteci idi ve bunlar eli silahlı terör örgütü ve onun mensuplarından daha tehlikeli idi! İlerleyen zamanlarda fiili baskının yanı sıra 8 yıllık kesintisiz İlköğretim ile tehlikeli gördükleri İmam Hatip Okullarının ve hafızlık müessesesinin önü tamamen kesilecekti.

 

Kamuda çalışan Asker, Polis, Öğretmen ve diğer kamu görevlilerinin yanı sıra Anadolu sermayesi diyebileceğimiz ticarethaneler de bu süreçten nasibini alıyordu. Tabi bahsettiğim kesim; mürteci diye ötelenip haklarında akla gelmeyen baskılar yaşanırken, elebaşısının cuntacılarla bir olup ‘Beceremediniz Artık Bırakın’ diyerek seçilmiş hükümete parmak sallayan fetönün önü de sonuna kadar açılıyordu. Bu sürecin mimarları, inançlı insanları bir şekilde 20 sene sonra fiili darbeye kalkışacak olan, işbirliği yaptıkları bu hain örgütün kucağına iterken, denize düşen bazıları da maalesef yılana sarılıyordu!

 

Halkın oylarıyla İstanbul’a Belediye Başkanı seçilmiş ve okuduğu şiir nedeniyle hapis cezasına çarptırılmış Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın görevden alınıp cezaevine gönderilmesi belki de vicdanlarda biriken tepkiye tuz biber olmuştu. Recep Tayyip Erdoğan ‘Muhtar bile olamayacaktı’ artık! Tüm Türkiye bu hadiseyi ilk fırsatta sandıkta hesabını sormak için bir kenara not etmişti. Ve 2002 yılında gereken cevabı Recep Tayyip Erdoğan’ın partisini tek başına iktidara taşıyarak verecekti.

 

Bendeniz o süreçlerde Fatih Çarşamba’da Arapça eğitimi veren bir medreseye kayıt olmuştum. Medresemiz müstakil bir binada hizmet veriyordu. Dikkat çekmemek için binadan

 

uzun süre çıkmadığımızı, mecbur kaldığımızda ise 10’ar dakika arayla girip çıktığımızı hatırlıyorum. Bu süreçte Cuma Namazlarını bile içeride kılıyorduk maalesef! 3 ay kadar büyük baskılar altında orada eğitimime devam ettim. Arada bir baskın olacağı haberleri alınıyor bize izin veriliyordu. En son hocalarımız bizi süresiz izine gönderdiler ve yanlış hatırlamıyorsam Medrese 3 aydan fazla bir süre geçtikten sonra tekrar eğitime devam edebildi. Sonrasında oranın tamamen kapatıldığını ve devam edecek küçük bir grupla daha kötü koşullarda eğitimin sürdüğünü öğrenmiştim arkadaşlarımdan. O Medresedeki bir arkadaşım, gözaltına alınıp Çarşamba Karakoluna götürüldüğünü ve üzerindeki elbiselere suç aleti denilerek el konulduğunu aktarmıştı. Bu konuda daha fazla detay vermeye gerek yok bu aşamada!

 

Bu sıralarda 4. kuvvet diye adlandırılan postmodern darbenin en önemli aktörü medya da boş durmuyordu. Her türlü baskının yaşandığı o süreçte medya sektörü kamuoyu oluşturma konusunda kendi üzerine düşeni yapıyordu. O kadar ki, Cuma Namazına giden çocukların görüntülerini büyük şok başlıklarıyla verebiliyordu. Fatma Gırik ve Uğur Dündar gibi isimlerin yayınlarını hatırlıyorum. Tabi ki sadece onlar değil, neredeyse bütün medya bu konuda benzer yayınlar yapıyordu. O zamanlar, Kanal7 Televizyonunun takdire şayan duruşunu burada hatırlatmadan geçmeyeyim.

 

Süreç içerisinde eline yetki geçmiş kuklaların uyguladığı birçok haksız uygulamanın yanı sıra İmam Hatip Okulu öğrencileri de katsayı zulmüne maruz kalıyorlardı. Memleketin dört yanında büyük fedakârlıklarla kurulup yaşatılan bu okullardan yetişen öğrenciler, en önemli okulları kazanıyor ve farkını her yerde gösteriyordu. Buna sadece şu örneği verip geçeyim; O yıllarda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuyan bir arkadaşım, fakültelerine yılda 400 öğrencinin kayıt yaptırdığını ve kendi okuduğu sene bunun yarısının İmam Hatip Lisesi mezunu olduğunu söylemişti. Korkmalarının nedenini anlayabiliyor musunuz?

 

Yine Üniversiteye başörtüsüyle devam etmek isteyen hanım öğrencilerin okuma hakkını elinden alan başörtüsü yasağıyla tanıştık o yıllarda. İstanbul Üniversitesi gibi büyük üniversitelerde başlayan bu yasaklar, dalga dalga tüm üniversitelere hatta İmam Hatip Liselerine yayılıyordu. Ve yıllar sürecek sembol mücadele bu açıdan da başlamış oldu. Ülke genelinde okulların önlerinde direnişler devam ederken, özellikle Cuma Namazlarından sonra başta Beyazıt Meydanı’nda olmak üzere tüm Türkiye’de protesto gösterileri düzenleniyordu. Aksatmadan katıldığım bu protestolara dair aklımda kalan şey, devletin ceberut yüzüydü maalesef. O protestolarda cop yemek de nasip oldu Elhamdülillah! (Bir gün protestolar başlamadan önce polislerle muhabbet ortamı olmuştu. Orada bulunan polisler, ‘Biz de sizin gibi düşünüyoruz ama burada bulunmak bizim görevimiz’ gibi şeyler söylemişlerdi bize. Bunu da not etmeden geçmek istemedim.)

 

Ancak umutsuzluk ve biraz da umursamazlık haliyle başörtüsü direnişleri zaman zaman sadece kız öğrencilerden oluşan küçük gruplara kalıyordu. Bazı öğrenciler başını açarak eğitimine devam etmeyi tercih ederken, bazıları o yıllarda ciddi bir sektör haline de gelen perukçulardan satın aldıkları peruklarla okullara giriyorlardı. Ama bunu kabul etmeyip okulu bırakmak zorunda kalan, ya da okuldan atılan nice insanlar oldu. Her birisine selam olsun. O

 

süreçte, eylemlerin önüne geçebilmek için bir İmam Hatip Lisesinin öğrencilerini (Güngören İmam Hatip olduğunu hatırlıyorum) servis araçlarına doldurup Belgrat ormanı gibi uzak noktalara bıraktıklarını duymuştum. Telefon gibi imkanların da olmadığı bir dönemde lise çağındaki kız öğrencilere yönelik bu uygulamanın vehametini de sizlerin takdirine bırakıyorum. Türkiye’nin her yanına kesintisiz insan zinciri oluşturmayı hedefleyen elele tutuşma eylemi gibi her kesimden insanın destsek verdiği nice eylemler düzenleniyordu. Vicdan sahibi hiçbir kimse bu yaşananları kabul etmiyordu…

 

2000 yılında İlim Yayma Cemiyeti’nin bir Yurdunda 8 ay ekserisi İmam Hatip Lisesi Mezunu olan kardeşlerimle beraber Üniversite hazırlık kursu almıştım. Bu süreçte kat sayı zulmüne maruz kalmış sayısal sözel ve eşit ağırlıkta ful yaptığı halde yine de maalesef en az puanla girilecek üniversitelere ve bölümlere bile giremeyen o güzel kardeşlerimin nasıl kahrolduklarını orada müşahede etme imkanım oldu. O kardeşlerimin ahı bile size ruzi mahşerde rahat vermeyecek!

 

İkna odalarıyla gündeme gelmiş İstanbul Üniversitesi’nin İletişim Fakültesi’ne 2002 yılında kayıt yaptırmıştım. Okulun ilk yılı inkılap tarihi dersine giren bir yaşlı bayan hoca vardı. Amfide ders sırasında sol görüşlü olduğunu hatırladığım bir kız öğrenci başına o dönemlerde moda olan bir bandana takmıştı. Gözü tam görmeyen, kulağı da pek duymayan bu laik teyzemiz kız öğrenciye çemkirerek, ‘amfiye başörtünü çıkartıp gir’ diyerek uyarıda bulundu. Neredeyse tüm öğrenciler onun bir başörtüsü değil bandana olduğunu anlatmaya çalıştı ama kadın, ‘beni kandıramazsınız’ diyerek yine de kabul etmedi. Kız öğrenci de çıkartmak yerine tepki gösterip amfiyi terk etmişti.

 

Bu süreç belki bin yıl sürmedi ama bazı konularda verdiği tahribat ne kadar sürecek bilmiyoruz. Türkiye’de eline fırsat geçtiğinde o dönemdekilerin fazlasını yapmak için bekleyen topluluğun olduğunu da biliyoruz. Tabi ki o yıllarda yaşadıklarımız burada bahsettiğim 1-2 olaydan da ibaret değil. Yazı için de çok notlar almıştım ama bu kadarıyla yetineyim. Yaşı yeten herkesin bu süreçle ilgili hatıraları vardır muhakkak. Ne kadar acı bir dönem olduğunu edebi eserlerle, belgesellerle, sinema filmleriyle bir şekilde yeni nesillere aktarmalıyız. Zira bu süreçle alakalı yeni nesil ya çok az şey biliyor, ya da hiçbir şey bilmiyor. Aktarmalıyız ki bugünkü huzur ortamı ne bedeller neticesinde ortaya çıktı öğrenilsin, unutulmasın. Vesselam…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.