Deniz, şehir ve alabildiğine masmavi bir gökyüzü. Bir sonbahar mahmurluğuna tutsak bir gün... Kış günlerinin ayak seslerini fısıldıyor zaman. Az ilerde iki üç balıkçı teknesi sıralanmış, Ahmet amca kasaları indirmiş, levrek ve mezgit var. “Bugün deniz dalgalıydı az balık çıktı” diyor. “Siftah senden bereketi Allahtan” Biraz mezgit alıyorum. Kısa süre içinde bitiriyor iki kasa balığı sahilde yürüyüş yapan insanlar. Ahmet amca için bereketli bir gün. Gökyüzünde göçmen kuşlar sıralanmış ahenk içinde kanat çırparak ayrılıyor şehirden. Bir çocuk edasıyla el sallamak geliyor içimden. Gidin gidin güzel kuşlar, uzak güney illerine selam söyleyin.
Yeryüzü ve üzerindekiler. Her şey buruk ve içli bir hüznün kucağında... Hafif bir esinti tebelleş olmuş yaprağını döken ağaçlara. Manzara içler acısı. Daha bir ay önce cıvıl cıvıl olan sahiller bomboş, dalgaların kumların üzerine bıraktığı çöple deniz bizden aldığını geri verir sözünü hatırlatıyor inatla bize Kış günlerinin ayak seslerini fısıldıyor zaman. Üşütmeyen bir hava hakim, insanı tedirgin etmeyen. Mevsim sonbahar olsa da bir mevsimin hakimiyeti diğerlerini asla unutturmaz bu şehirde. Dört mevsimi en güzel şekilde sinesinde barındıran dost yürekli efsane yüzlü bir şehirsin Ordu. Kim ne derse desin denizi mavi, toprağı bereketli, havası suyu temiz, insanları sıcaktır Ordu’nun. Mavi yeşil karışımıdır, bakıp gözlerini alamadığın bir manzaradır Ordu.
Güzel olmasına güzel ama bu efsunlu eşsiz güzelliğin ortasında yaşayan insanlar duyarsızca, dünyanın her yerinde olduğu gibi bu şehirde de huzuru bozan insan. Keşke insan kendini bulsaydı, bilseydi kendini yeryüzü kadar doğasında yaşamayı başarabilseydi bütün ihtişamıyla sevgiler diyarı olurdu dünya. Hislerinin sessiz ikazlarına kulak verebilse insan güzellikler yaşardı yeryüzünde...