Başlıktan da anlaşılacağı gibi, bu gün uzaklara gitmiyoruz. Derdimiz çok yakında. Adı yeni olan, eski bir mahallemizde; ikisi de örfî, irfânî ve sosyâl yapımız, toplumsal huzûrumuzla, geleneksel hassâsiyetlerimizle ilgili, gerek bizleri, gerekse büyüklerimiz ve yöneticilerimizin hepsini ilgilendiren, halk yanında olduğu kadar, Hak katında da hepimizi müşkil duruma sokacak iki meseleye işâret etmeye çalışacağız inşâllâh:
Bir defâ, ne yönden bakarsanız bakınız; her hâlükârda câmileri önemsiyoruz, önemsemek durumundayız. Zîrâ bu, başta inancımız olmak üzere her anlamda iyilik, güzellik ve huzurumuzun gereğidir.
SEVGİ, BAKINCA KENDİNİ BELLİ EDER…
İnancımız gereği derken, Yüce Mevlâmız Tevbe Sûresi’nde; ALLAH’IN MESCİDLERİNİ ANCAK ALLÂH’A VE ÂHİRET GÜNÜNE İNANANLARIN ÎMÂR edeceğini apaçık bir şekilde belirtiyor. Demek ki o zaman, câmi yapmak, onlara özel bir önem atfetmek bizim şahıs ve de toplum olarak îmânımızın bir gereği, buna dâir eser ve mâbedlerimiz de o îmânın en tezâhür etmiş âbideleri.
Eğer düşünürsek, yabancı bir memlekete gittiğimizde, bir câmi görünce dikkât kesilip, burada Müslüman kardeşlerimiz var anlaşılan dediğimiz gibi, buralarda da câmiler, içinde yer aldığı toplumun, beldenin, yörenin, halkın îmânî, irfânî ve ictimâî durumlarının aynası konumundadır. Bir câmi seyrekliği ya da özensizliği, câmilerin kıyıda-köşede, sıkıştırılmış, sığıntı görünümleri o toplumun dînine atfettiği önemin ölçüsü olarak düşünülemez mi?
Nitekim, Selçuklu ve Osmanlı geçmişimizde, bırakın kalite olarak, yükseklikte dahî câmilerin aşılması âdâba mugâyir telakkî edilir ve böyle bir şey örfen düşünülemezdi. Özellikle câmilerin, avluları, ağaçları, sohbet mekânları ve yanındaki mezarlalarla berâber mahallenin ya da şehrin en câzip, nefes alınır, huzur ve sükûn bulunur yerleriydi.
KENT’TEN ŞEHİR’E, NERDEN GİDİLİR?…
Bugün de bakınca, aslında kentleri şehir yapan yine câmiler değil midir? İstanbul’u İstanbul yapan, hattâ bölgenin değil dünyanın yıldızı yapan, yedi tepeyi süsleyen câmiler değil midir? Onların olmadığını düşünün bir an bakalım –Allâh korusun!- ne kalır geriye?
Şimdi işler değişti, yüksek binâlar çok ama, bunlar kime huzur telkin ediyor? Câmileri alın, geriye ıssız sarp kayalıklardan daha viran bir beton yığını kalmıyor mu? Dolayısıyla bu sıkışmışlıkta câmiler nefes olarak daha bir ihtiyaç durumu arz ediyor.
Bu açıdan bakıldığında mîmârîsi, avlusu, geniş çevresi, türbesi, çınarları, servileriyle, Ordu deyince akla gelen merkezî, târihî bir câmimizin var olduğunu söyleyebilir miyiz rahatlıkla? Elbetteki hayır! Bunu kabul edelim bir defâ. Varsa, söyleyin.
ESKİ “ORTA”, YENİ “MERKEZ” CÂMİİ…
Ama gelgelelim, bu bir tevârüs meselesi; yâni geçmişimizden mîrâs olarak böyle. O zamanlara göre yeterli olan bugün için değil. Bir ORTA CÂMİ ve ÇEVRESİ, adından anlaşıldığı gibi tam ortada ve o gün için çok çok yeterli. Ama bugün, özellikle cenâze olduğunda vakit namazlarında bile taa kaldırımlara kadar taşıyor cemaat. Resmî ağırlığı olan merasimlere cevap vermesi zâten imkânsız.
Durum bu. Bu noktadan sonra halk ve yönetimler olarak bize düşen bunu görüp gereğini yapmak; bu anlamda külliye boyutunda bir MERKEZ câmi plânlamaktır. Bunu bir tarafa yazalım. Bunu ayrıca yazacağız inşâllâh…
Sözü getireceğimiz yer şu ki; durum böyle ve de Ordu’muz; nüfusu onca artıp büyükşehir çapına erişmişken, doğal olarak da artmaya devam ediyorken, ihtiyaç daha da katlanmasına rağmen elindeki câmileri dahî muhâfaza noktasında bir dert ve gayretin içerisinde gözükmemektedir.
MÂBETLER SAHİPSİZ GİBİ Mİ SANKİ?
Hattâ, birazdan fazlaca öyle gibi sanki! En bâriz örnek; o güzelim OTOGAR CÂMİİ… Hani nerde? Geçen yazılarımızda bu noktada toplumda seslendirilen kimi düşünceleri, feryat ve paylaşımları burada dile getirmiştik de, yine yazmadan edemiyoruz:
Şimdi bir düşünelim, bir yerde bir câmi var, 40 yıl yöresine hizmet vermiş, kemikleşmiş bir cemaati var, hem de çevresine bakıldığında ihtiyaç çok bâriz şekilde gözüküyor; bu mâbed sizin gününüzde, sorumluluğunuz çerçevesinde, kaldırılıyor, yerine yenisi yok; bu acabâ halkın dini-îmânı, toplumun geleceği adına kaybedilmiş bir mevzî, Hakk’a ve halka karşı sergilenmiş bir nakîsa değil midir?
Yarın orada bir şekilde bir başka proje hayâta geçecek, büyük ihtimâlle illâ ki bir yapılaşma olacak. Peki, burada ne olarak olursa olsun binâlar yükselince, ya da park olarak düşünülse bile, bir defâ şekillendikten sonra istense de, artık onları yıkıp ya da bozup yerine câmi yapma imkânı olabilecek midir? Bu konuda bir teminât varsa onu da bilmek ister, çok da memnun oluruz elbette.
PEKİ YA, YENİMAHALLE CÂMİİ?!...
Bundan geçtik, yeni şâhit olduğumuz bizi çok şaşırtan bir durum daYeni Mahalle Câmii’nde söz konusu. Avlunun girişinde, câmiye bitişik bir binâ vardı. Ne güzel yıkılmıştı. Biz, orası câmiye kalacak, câmi bir nefes alacak derken, binâ tekrar yükselmeye başlamış. O câmiin yerinin ne kadar dar, çevredeki sokaklarının da dar oluşuyla nasıl sımsıkışık bir pozisyonunun olduğunu herkes biliyor. Sevincimiz zâten bu olağanüstü sıkışmışlıktan dolayıydı. Binâ câminin hem girişini daraltıyor, hem de görünürlüğünü engelliyor. Câmiler ferah olsun, oraya gidenler nefes alsın derken daha da kapatılıyor.
ORDU BÖYLE BİR YER Mİ?
Burada kimseye bir şey diyecek yok. Mal sâhibi hakkını isteyecek, ama cemaattir, belediyedir, zenginlerdir, her kimse işe el atıp bir çözüm yolunu bulacaklardır.
Ama, işte Ordu bu dostlar; böyle bir irâdeyi üretemiyoruz. Bu noktada büyüklerin bir derdi oldu da işe el attılar ama sonuç mu alamadılar bilemiyoruz ama, şöyle ya da böyle; sonuçta hepimizin GÜZEL Ordusu olan Ordu bu işte!...
Bu yük, oldukça ağır ve büyük; gücü, etkisi, yetkisi, imkânı ve kabiliyetine göre herkesin omuzlarında… Bizden söylemesi; inşâllâh hepimiz de Hakk’ın verdiklerini hak edip, halka ve mahlûkâta karşı sorumluluk ve borçlarını hafifleterek giden bahtiyârlardan oluruz. Yüce Mevlâ’nın cümleye nasîp eylemesi niyâzıyla wes’selâm…