Nuri KAHRAMAN
Köşe Yazarı
Nuri KAHRAMAN
 

EKREM’DEN İKRÂMA; İFTAR KAPILARI…

Akşam iftarda dayım oğlu Ekrem Yüksel âilesiyle berâberdik. Şunu îtirâf edelim ki, artık gitgide yalnızlaşan bir toplumuz. O eski, yaylalarda, ceniklerde, köylerde, kasabalarda yaşanan muhabbetler, dostluklar, bağlarda-bahçelerde birlikte çalışmalar, imeceler yok artık. Modernite  bizi oralardan koparıp apartman dâirelerine bir nevî kıstırdı. Oradaki konfor ve rahat ta bizi koltuklara doğru yaydı, yaymaladı. Burası uzun hikâye tabiî; yazılar, diziler, geniş araştırmaslar konusu. ORUÇ’TAN CEMÂATE… Her neyse, bu bağlamda da orucun bir başka güzelliği hemen karşımıza çıkıyor. Şu an din duygularımız olmasaydı, bizleri hangi vesîle bir araya getirecekti? İşte dayımızın oğlu. Onunla bizi bir araya getiren iftar oldu. Elbette bayramlarda, cenâzelerde, düğünlerde teşehhüd miktârı görüşüyoruz ama, bir akrabâ olarak daha farklı boyutta birbirimizle alâkadar olmak durumunda değil miyiz? Eh işte, bunlar da, sonuçta dînî bir eksen. İşte cemaat husûsu. Neden cemaatle namaza en 27 kat denilmiş? Buna kimin ihtiyâcı var; Allâh’ın mı –hâşâ-, yoksa bizim mi? Allâh elbete müstağnîdir tüm bunlardan. İhtiyâcı olan biziz. Biz ibâdet etmesek de bu Allâh’in ulûhiyetine hiçbir halel getirmez. Kaybeden biz oluruz. Hattâ, dünyâda bile bu böyle. İşte görüldüğü gibi, din olmasa bu gün ne yapacaktı toplum? Namaz bizi câmiye, cemaat olarak bekliyor. Oruç, ikramlı, misâfirli iftarlar istiyor. Bugün bu yakın akrabâ, ya da eş-dost eksenine kadar inmiş olsa da, bu da bir güzellik sonuçta. Fakir-fukarâ gibi, asıl hedeflenen kitleye de iftar çadırlarıyla hizmet veriliyor. Ama, mesele yemek değil, ikram değil yalnızca; tabiî ki, asıl olan herkesin, Ramazan vesîlesiyle bizzat yeni dostluklara ve kâlplere sofrasını ve yüreğini açması. Her kesimle dostluk iklîmini paylaşması. Yine de bu kadarına da şükür diyoruz. ARKADAŞIN DÎNİ… Ekrem Kardeş mâşâllâh kendisini yetiştirmiş. Bu vesîleyle derin sohbet etme fırsatı bulunca onun sessiz görüntüsünün arkasındaki derinliği keşfetme imkânı bulduk. Konuşma esnasında satır aralarından döküldüğü kadarıyla kitap okuduğu ve güncel siyâseti tâkip ettiği anlaşılıyor. Bir çok işte çalışmanın, bu vesîleyle çok yer görme ve insan tanımanın verdiği tecrübe ve birikimin de payı unutulmamalı. Bir ara, takvim konusuna vurgu yaptı. Her gün yaprakları dikkâtle okuduğunu, çok güzel şeyler yazdığını, insanların bunu okusalar kendilerine yeteceğine dâir, bizim de bu sütunlarda yer yer temas ettiğimiz cümleler sarf etti. Bir ara, iş dünyâsının, çalışma kadro ve ortamlarının insan hayâtında çok önemli olduğunu, kendi hayâtı bağlamında vurguladı. Şu an emekli olması hasebiyle, çalıştığı günlerde yeterince üzerinde duramadığı hususları şimdi tamamlamaya gayret ettiğini söyledi. Elbette, Yüce Mevlâmızın; “KÛNÛ MAAS’SADIGÎN: DOĞRULARLA BERÂBER OLUN!” emr-i fermânı boşuna değil. Yine Efendimiz (SAV) in, “KİŞİ ARKADAŞININ DÎNİ ÜZEREDİR!” sözü hep bu gerçekleri, bizim gerçeklerimizi ifâde ediyor. Niçin; bizim uygulamamız ve de hem dünyâda, hem de âhirette felâha ermemiz için. Bakınız, arkadaş ne kadar önemli. İşte şu oruç günlerinde görüyoruz. Kimler kimlerle geziyorsa ona uyup gidiyor. Birlikte câmiye gidenler câmiye, kafeye gidenler de kafeye; yemeye içmeye. Çoğu da açık açık yapıyor bunu. Mâzereti olup, edebiyle-âdabıyla yiyenlere sözümüz yok. Onları zâten görmüyor, bilmiyoruz. Bizim dememiz, açıktan, pervâsızca, Hâlık’a ve halka meydan okurcasına şımarıkça hareket edenlere. Ne diyelim; Allâh hidâyet versin. Rabbimiz bizleri ve de çocuklarımızı böylesileriyle düşüp kalkmaktan, zâlimlerin, şeytanlaşmış insanların şerrinden korusun. Cümlemizi, ömür boyu hayırla ve hayırlılarla karşılaştırsın. Bizlere olumlu katkıları olacak arkadaşlar nasîp eylesin. Arkadaş kurbanı olmaktan muhâfaza buyursun. Âmin. TAKVİM, NE DİYOR? Annem de bizde misâfirdi. Sabah evden çıkmaya hazırlanırken çocuklar günün takvim yaprağını okudular. Orada, hatırımda kaldığı kadarıyla, İbrâhim Edhem’in, süslü-püslü, kırmızı elbiseler içerisinde gördüğü bir gençle diyaloğuna yer verilmişti. “İYİLİK YAP DENİZE AT, BALIK BİLMEZSE HÂLIK(Yaratan) BİLİR!” sözüyle hatırladığımız velî zat o gence şu meâlde hitap ediyor: -         Ey süslü elbiseler içerisinde, şen şakrak dolaşan genç; bu güzel elbiselerin yerine her an bir kefen giyebilirsin! Orası ve ondan sonrası için de kendine güzel bir şeyler hazırla, kendini onlarla da süslemeye çalış! Sonra bu söz kulağıma küpe oldu. Sabah yürüyüp gelirken yolda bir dörtlüğe dönüştü. Mâlum bu sıra hep dörtlüklerle çıkıyoruz karşınıza Ramazan Sayfalarında. Neredeyse dörtlükle yatıp dörtlükle kalkar olduk bu günlerde. Her neyse; girdiğim berber salonunda Fethi kardeşe selâm verdikten sonra; “Kusura bakma, kafamda bir dörtlük belirdi, onu yazmadan koltuğa oturmayayım!” dedim. Ve yazmaya çalıştım. Bunda da haklıymışım, çünkü, tam da kafamda kurduğum ve çok güzel oturan ifâdelerin aynısını yakalayamadım. Ama, hatırlayabildiğimizi sizinle paylaşıyoruz: KİM, NE İSTER?   Dünyâ, güzel elbise; âhiret ahlâk ister! Biri şöhret, para-pul; diğeri infâk ister! Sen dalıp da gitmişken hayâline düşüne; Dünyâ kefen uzatır; senden kurtulmak ister!   İşte, o kefenin uzandığı gün hayâtımızın da, bu gün îtibârıyla Ramazan’ın RAHMET ve MAĞFİRET dilimlerinden sonra ulaştığımız NECÂT müjdesiyle bittiği gibi, yâni CEHENNEM’DEN KURTULUŞ berâtıyla netîcelenmesi dileğiyle, hepinize sevgiler, saygılar ve de sevdiklerinizle berâber sonsuz saâdet temennîlerimizi sunuyoruz ves’selâm…
Ekleme Tarihi: 07 Temmuz 2015 - Salı

EKREM’DEN İKRÂMA; İFTAR KAPILARI…

Akşam iftarda dayım oğlu Ekrem Yüksel âilesiyle berâberdik. Şunu îtirâf edelim ki, artık gitgide yalnızlaşan bir toplumuz. O eski, yaylalarda, ceniklerde, köylerde, kasabalarda yaşanan muhabbetler, dostluklar, bağlarda-bahçelerde birlikte çalışmalar, imeceler yok artık. Modernite  bizi oralardan koparıp apartman dâirelerine bir nevî kıstırdı. Oradaki konfor ve rahat ta bizi koltuklara doğru yaydı, yaymaladı. Burası uzun hikâye tabiî; yazılar, diziler, geniş araştırmaslar konusu.

ORUÇ’TAN CEMÂATE…

Her neyse, bu bağlamda da orucun bir başka güzelliği hemen karşımıza çıkıyor. Şu an din duygularımız olmasaydı, bizleri hangi vesîle bir araya getirecekti? İşte dayımızın oğlu. Onunla bizi bir araya getiren iftar oldu. Elbette bayramlarda, cenâzelerde, düğünlerde teşehhüd miktârı görüşüyoruz ama, bir akrabâ olarak daha farklı boyutta birbirimizle alâkadar olmak durumunda değil miyiz? Eh işte, bunlar da, sonuçta dînî bir eksen.

İşte cemaat husûsu. Neden cemaatle namaza en 27 kat denilmiş? Buna kimin ihtiyâcı var; Allâh’ın mı –hâşâ-, yoksa bizim mi? Allâh elbete müstağnîdir tüm bunlardan. İhtiyâcı olan biziz. Biz ibâdet etmesek de bu Allâh’in ulûhiyetine hiçbir halel getirmez. Kaybeden biz oluruz. Hattâ, dünyâda bile bu böyle. İşte görüldüğü gibi, din olmasa bu gün ne yapacaktı toplum? Namaz bizi câmiye, cemaat olarak bekliyor. Oruç, ikramlı, misâfirli iftarlar istiyor. Bugün bu yakın akrabâ, ya da eş-dost eksenine kadar inmiş olsa da, bu da bir güzellik sonuçta. Fakir-fukarâ gibi, asıl hedeflenen kitleye de iftar çadırlarıyla hizmet veriliyor. Ama, mesele yemek değil, ikram değil yalnızca; tabiî ki, asıl olan herkesin, Ramazan vesîlesiyle bizzat yeni dostluklara ve kâlplere sofrasını ve yüreğini açması. Her kesimle dostluk iklîmini paylaşması. Yine de bu kadarına da şükür diyoruz.

ARKADAŞIN DÎNİ…

Ekrem Kardeş mâşâllâh kendisini yetiştirmiş. Bu vesîleyle derin sohbet etme fırsatı bulunca onun sessiz görüntüsünün arkasındaki derinliği keşfetme imkânı bulduk. Konuşma esnasında satır aralarından döküldüğü kadarıyla kitap okuduğu ve güncel siyâseti tâkip ettiği anlaşılıyor. Bir çok işte çalışmanın, bu vesîleyle çok yer görme ve insan tanımanın verdiği tecrübe ve birikimin de payı unutulmamalı.

Bir ara, takvim konusuna vurgu yaptı. Her gün yaprakları dikkâtle okuduğunu, çok güzel şeyler yazdığını, insanların bunu okusalar kendilerine yeteceğine dâir, bizim de bu sütunlarda yer yer temas ettiğimiz cümleler sarf etti.

Bir ara, iş dünyâsının, çalışma kadro ve ortamlarının insan hayâtında çok önemli olduğunu, kendi hayâtı bağlamında vurguladı. Şu an emekli olması hasebiyle, çalıştığı günlerde yeterince üzerinde duramadığı hususları şimdi tamamlamaya gayret ettiğini söyledi. Elbette, Yüce Mevlâmızın; “KÛNÛ MAAS’SADIGÎN: DOĞRULARLA BERÂBER OLUN!” emr-i fermânı boşuna değil. Yine Efendimiz (SAV) in, “KİŞİ ARKADAŞININ DÎNİ ÜZEREDİR!” sözü hep bu gerçekleri, bizim gerçeklerimizi ifâde ediyor. Niçin; bizim uygulamamız ve de hem dünyâda, hem de âhirette felâha ermemiz için.

Bakınız, arkadaş ne kadar önemli. İşte şu oruç günlerinde görüyoruz. Kimler kimlerle geziyorsa ona uyup gidiyor. Birlikte câmiye gidenler câmiye, kafeye gidenler de kafeye; yemeye içmeye. Çoğu da açık açık yapıyor bunu. Mâzereti olup, edebiyle-âdabıyla yiyenlere sözümüz yok. Onları zâten görmüyor, bilmiyoruz. Bizim dememiz, açıktan, pervâsızca, Hâlık’a ve halka meydan okurcasına şımarıkça hareket edenlere. Ne diyelim; Allâh hidâyet versin. Rabbimiz bizleri ve de çocuklarımızı böylesileriyle düşüp kalkmaktan, zâlimlerin, şeytanlaşmış insanların şerrinden korusun. Cümlemizi, ömür boyu hayırla ve hayırlılarla karşılaştırsın. Bizlere olumlu katkıları olacak arkadaşlar nasîp eylesin. Arkadaş kurbanı olmaktan muhâfaza buyursun. Âmin.

TAKVİM, NE DİYOR?

Annem de bizde misâfirdi. Sabah evden çıkmaya hazırlanırken çocuklar günün takvim yaprağını okudular. Orada, hatırımda kaldığı kadarıyla, İbrâhim Edhem’in, süslü-püslü, kırmızı elbiseler içerisinde gördüğü bir gençle diyaloğuna yer verilmişti.

“İYİLİK YAP DENİZE AT, BALIK BİLMEZSE HÂLIK(Yaratan) BİLİR!” sözüyle hatırladığımız velî zat o gence şu meâlde hitap ediyor:

-         Ey süslü elbiseler içerisinde, şen şakrak dolaşan genç; bu güzel elbiselerin yerine her an bir kefen giyebilirsin! Orası ve ondan sonrası için de kendine güzel bir şeyler hazırla, kendini onlarla da süslemeye çalış!

Sonra bu söz kulağıma küpe oldu. Sabah yürüyüp gelirken yolda bir dörtlüğe dönüştü. Mâlum bu sıra hep dörtlüklerle çıkıyoruz karşınıza Ramazan Sayfalarında. Neredeyse dörtlükle yatıp dörtlükle kalkar olduk bu günlerde.

Her neyse; girdiğim berber salonunda Fethi kardeşe selâm verdikten sonra; “Kusura bakma, kafamda bir dörtlük belirdi, onu yazmadan koltuğa oturmayayım!” dedim. Ve yazmaya çalıştım. Bunda da haklıymışım, çünkü, tam da kafamda kurduğum ve çok güzel oturan ifâdelerin aynısını yakalayamadım. Ama, hatırlayabildiğimizi sizinle paylaşıyoruz:

KİM, NE İSTER?

 

Dünyâ, güzel elbise; âhiret ahlâk ister!

Biri şöhret, para-pul; diğeri infâk ister!

Sen dalıp da gitmişken hayâline düşüne;

Dünyâ kefen uzatır; senden kurtulmak ister!

 

İşte, o kefenin uzandığı gün hayâtımızın da, bu gün îtibârıyla Ramazan’ın RAHMET ve MAĞFİRET dilimlerinden sonra ulaştığımız NECÂT müjdesiyle bittiği gibi, yâni CEHENNEM’DEN KURTULUŞ berâtıyla netîcelenmesi dileğiyle, hepinize sevgiler, saygılar ve de sevdiklerinizle berâber sonsuz saâdet temennîlerimizi sunuyoruz ves’selâm…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.