Mahallemizin çocuk parkında, bankta oturup, küçük oğlumu izliyordum. Herkes öyle mutlu ve neşeliydi ki, çocuklar cıvıl cıvıl; anneler babalar keyifli, ortam çok huzurluydu. Bu arada gözüme oldukça esmer, 15-16 yaşlarında karşımdaki bankta oturan bir genç kız ilişti. Belli ki, O da bir çocuğu izliyordu.
Bir yanda “Babacığım bana oyuncak alır mısın?” “Tabi alırım kızım” diye konuşan baba ve kızı. Bir yanda kaydıraktan kayan oğluna kollarını açıp, onu sımsıkı kucaklayan anne. Birçok çocuk bir arada kâh salıncakta, kâh kaydırakta birbirleriyle konuşarak eğleniyordu. Ancak hiç konuşmayan, esmer ve çok tatlı bir kız çocuğu onlardan ayrı, kendi kendine oynuyordu. Oğlumu sallamak için yerimden kalkıp salıncağa gittim, o sırada bankta oturan genç kız da geldi ve büyük ihtimalle kardeşi olan, bu küçük esmer kızı sallamaya başladı. Sonra kendi de sallandı, bu arada kıyafeti dikkatimi çekti: Ayağında yırtık sarı renkli spor ayakkabı, üzerinde pembe bir pantolon, uzun siyah bir tunik, başında kahverengi çizgili yırtık bir eşarp. Kardeşi O’na göre daha düzgün giyimliydi. Üzüldüm, çantamdan bir miktar para vermeyi düşündüm. Ama son zamanlarda sokaklarda gördüğümüz birçok Suriyeli gibi dilenmiyordu, gururunu kırmaktan, incitmekten korkarak “Evin nerede” diye sordum. Hiçbir şey anlamadı, işaretlerle göstermeye çalıştım, yine olmadı. “Arapça” dedi sadece. “İngilizce biliyor musun” diye sordum, o da olmadı. Bir türlü anlaşamıyorduk, ne yapmalıydım, bir yolunu bulmalı ve O’na yardımcı olmalıydım. Büyük oğlum evdeydi, O’nu aradım, acele ile durumu anlattım ve çekmeceden birkaç tane eşarp getirmesini istedim. Gitmelerinden korkuyordum. Acaba anne ve Babası hayatta mıydı, memleketinden buralara ne şartlarda geldi? Bu mutlu park tablosu, gözümde puslandı. Düşünceler içindeyken, çok geçmeden oğlum eşarpları getirdi. Poşeti alıp genç kıza doğru yürüdüm. Elimi önce kendi kalbime, sonra O’nun kalbine koyarak poşeti hediye etmek istediğimi anlatmaya çalıştım. Tebessüm ederek, gözlerini yere çevirerek “Yok, yok,yok” dedi defalarca. Poşeti almak istemese de ben yanına bıraktım ve uzaklaştım. Az sonra, oğlumun bisikletine poşeti bırakıp kardeşinin elinden tutarak gitti. Giderken çok üzüldüm, ardından koşmak istedim, takip edip evini öğrenmek istedim. Ama oğlum “Dur Anne, gitme, baksana istemiyor, daha fazla ısrar etme” dedi ve beni durdurdu. İki kardeş gözden kayboldular.
Ben kendi vicdanımı rahatlatmak istiyordum. Ama O’nun vicdanı rahatsız oldu, hediyeyi kabul etmek istemedi. Bütün iyi niyetimle, bir genç kız olarak O’nun da güzel giyinmek isteyebileceğini, ihtiyacı olduğunu düşünerek yaklaştım O’na. Ama o poşeti kabul etmemek, etmekten daha iyiydi O’nun için. O mağrur, o utangaç, o saf ve temiz bakışlar kalbime bir ok gibi saplandı. Bir eline kardeşini, bir eline gururunu alarak uzaklaşan güzel insan, içimde yüceldi deee yüceldi.
Bir yanda cami avlularında, sokak başlarında el açıp oturan, yardım edemesen de ısrarla isteyen, dilenen insanlar; bir yanda da böyle kanaatkâr, gururlu, yardım etmek istesen de ısrarla almayan insanlar. Varın, vicdan muhasebesini siz yapın. Her toplumda iyiler de var, kötüler de, genelleme yapmamak gerek. Türkü, Kürdü, Arabı, Gürcüsü, Lazı, Çerkezi vs diye ayrım yapmaktansa, insan olabileni ayırmak gerek.