Hz. Ömer (r.a), geceleri bekçilerle beraber dolaşırdı ve şöyle derdi: "Su kenarının yanında unutulan zayıf, çelimsiz bir keçinin hesabının benden sorulacağından korkarım." Evet bizler, çalıştığımız kurumda eğer mesaide yok isek, bizim olmadığımızdan dolayı işini göremeyen kişi maddi zarara uğramış ise onun manevi ağırlığını üzerimizde taşımamız gerekir. Eğer taşımıyorsak aldığımızı maaşın karşılığını vermemiş oluruz ve evimize haram lokma götürürüz.
Ey idareci veya memur kardeşim, iyi bak! Hz. Ömer (r.a) nasıl adil ve ihtiyatlı davranıyor ise? Hiç kimsenin takvada kendisine yetişemeyeceği bu insan nasıl düşünüyor ise? Nasıl ki kıyamet gününden korkuyor ise? Bizler de sorumlu olduğumuz işten ve halktan ve de emrimiz altındaki memurlardan ve amirlerden gafil bir halde olmamamız için yaptıklarımıza ve yapacaklarımıza çok dikkat etmemiz gerekir.
Hz. Ömer’in dünyada başkanlıktan geriye bıraktığı kamçısından başka bir şeyi de yoktu. Bunu biliyor musunuz? Biz ise değil kendimizin torunlarımızın geleceği için habire mal biriktirmeye çalışıyoruz, haram helal demeden.
Dostlar! Memurluğun ve Liderliğin tehlikesi büyük, hele de liderliğin fitneleri ise çoktur. Bu hususta sayfalarca kitap dahi yazılabilir ve hatta kitaplar vardır. Unutmayalım ki! Yönetici kişinin dünya ve ahiretteki emniyeti, gerçek din alimleriyle beraber hareket etmesine bağlıdır.
Zahid’lerden birisi bir gün zamanın halifesinin huzuruna geldi. Halife, ona:
-Bana öğüt ver! dedi. O da:
-Ey müminlerin emiri! Ben Çin'e gittim; Çin devlet başkanı sağır olmuş, artık duyamıyordu. Onun ağlayarak şöyle dediğini duydum: "Duyamadığım için ağlamıyorum; ancak kapımda bekleşip de yardım bekleyen mazlumları işitemediğim için ağlıyorum. Fakat şükürler olsun ki, gözlerim sağlam." Sonra birisini görevlendirip şöyle ilan ettirdi: "Kim zulme uğramış ise kırmızı elbise giysin."
Bu başkan, her gün fil’ine biner ve kırmızı elbiseli kimi gördüyse yardımcıları vasıtasıyla onu dinler, şikayetini giderirdi.
Ey müminlerin başkanı! Kâfir olmasına rağmen Çin devlet başkanının Allah'ın (c.c) kullarına karşı gösterdiği şefkate bakınız. Siz ise Ehl-i Beyt'ten gelen bir müminsiniz. Bunun için halkınıza karşı şefkatinizin nasıl olması gerektiğini iyice düşününüz."
Evet bizler de mü’miniz elhamdülillah Müslümansız diyoruz, halkımıza karşı tutum ve davranışlarımızı, yaptığımız ve yapacağımız iş ve hizmetlerimizi, mutlaka çok iyi sorgulamamış gerekir.
Bir vatandaşın kapısında yol dahi yok iken, yolu olan vatandaşın kapısına asfalt dökmek yöneticilik olmadığı kanısındayım. Evinde yiyecek ekmeği dahi olmayan var iken başkalarına pirinç makarna götürmek hizmetin lüksüdür kanısındayım. Böyle çevremizde yok. Kimse üstüne alınmasın ama eğer var ise veya bizlerin bilemediğimiz var ise o zaman sorumluluk duyarız. Su kanarında sele giden kuzu misali olmalıyız.
Hem ekmeksize ekmek götüreceğiz, hem yarı açları doyuracağız. Eğer Allahın rızasını kazanmak istiyorsak.
Hep hayat hikayelerinden bahsediyorum, yine bir hikayeden bahsedeyim.
Ebu Kilâbe, Ömer b. Abdülaziz'in meclisinde bulunmuştu. Halife Ömer, kendisinden öğüt istedi, o da şöyle dedi:
"Sizden yaşça büyük olanların çocuğu, yaşça küçük olanların babası, denginiz olanların ise kardeşi olunuz. Her suçluya suçu miktarınca ceza veriniz. Sakın bir suçu yokken, şahsî kininiz ile hiçbir müslümana tek bir kamçı olsun vurmayınız; çünkü bu sizi ateşe götürür. Hazreti Adem (a.s) zamanından bu zamana kadar sizden başka hiçbir halife kalmamıştır. Siz, ölecek ilk halife de değilsiniz." Halife:
Ömer b. Abdülaziz:
"Bu kadar öğüt bana yeter" dedi.
Ey Dostlar! Ramazan geçti, Ramazan bayramı da geçti. Tabi bunun akabinde kurban bayramı da geçti gitti. Allah daha nice bayramlara kavuştursun inşallah. Bu mübarek günlerden sonra, tabi kutladığımız hicri yılbaşı ve kutsal saydığımız Muharrem ayı içerisinde, İhtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını arz etmek için kapımıza kadar gelip bizleri beklemesini küçük görmeyelim. Bu tür tehlikeli işten sakınalım. Müslümanların ihtiyaçları ile meşgul iken nafile ibadetleri bir tarafa bırakıp bir an önce onların sorunlarını gidermeye çalışalım. Çünkü insanların ihtiyaçlarını gidermemiz, nafile ibadet yapmamızdan daha üstündür İslam inancına göre. Hayatlarından örnekler verdiğimiz İslam büyükleri bizler için yaşamadı, ama, bizlere örnek olabilirler. Yine;
Ömer b. Abdülaziz, her gün öğleye kadar Müslümanların sıkıntıları ile ilgilenirdi. Yine bir gün öğleye doğru yorgunluktan dolayı istirahata çekildiği bir sırada küçük oğlu içeri girdi ve:
"Babacığım! İnsanlar ihtiyaçlarının giderilmesi için kapında beklerken, onların haklarını yerine getirmede böyle gevşek davrandığın bir anda, başına ölümün gelmesinden seni emin eden nedir?" dedi. Ömer b. Abdülaziz:
"Doğru söyledin" dedi ve tekrar halkın ihtiyaçlarını dinlediği meclise geri döndü.
Peki bizlere çocuğumuz böyle bir söz söylese ona ne deriz, veya nasıl tepki gösteririz biz düşünün. Ayık ayık dolaşan memure niçin böyle boş geziniyorsun diye sorsan sana vereceği ilk tepki: sadece beni mi gördün, ben başkalarından daha fazla çalışıyorum; olur. Vay senin çalıştığına diyesi geliyor insanın.
Belirli bir maaş karşılığında kendisinden yapmasını istediğiniz bir görev için, işini yaptığınız vatandaşlardan ayrıca ek bir ücret talep etmesi o çalışan kişiye açık ve net söylüyorum eğer Müslüman ise haramdır. Zaten haram helal kavramı İslam’da vardır, gayri Müslimlerde haram helal kavramı bulunmamaktadır. Bunun bedelini dünyada çekmez ise inancımız gereği ahret aleminde mutlaka çekecektir.
Adil insan, adil baba, adil yönetici, adil esnaf, ….. Ne kadar güzel bir kelime doğrusu….