İtalyan bir doğu bilimci olan Prof. Dr Anna Masala, uzun yıllar Türkiye”de kalmış bir Mevlana ve Yunus Emre uzmanıdır.
Bizi bizden çok iyi tanıyan birisi olarak hakkımızda yaptığı şu anlamlı ve muhteşem değerlendirmeye acı da olsa hak vermek gerekir:
“Siz Türkler, hazine sandığının üzerine oturup dilenen dilencilere benziyorsunuz. Oturmuşsunuz hazine sandığının üzerine fakat neyin üstüne oturduğunuzun farkınad olmadan açmışsınız ellerinizi Batı”ya dilencilik yapıyorsunuz.
Oysa zahmet edip üzerine oturduğunuz sandığı açsanız sizin kendi inançlarınızdan, kültürünüzden, geleneklerinizden kaynaklanan öyle muhteşem öyle zengin bir hazineniz var ki.”
Evet dostlar, hikayeye bu Hanımefendi Profesöre Haklısınız demekten öteye hiçbir sözümüz olamaz, olmamalı da. O zaman hep birlikte gelin önce merak kireçlenmesine uğramış zihnimizi paslardan, kireçlenmelerden, kirlerden arındıralım.
Ondan sonra da hazine sandığının o paslanmış kilidini paslardan arındırıp açmak çok daha kolay olacaktır.
Hazine bu milletdir. Bu milletin gönül kilidini açıp içeriye bir bakarsanız neler göreceksiniz orada. İşte o zaman bizlere kimse Allah”tan başka diz çöktüren olamaz.
O gönül sandığını açmadan önce okuma serüveninizi devamlı tutmanızı ve zihninizde de canlı olarak tutmanız gerekir.
Önce tabii tarih bilimi ve tarih disiplinini çok iyi muhafaza etmemiz gerekir. Bu bir ideoloji değildir ha. İhsanın geçmişini, tarihini, atasını ve dedesini bilmesi öğrenmesi kadar güzel ve doğal bir şey olamaz.
Geçmişini bilmeyen geleceğinden emin olamaz. Tarihimiz hakkında yapacağımız çalışma odaklanırken kimseyi veya kimseleri kınamadan, ayıplamadan ve yadırgamadan yapmalıyız.
Sadece anlamaya geçmişimizden aldığımız ilhamla ve ışıkla geleciğimizi görmeye çalışmalıyız.
Tarih sadece geçmiş değil, aynı zamanda bir gelecek bilimidir de. Meğer biz neymişiz kısır anlayışına takılıp kalmadan tarihimizden edineceğimiz güzellikleri, faydaları, birikimleri geleceğe nasıl taşıyabiliriz bunun bilincinde olmalıyız.
İşte bu güzel izahtan sonra sizlere tarihimizde olan bir yerden bahsedeceğim.
Allah Kerim Yeri.
Günlük hayatın temel dinlenme ve eğlence mekanları arasında yer alan kahvehanelerin İstanbul”da ilk görüldüğü tarih Katip Çelebi”nin Cihannuma”sında belirtildiğine göre 1554 yılına kadar uzanır.
Her kesimden insanların politikadan sanata çeşitli konularda fikir münazaraları yapıp hoşça vakit geçirme ihtiyacına cevap veren bu yerlerin kendine has gelenekleri ve görenekleri bulunurdu.
Tarihimizde Allah Kerim Yeri bunlardan bir tanesidir.
Allah kerim yeri bu eski Türk kahvehanelerinde fakir fukaranın para vermeden çay, kahve içtikleri ve oturup yattıkları yere denilirmiş.
Fakir ve yoksul insanlar gelip buraya oturur, hiç ücret ödemeden çayını ve kahvesini istediği kadar içer, aynı zamanda otel gibi yatarlarmış.
Görüyorsunuz ki, ismi de o kadar orijinal, o kadar da güzel ki; Allah Kerim Yeri…
Kahvehane sahibi, fakir fukara için böyle bir köşe açmakla ;
“Sizin bir şey vermenize gerek yok, sizi ve bizleri yedirip içiren, sınırsız ikram sahibi olan Allah, keremiyle bu güne kadar ikram ettiği gibi bu günden sonra da ikram edecektir.” Demek istemektedirler.
Bu ikram fukaranın yüzü suyu hürmetine işyerinin bereketlendiğinin şuurunda olarak Allah”ın rızasını ummaktaydılar.
Peki ya zamanımızda böyle bir kahvehane veya çay ocağı var mı.
Bir kişi iki ekmek alırken bir ekmek de askıya diye üç ekmek parası verse, o fırıncı da ihtiyacı olan fakir fukaraya o akıdan bir ekmek verse, bu ekmeğin parasını veren kim için verdiğini bilmiyor, ekmeği alan da parasını kimin verdiğini bilmiyor.
Bu durumda hiç kimse kimseye yan gözle bakamıyor, kim kime ekmek aldı bilmiyor.
Kahve ve çay ocakları da bu şekilde olamaz mı.
Marketler kasaplar da bu şekilde uygulama olamaz mı.
Atalarımız bu uygulamayı beş yüz, altı yüz sene önce başlatmış, biz torunlar neden başlatmayalım.
Şunu çok iyi bilelim ki, kundak ile kefen arası birkaç adımdır. Zekat vermek bizlere çok zor gelmeye başladı bu sıra, bari sadakayı elden düşürmeyelim. O birkaç adım bekli birkaç saniye, belki de birkaç senedir.
Benim atalarımın yaşadığı devirlerde yine, sokak köpeklerine bakıp, mahalleyi öylece tanıyorlardı.
Eğer kedi ve köpekler sizinle şakalaşıyor ve çevrenize sempati sergiliyorsa, bilin ki orası Müslüman mahallesi.
Eğer kedi ve köpek savunma pozisyonuna geçiyor ve size karşı tavır alıyorsa bu mahalle Gayrimüslim mahallesidir.
Havanların bile böyle güzel ve uyumlu hareketleri var iken, ya bizim zamanımızda, komşusunu kapısının yanına yaklaştırmayan kapı köpeklerimiz var. Biz komşumuzla nasıl geçiniyorsak, o hayvancıklar da ona göre tavır sergiliyor.
Üsküdar semtin, tüm esrarkeşlerin, sarhoşların mekan tuttuğu bir yerdi eskiden. Sokaktan bir hanımefendi geçecek olsa emin olun bütün o keşler ve bıçkınlar sigaralarını avucunun içine alır ve hanımefendi ile göz göze gelmemek için duvara yan dönerlerdi.
İşte bizim eski sokak kültürümüz. Ya şimdi, bırakın siz sarhoşları, aklı başında bulunan kişilerin yanından geçerken bile bayanların peşinden ıslık çalan kişilerimiz var.
Ne Yapalım, biz de diyelim ki, Allah Kerim Yerine bir orta şekerli kahve , diyelim ve bitirelim.
Sürçü lisan ettik ise affola, Allaha emanet olun…