Biz insanlar daima yapılan hizmetin veya yapılan iyiliğin her zaman en iyisinin yapılmasını istemişizdir. İstemek de hakkımız değil mi? Tabi bunun yanında bizler güzelliklere hep hastayızdır. Yalnız bu güzellikleri bizler aramakla dahi bulamıyoruz, bulduğumuz güzelliklere de sahip çıkamıyoruz. Yapılan her hizmet ve her güzellik bizler için yapıldığı gibi, güzelliklere karşı engel olmak da bizlere karşı yapılan hıyanetliktir.
Dostlar, asıl güzelliği aşağıdaki yazıyı okuyunca görün. Tabii görün de bir Japon başbakanı ile bir Başbakanı veya Türk yetkililerini kıyaslayın.
Lafı uzatmadan iletiye geçelim:
Japonlar son derece sade, basit, yalın mütevazı yasayan insanlardır. Evlerini mobilya ile eşya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekâmül edememiş, hayatın manasını anlayamamış, zavallı kimselerdir. Doğru değil mi? Evinize eşya alacaksınız, kendiniz beğenemezsiniz, mutlaka bir başkasının fikrine ihtiyacınız vardır. Neden? O eşyayı siz mi kullanacaksınız yoksa sorduğunuz kişi mi kullanacaktır?
Elimizin altındaki çocuklarımızı bile başkalarına sorup öyle eğitiyoruz veya terbiye ediyoruz. Sanki bizim bir inancımız yok gibi…
Böyleleri ile -Zavallı, evini mezat salonuna çevirmiş, diye eğlenirler. Bir insanın gösteriş için eşyanın ve dışarının esiri olması ne kadar acıdır.
Vaktiyle Japon ekonomisi bir darboğazdan geçiyor. İç borçlar, dış borçlar gırtlağı aşıyor. Zamanın başbakanı meclisi toplar. Kürsüye çıkar. Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlatır:
“Şu andan itibaren,” der; “Tanrı şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden, pirinçten başka bir şey yemeyeceğim. Şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim.”
Dediklerini yapar, en üstten en alta bir israftan kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün borçlarını öder.
Bu durumun toplumun bütün kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını söylemeye gerek yok.
Geçenlerde Japon imparatorunun sarayı diye internetten arama yaptım, aman Allah”ım, ne gördüm dersiniz. Ya Rabbi, ne kadar sade, ne kadar mütevazı,
Ne kadar gösterişten uzak... dünya ekonomisini elinde tutan Japonya… iki Japon”u üst üste getirsen bir Türk kadar boyda olan Japonya… Japonları düşününce kendimin kısa boylu olmasından ne endişe ediyorum, ne de gocunuyorum…
Sorumluluklarımızı yerine getirmemekle bizler de zalimler sınıfına geçmiyor muyuz?
Hayat çok ince, akıl almaz incelikte ipliklerle örülmüştür. Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki,
İlkokul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç unutmadım.
“Bir mıh bir nalı kurtarır. bir nal bir atı, bir at bir komutanı,
bir komutan bir orduyu, bir ordu bir ülkeyi kurtarır” diyordu..
Maddi durumumuz ne olursa olsun, ister zengin olalım, ister fakir, hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız. Bunda parayı da, maddiyatı da aşan büyük bir edep ve incelik vardır.
Senelerce önce VATAN dedik, sadece nöbette veya görevde olan askerlerimiz şehit oldu vatan için. Önce vatan demek sadece askere veya polise mi lazım. Biz sivil vatandaşların fakir olanlarına mı lazım. Ben zengin çocuklarından hiç birisinin tehlikeli yerlerde askerlik yaptığını duymadım. Ölüm Allahın emri, ama sakat kalmak da var işin ucunda, ya burası…. Tüm hayır ve Şer Allah’tan ama, hiç kimse kendisine şerrin gelmesini talep etmez, hep hayırla anılmasını ve dua edilmesini ister.
Bu bilgilerden sonra insanın aklına şöyle gelesi geliyor;
Başka ülkelerin başbakanı ülkesinin kurtulmasını, refaha kavuşmasını istiyor. Bizimkiler ise –ben 1980’li yıllardan yanayı hatırlıyorum- sanki batmasını istiyor olmalı. Tabii bunların içerisine meclistekiler de dâhildir. Bir gecede kendilerine %60 zam kanununu çıkaran meclis, çalışanına gelince hiç bir öneri veya teklif vermiyor. Bir vekil her türlü harcaması meclis tarafından karşılanırken 16 bin lira maaşa az diyebiliyor, peki 2 bin lira maaşı alamayan memur nasıl geçiniyor, bin lira asgari ücretli çalışan evli bir çocuklu aile ne yiyip ne içiyor acaba hiç düşünebiliyorlar mı?
Evet, ülkeleri için çalışanların kimisi ülkesinin ekonomisini kurtarmak için yeni bir elbise bile giymemeye ant içerken, beriki trilyon liraya hizmete özel lüks bir ikinci uçağı, daha da ikinci zırhlı arabayı aldırabiliyor devletine.
Bir çivi kadar olamıyorsak, biz hiç yaşamıyoruz bu ülkede demektir.