Orhan Gâzî, Geyikli Baba nâmıyla bilinen zâtın, Bursa'nın fethinde gösterdiği hizmetlerin den dolayı çok memnun olmuştur.
Bu sebeple bir gün ziyaretine gelerek, minnettarlığını şöyle ifade eder:
— Efendi Hazretleri, askerlerimizin arasında cihâda katılmakla bizi büyük bir zafere kavuşturdunuz. Gâzilerimiz ve biz, bu sebeple size minnettarız. Bu minnettarlığın bir ifadesi olarak da size İnegöl ve civarındaki yeşil yaylayı hediye etmek isti-yoruz. Lütfen kabul buyurun ve şu andan itibaren üzerinize tapulu mülkünüz bilin.
Geyikli Baba müteşekkir ve mütebessim... Şu karşılığı verir:
— İhsânınıza teşekkür ederim. Lâyık olmadığımız şeyleri teklif buyurmaktasınız. Halbuki, bizler savaşan askerlerimizin arasına girerken, sadece i‘lâ-yı kelimetullahı asıl maksat yapmıştık.
Bunun dışında en küçük bir maksat, zihnimize hulûl etmemişti. Şayet bu niyetimizde muvaffak olmuşsak ecrini almış, karşılığına kavuşmuşuz demektir.
Başka bir mükâfata hakkımız yoktur. Eğer bu niyetimizde muvaffak olamamışsak, zâten ihsânınıza da lâyık değiliz demektir. Bununla beraber bize münâsip gördüğünüz yeşil yaylayı, tebaanızın göçebe olarak yaşamaya devam eden erenlerine ihsân ederseniz, bize vermiş gibi olursunuz.
Allah dostu, mâneviyat eri Geyikli Baba'nın bu kanaat ve ihlâsı, Orhan Gâzî'nin iyice hayranlığını celp eder.
Artık Geyikli Baba'dan duâ almaya, nasîhat dinlemeye yönelir. Nitekim bir ziyaretinde, gittikçe genişleyen devletin yıkılmaması için duâ etmesi isteği gelir aklına ve dileğini şöyle ifade eder:
— Efendi Hazretleri, devletimiz her geçen gün genişlemekte, fetihlere muvaffak olup ilerlemektedir. Duânızı talep ediyorum; fetih durmasın, zafer dinmesin! Geyikli Baba'nın cevabı şöyle olur:
— Her devletin madde ve mânâ olmak üzere iki kanadı vardır. Bu iki kanat sağlam olursa fetih durmaz, zafer dinmez. Yoksa kanadın biri kırılmışsa fetih şöyle dursun, boşlukta duramaz, kanadı kırık kuş gibi düşmekten kurtulamazsınız.
Kur”an-ı Kerim de Ali İmran suresi ayet 104: Sizden, hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.
Buyurmakta olan yüce yaratıcının emrini yerine getiren kurum ve kuruluşlar, eğitim camiaları, kuran kursları ve cemaatlerdir. Bu cemaatlerin içerisinde Ehli Sünnet çerçevesinde var olanları kastediyorum. Her cemaat değil tabii…
Mana derken Müslüman olan bizlerin inanç ve ibadetlerimizdeki samimiyet ve ihlastır. Yoksa günde beş defa Allaha söz verip de –Fatiha suresindeki verdiğimiz söz gibi- sonrasında her türlü haksızlığı ve kötülüğü yapanlar değil hayırlı ümmet.
Devletin mana kanadı maneviyat olduğunu kısaca söyledik, peki madde kanadı nedir?
İkinci önemli kanadıdır madde kanadı. Ekonomik güçtür. Varlıktır, silahtır. Düşmanınızın silahı ile silahlanmamızı bizlere öğüt veren Peygamber yolunda gitmek istiyorsak, düşmanın elinde hangi silah varsa onların aynısından ve hatta daha üstününden yapmazsak yok oluruz.
Mutlaka da onların füzesi var bizimde mi olacak. Elbette ki olacak. Eğer olmasa, o füzenin rotasını değiştirecek bir sinyal gücü, Elektronik bir sitsek üreteceksiniz, onların silahları kendilerini vuracak.
Peki ya bizlerde şu ana kadar hangileri bulundu. Maneviyat derseniz ayaklar altında çiğneniyor. Maddiyat derseniz, hat safhaya ulaşmış ama hiçbir müslümana faydası yok.
Şöyle bir hadis mealinde bizlere verilen öğüt;
Yakında milletler yemek yiyenlerin başkalarını çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi size karşı savaşmak için birbirlerini davet edecekler.
Sahabilerden birisi şöyle der:
Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak? Resulüllah (s,a.v.)şöyle dedi:
Hayır aksine siz o gün kalabalık fakat selin önündeki çerçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak sizin gönlünüze de “vehn” atacak.
Vehn nedir Ya Rasulallah? Diye sorulunca.
Vehn dünyayı fazlaca sevmek ve ölümü kötü görmektir. Buyurdu.
Bindörtyüz sene önce söylenmiş şu söz aynı şu zamanımızı bizlere tarif etmiyor mu?
Bir buçuk milyar İslam aleminin tam ortasında 7,8 milyon Yahudinin zulmünü senelerce izliyoruz. Sadece imanın en son mertebesi olan buğuz edebiliyoruz.
İki müslümanın arasını yine bir başka Müslüman değil de Hırıstiyan veya Yahudi düzeltmeye çalışıyor. Dünya malımıza bir şey olmasın. Malımız eksilmesin.
Bizler sadakalı unuttuk. Sadakayı unuttuğumuz için de Farz olan zekatı vermek bizim nefsimize ağır geliyor. Sadakamızı tam anlamıyla versek, fakir fukara kalmayacak, tük Müslümanların hali vakti yerinde olacak, düşmana karşı her türlü savaş malzemelerini devlete yüklemeyecek kendisi alacak.
Sahabe döneminde savaş aletlerini savaşa gidenler kendileri tedarik ediyorlardı. Eğer alacak imkanları yoksa, zengin sahabiler onların ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlardı.
Ya şimdi, sanki Müslümanlar bu çeşmeden su içemez mantığını gündeme getirmek gerekir diye düşünüyorum.
Ey Müslüman kardeşim, bana biraz güler misin? Eğer dargın olmazsan bu söylediklerimize ikimiz, hatta bir çoğumuz istediğimiz gibi sahip olabiliriz.
Güler yüz sadakadır çünkü. Eğer sadaka vermeye malın yoksa, güler yüz senin için bir sadakadır.
Yönünü Müslüman kardeşinin yüzünden çevirme.
Hele hele birlik ve beraberliğe çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde.
Devletimizin iki kanadını da güçlü tutalım, varlılığımızla ve kardeşliğimizle….