Erdoğan DEMİR
Köşe Yazarı
Erdoğan DEMİR
 

DÜNYEVİLEŞİYORUZ DEĞERSİZLEŞİYORUZ VE DUYARSIZLAŞIYORUZ

Utanmak ateşten hayırlıdır. Der Hz. Hasan. Bu da güzel ahlakla olur.   Zamanımız öyle bir hale geldi ki, bana değmeyen yılan bin yaşasın diyoruz.  Ne kadar para, mal ve mülk varsa hepsi bizim olsun istiyoruz. Başkalarının bunlardan faydalanmasını istemiyoruz. Bize ne oldu ki bu duruma düştük. Komşusu aç iken tok yatan bizden değildi hani. Komşuda pişer bize de düşerdi, nerede kaldı..     Şu üç büyük derdimizi bir anlayabilsek, bir teşhisini koyabilsek o zaman tedavisini yaparız, amma bir türlü teşhisini koyamıyoruz.   Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”   Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye…   *Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzura getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla! Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye çıkışmışlar adama. Adam:   - Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır… dedikçe kadı kızmış:   - Ne delili, ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir!”demiş. Demiş ama bir yandan da merak edermiş:   - Nedir gerekçen? diye sormuş. Adam:   - Bir tek Sultan’a derim… diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş. Padişah da sinirlenmiş ama diğer yandan o da meraklanırmış:   - De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsın? Adam, başı önünde konuşur:   - Delilim vardır, lâkin ispat ister.   - Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?   - O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultanım…   - Eeee!   - Sultanım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak… Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “Ne oluyor, bu ne zulüm? Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş. Bir hafta dolunca, adam:   - Sultanım, artık bırakmak zamanıdır. demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler.   - Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım. demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… Din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine… Sultan:   - Bitti mi? demiş adama.   - Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle demiş.   - Şimdi nedir isteğin?   - Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, âlimini alınız minberinden… Adamın dediğini yapmışlar, Ulucami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler.   Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz? Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış… Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok! Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta tutuklanan koca âlim için:   - Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…   - Kim bilir ne suç etti de tevkif edildi!   - Vah vah! Acırım arkasında kıldığım namazlara…   - Sorma, sorma…   Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:   - Eee, ne olacak şimdi? Adam:   - Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan. Haklısın. demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:   - Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?   Sultan acı acı tebessüm etmiş: - Hava bile haram, hava bile!. demiş. Müslümanlar o hale geldik ki, dünya malı tüm (Allah korusun) inanç ve itikatlımızdan önce geliyor. Mal biriktirmek, para biriktirmek, dünyalığımızı çoğaltmak o kadar önemli ki şu zamanımızda. Allah korusun, imandan önce dünyalık diyoruz.   Dünyalığınız yoksa hiç değeriniz yoktur şu toplumda. İsterseniz iki fakülte bitirin, isterseniz birden fazla medrese bitirin paranız yoksa hiç değeriniz yoktur.   En iyi idareci bile olsanız malınız ve mülkünüz yoksa, gariban bir kişi iseniz hiç değeriniz yoktur. İş bilmeyeni, tecrübesi olmayanı, liyakatı olmayanı değerli kılar bizim toplum.   Tabi bu kadar dünyevileşmenin sonunda toplumda değerimiz de azalıyor. Hele manevi sahada itibar sahibi olanlar dünyalığa önem verirse toplumda ona saygı duyanlar bu sefer hiç itibar etmezler.   Değersiz bir hale gelirler maalesef.   Hiç bir değeriniz kalmaz. Sizlere değer veren kişilerin gözünden düşer itibarsızlaşırsınız.   En sonunda da bir bakmışsınız ki kendiniz bile kendinizi tanıyamaz hale gelmişsiniz, tüm olup bitenlere karşı duyarsızlaşıvermişsiniz.   Bu üç hastalıktan Müslümanların mutlaka kurtulması gerekir. Kimseyi hedef almadım Sadi Şiraz inin bir sözü var;   Kişiye hatası söylenmezse kabahatini hüner zanneder. Ben de toplumumuzun kusur ve kabahatlerini dile getirdim.   Duyarsız Müslümanlar hayır çeşmesinden su içemez, yasak değil amma Allah nasip etmeyebilir, Allah-u Alem.   Peki bu Müslümanlar bu çeşmeden nasıl su içsin, siz söyleyin…
Ekleme Tarihi: 09 Mayıs 2019 - Perşembe

DÜNYEVİLEŞİYORUZ DEĞERSİZLEŞİYORUZ VE DUYARSIZLAŞIYORUZ

Utanmak ateşten hayırlıdır. Der Hz. Hasan. Bu da güzel ahlakla olur.

 

Zamanımız öyle bir hale geldi ki, bana değmeyen yılan bin yaşasın diyoruz.  Ne kadar para, mal ve mülk varsa hepsi bizim olsun istiyoruz. Başkalarının bunlardan faydalanmasını istemiyoruz. Bize ne oldu ki bu duruma düştük. Komşusu aç iken tok yatan bizden değildi hani. Komşuda pişer bize de düşerdi, nerede kaldı..  

 

Şu üç büyük derdimizi bir anlayabilsek, bir teşhisini koyabilsek o zaman tedavisini yaparız, amma bir türlü teşhisini koyamıyoruz.

 

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

 

Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye…

 

*Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzura getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla! Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye çıkışmışlar adama. Adam:

 

- Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır… dedikçe kadı kızmış:

 

- Ne delili, ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir!”demiş. Demiş ama bir yandan da merak edermiş:

 

- Nedir gerekçen? diye sormuş. Adam:

 

- Bir tek Sultan’a derim… diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş. Padişah da sinirlenmiş ama diğer yandan o da meraklanırmış:

 

- De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsın? Adam, başı önünde konuşur:

 

- Delilim vardır, lâkin ispat ister.

 

- Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?

 

- O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultanım…

 

- Eeee!

 

- Sultanım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak… Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “Ne oluyor, bu ne zulüm? Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş. Bir hafta dolunca, adam:

 

- Sultanım, artık bırakmak zamanıdır. demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler.

 

- Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım. demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… Din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine… Sultan:

 

- Bitti mi? demiş adama.

 

- Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle demiş.

 

- Şimdi nedir isteğin?

 

- Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, âlimini alınız minberinden… Adamın dediğini yapmışlar, Ulucami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler.

 

Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz? Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış… Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok! Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta tutuklanan koca âlim için:

 

- Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…

 

- Kim bilir ne suç etti de tevkif edildi!

 

- Vah vah! Acırım arkasında kıldığım namazlara…

 

- Sorma, sorma…

 

Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:

 

- Eee, ne olacak şimdi? Adam:

 

- Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan. Haklısın. demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:

 

- Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?

 

Sultan acı acı tebessüm etmiş:

- Hava bile haram, hava bile!. demiş.

Müslümanlar o hale geldik ki, dünya malı tüm (Allah korusun) inanç ve itikatlımızdan önce geliyor.

Mal biriktirmek, para biriktirmek, dünyalığımızı çoğaltmak o kadar önemli ki şu zamanımızda. Allah korusun, imandan önce dünyalık diyoruz.

 

Dünyalığınız yoksa hiç değeriniz yoktur şu toplumda. İsterseniz iki fakülte bitirin, isterseniz birden fazla medrese bitirin paranız yoksa hiç değeriniz yoktur.

 

En iyi idareci bile olsanız malınız ve mülkünüz yoksa, gariban bir kişi iseniz hiç değeriniz yoktur. İş bilmeyeni, tecrübesi olmayanı, liyakatı olmayanı değerli kılar bizim toplum.

 

Tabi bu kadar dünyevileşmenin sonunda toplumda değerimiz de azalıyor. Hele manevi sahada itibar sahibi olanlar dünyalığa önem verirse toplumda ona saygı duyanlar bu sefer hiç itibar etmezler.

 

Değersiz bir hale gelirler maalesef.   Hiç bir değeriniz kalmaz. Sizlere değer veren kişilerin gözünden düşer itibarsızlaşırsınız.

 

En sonunda da bir bakmışsınız ki kendiniz bile kendinizi tanıyamaz hale gelmişsiniz, tüm olup bitenlere karşı duyarsızlaşıvermişsiniz.

 

Bu üç hastalıktan Müslümanların mutlaka kurtulması gerekir. Kimseyi hedef almadım Sadi Şiraz inin bir sözü var;

 

Kişiye hatası söylenmezse kabahatini hüner zanneder. Ben de toplumumuzun kusur ve kabahatlerini dile getirdim.

 

Duyarsız Müslümanlar hayır çeşmesinden su içemez, yasak değil amma Allah nasip etmeyebilir, Allah-u Alem.

 

Peki bu Müslümanlar bu çeşmeden nasıl su içsin, siz söyleyin…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.