Şu son zamanlarda GDO diye bir terim kullanılmaktadır. Ne demek GDO; Genetiği değiştirilmiş Organizma. En fazla gıda sektöründe söz konusudur.
Bir de GDO “lu diyet tarifleri var ki sormayın gitsin.
Haliyle tüm insanlık panik halindeyiz bu GDO yüzünden.
Nasıl anlarız bu GDO”su değiştirilmiş herhangi bir yiyeceği, bunları yemekten nasıl kurtuluruz diye hep panikleriz.
Hani büyüklerimiz, annelerimiz, babaannelerimiz veya anne annelerimizin o öpülesi elleri parçalanırcasına ovalayarak tarhana veya makarna yaparken, sizler ve bizler;
Aman beee, boş versene” deyip bakkaldan, marketten hazır makarna ve hazır çorba alıyoruz.
Bu büyüklerimiz rahmetli oldu ve bizler tarhana ve makarnanın tarifini o büyüklerimizden alıp bir kenara yazmadık ya, o nedenle bizler genetiği değiştirilmiş organizma, hazır çorba, pasta yemekten kurtulamıyoruz maalesef…
Ne yapalım, ne verirlerse evdekiler onu yiyeceğiz. İster evde kendileri yapsınlar, isterse marketten hazır alsınlar.
Kız evlat yetiştiriyoruz, iyi yetişmesi için de en iyi okullara gönderiyoruz. Oralarda piyano çalıyor, İngilizceyi kendi ana dilinden iyi konuşuyor, Amerikan müzik türlerinin hepsini biliyor. Okuduğuna göre de bilmesi gerekir değil mi?
Ama gelin görün şeker, limon ve su ile limonata yapmasını bilmiyor. Karadenizlidir, balık kızartmasını hele hiç bilmiyor. Üniversiteye gittiğinde annesine telefonla balık kızartma tarifini, makarna haşlama tarifini soracak kadar bilgisiz yetişiyor.
Yoğurdu çırpıp ayran yapamayan evlatlarımız var. Beklide bana güleceksiniz nerede öyle kişiler amma maalesef bulunuyor bu tipler toplumumuzda. Her şeyini annesine yaptıran, kendi giydiği eteğin veya gömleğin ütüsünü bile yapamayan evlat yetişiyor evlerimizde.
Peki bu evlatlarımızın kendi genetiği değiştiği halde yine genetiği değiştirilmiş kola ve gazoz türü yani meşrubat içmeye mahkum ediyoruz.
Evlatlarımız böyle de peki ya torunlarımız nasıl. Bunlardan hiçbir garkı yok maalesef.
Bizler evde sütlaç yapmadığımız veya yapamadığımız , kek yapmaya üşendiğimiz için, evde kendimiz hamur yoğurup da ekmek pişiremediğimiz için, içerisinde ne olduğunu bilmediğimiz çubuk kraker, gofretler, hazır mısır patlaklarını kemiriyor sizin çocuklarınız.
Hamur yoğurup yufka açmayı, mis gibi ıspanaklı börek yapıp da çantasına koyamadığımız için çocuklarımız maalesef hamburger, çitos bağımlısı oldular.
Pekmez, reçel , tahin köylü işi deriz, ama cık vıcık ne idüğü bilinmeyen yağ fışkıran kremaları sanki modernliğin bir gereği gibi yiyoruz, hele bu tüketim devam ettikçe çocuklarımız daha 8 yaşlarında ayıya döndü, yürürken yuvarlana yuvarlana gidiyorlar. Nefesleri tıkanıyor, merdivenleri çıkamıyorlar.
Daha küçük yaşta bile genetiğimizi bozdular, bozdurdular. Ne oldu bize. Evde yoğurt yapmak çok mu zor. Eskiden en az elli kilo salçalık biber alıyorduk, evde bir kışlık en az iki veya üç evin kullanabileceği kadar salçayı yapabiliyorduk. Şimdi ise kadınlarımız 4x4 oldu sanki, kapıdan içeriye giremeyecek vaziyet aldılar.
Oruç tutmak mideyi ve vücudu dinlendirir. Namaz kılmak spor manasına bedeni dinlendirir. Fitre zekat manevi huzur verir. Sanki başkalarına çok iyilik yapmışsınız gibi gelir insana.
Amma bunları bile yapamaz hale geldik. İnancımızın ve yaşantımızın genetiğini bozdular. Sanki şeytanın askerleri olduk.
Kırk kişinin Lailahe illallah demesiyle kabedeki putlar devriliyordu o sesin gürlüğünden. Şimdi ise bir buçuk milyar İslam alemi her gün söylüyor amma değil putların kılı bile kıpırdamıyor. Hele İsrail, Amerika şu Müslümanlara bu kadar zulüm yapabiliyor.
İnanç genetiğimizi bozdular .
Yaşam genetiğimizi bozdular. Şikayet edip duruyoruz. İçine katkı maddesi katılıyor, zorla beyazlatılıyor diye yediğimiz ekmekten şikayet ediyoruz.
İster buğday unundan yapılsın, isterse çavdar unundan, gerçekten çok mu zor evde ekmek pişirmek. Ah onun tadını ve lezzetini bir bilseniz. Ben köye gidince mutlaka sobada pişirilen ekmekten yerim, tabii yapılırsa, tabii o da yapılmıyor. Zor geliyor bizlere ve ailelerimize…
Binlerce lira para verip abuk-sabuk ambalajlı , abuk sabuk meyveli hazır yiyeceklerden medet umuyorsunuz. Niçin kabak tatlısı yapmayı öğrenmiyorsunuz veya kabak kızartmasını niçin sevmiyorsunuz.
Adam 55 kilo gelebilen kabak üretebiliyor da, başkaları acaba üretemezler mi?
Hani bir zamanlar köylerde yaşarken her akşam bir kişinin evinde toplanırdık, kuzine sobanın fırınında patates pişirirdik, onu yiyene kadar bir veya iki saat zaman geçerdi. Bir de sohbet ortamı o kadar zevkli olurdu ki…
Peki hurra diye köyden kente göçerken köy yaşantımızı unuttuk, dışarıda tıkınmayı şehirleşme zannettik, bir de köye giderken bir veya iki şişe kola alıp gider, onları içeriz de ayranı sevmeyiz.
Şehre gelince de ayran içesimiz geldiğinde genetiği değiştirilmiş, ne olduğunu bilmediğimiz pet bardakta ayran içeriz.
Köy ayranı içmedik, kola meysu içtik. Ondan sonra da hayvancılık öldü diye bangır bangır bağırıyoruz.
Allah Kur”anda beş vakit namazı ayrı ayrı yerlerde emrediyor, çıkmış birisi beş vakit değil üç vakittir diyebiliyor. İbadet genetiğimizi bozdular.
İnanç genetiğimizi bozdular, Ahiret alemi yoktur , ahrete iman diye bir şey yoktur, kabir hayatı yoktur diyor sözde ilim adamı, sözde profesör.
Genetiğimizi bozdular bizim.
Ya kafamızı değiştirip özümüze döneceğiz, Ya da Avrupa Amerika ne verirlerse onu yiyeceğiz….