Dostlar, şöyle çevremize bir bakalım, çevremizde veya daha da büyütelim toplumumuz içinde bizleri, insanları en çok üzen konulardan en önemlisi bence insanların birbirlerinin kalplerini kırmaları, morallerini bozmaları ve gönüllerini incitmeleridir.
Hepimiz mutlaka zaman zaman incittiğimiz, b.ilerek veya bilmeyerek kalbini kırdığımız arkadaşımız, eşimiz, dostumuz veya kendi çocuğumuz dahi vardır.
Şunu çok iyi bilin ki; her gönül mutlaka hürmete layıktır, bunu unutmayın. Hani söyleriz ya “gönül alma” diye. Bu gönül alma tabiri caizse gönül alma işini çokça yapmalı bir birimizin gönlünü almalıyız.
Bir söz söylediğimiz zaman mutlaka kendimizi karşımızdakinin yerine koyup, acaba bana darılıp gücenir mi? Bana gönül koyar mı? Diye düşünmeden, hesap kitap yapmadan kırıcı olabilecek sözlerden kaçınmamız gerekir.
Gönül rızasını alırken, küçükleri sevindirmek ve büyüklerin de duasını almak dururken, gönül yıkmaya ne gerek var ki?
Bazı kişiler var ki, gönül kırmayı sanki bir hünermiş gibi görüyor. Bir istekte bulunsan mutlaka ters tepki verir. Bir işiniz düşse mutlaka sanki neden geldin dercesine kişinin işini yapar.
Bizlere birisi bir söz söylediği zaman ona cevap verirken mutlaka karşımızdakinin yüzüne veya gözüne bakarak cevap vermemiz gerekir. Aksi takdirde söylediğiniz sözün o kişi nezdinde hiçbir değeri ve kıymeti de yoktur.
Gönül kırmak, kalp kırmak çok kolay ama gönül almak ve kırılan kalbi düzeltmek çok zordur. Ne demiş Mevlana:
Gönül öyle yol geçen hanı değil; Dergahtır..! /Öyle paldır küldür girip-çıkılmaz; Günahtır..!
Bazı kişiler var ki, dilini tutmaz, davranışı bilmez, karşısındakini incitir ve utandırır. Bu nedenle çok sayıda kişi, bir anda bazen en yakın dostlarını, bazen en çok sevdiği insanı, bazen de kendisini en çok seveni kaybeder.
Kalp kırıldıktan sonra da özür dilemek ise pek işe yaramaz. Kalp kırıldıktan sonra dilenen özür, doyduktan sonra sofraya gelen tuz gibidir, tuza ihtiyaç olmadığı gibi özre de ihtiyaç kalmayabilir. Tıpkı anlatılan şu hikâyede gibi:
Adam karısına pek hoş davranmaz, kalbini kırar. Sonra karısından sofrayı kurmasını ister.
Kadıncağız hiç sesini çıkarmadan kurar sofrayı ve buyur eder kocasını. Adam sabırsızca sofraya oturur, iştah kabartacak bir zevkle yemeye başlar.
Yemek tuzsuz olmuştur. Birkaç lokma yedikten sonra karısından tuz ister. Karısı;
-Sen yiyedur ben getiririm. der ve içeri gider. Adam ikide bir;
-Tuz nerde kaldı?. diye sorar. Kadın her seferinde:
-Tamam, getiriyorum.diye cevap verir. Fakat tuz bir türlü sofraya gelmez.
Neyse adam tuzu isteye karnını doyurur. Sonra aklı başına gelir.
Az önce hatununun kalbini kırdığı için özür diler. Hanım mutfağa gider ve elinde tuzla geri döner. Adam merak eder ve sorar;
-Bu ne şimdi karnım doyduktan sonra tuzu ben ne yapayım” der. Karısı da ona;
-Senin kalbimi kırdıktan sonra dilediğin özür, doyduktan sonra sofraya gelen tuz gibidir, ihtiyaç kalmaz… der.
Çevremizde genelde bu tip kalp kırmalar, seçim zamanlarında, baba öldükten sonra öz kardeşler arasında, hatta bu tip durumlarda değil kalp kırmak, ölüme kadar götüren olaylar da oluyor.
Dostlar dikkat etmek lazım! Kalp kırmamak, gönül incitmemek lazım. Çünkü gönül sevgi demektir, sevmek demektir.
İnsanlar için güzel dostluklar kurmak kadar, dostlarına olan muhabbetini göstermek de çok önemlidir.
Bunun tabii bir çok yolu var. Dikkat ederseniz bazen bir gülümseme bile muhteşem bir sevgi ve dostluk işaretidir.
Gönülden gönle yol gider denilir ya, gönle ulaşmanın yolu ise sevgidedir ve inceliktedir.
Asık suratlı, sert ve kaba insanların bir gönle girmesi çok zordur ve de düşünülemez.
Bir söz var: “Gidemediğin yer senin değildir.” diye. Bu sözü, genelde gideceği yerler sadece maddi olanlar kullanır ve benimserler.
Oysaki manevî yolları açan şu gerçektir: Gidemediğin gönül de senin değildir!
Evet, dostlar, giremediğimiz gönül bizim değildir hiç bir zaman bunu unutmayalım.
Giremediğin gönül senin değildir, gönül yalnız gönül vermekle alınır, gönül istiyorsan, önce gönlünü vereceksin