İçi bal fıçılarıyla dolu bir gemi limana yaklaştı. İşçiler bal fıçılarını boşalttıkları sırada fakir olduğu hâlinden belli olan yaşlı bir kadın elinde küçük bir kâseyle çıkageldi. Balların sahibi olan tacirin yanına gidip, kendisine kâse dolusu bal vermesini istedi. Tacirin sessiz kalıp kendisine bal vermediğini gören yaşlı kadın ümitsizce geri döndü…
Yaşlı kadın oradan ayrılınca tacir, hemen olaya şahit olan genç çalışanını çağırıp yaşlı kadını takip etmesini ve evine bir fıçı dolusu bal götürmesini söyledi. Genç adam şaşırıp kalmıştı:
– Kadıncağız sizden azcık bal istedi, vermediniz; şimdi ise bir fıçı bal gönderiyorsunuz!
Tacir cevap verdi:
– Ey genç! O kendi miktarınca ve ihtiyacı kadar ister, ben de kendi miktarımca ve gücüm kadar bağışlarım…
Allah'ım! İhtiyaç kâselerimiz bizim de küçük ve derinliği sığdır… Sen ki cömertlerin en cömerdisin, kendi cömertliğin miktarınca bizlere bolca bağışta bulun…
Şu çevremizde böyle bir zengin gördünüz mü? Duydunuz mu? Ben ne duydum ne de gördüm. Zenginini bir tanesi köylü vatandaşa; ben sana bir ekmek dahi alamam, dediğine şahit oldum.
Bir söz vardır “Dosttan gelen zehir olsa bal olur, düşmandan gelen bal olsa zehir olur.” Diye. Söyleyen kim olursa olsun, gerçekten de çok güzel bir söz. Lokman Hekim”in şu kıssası tam da bu sözü doğrulamaktadır.
Günün birinde dönemin padişahı Lokman-ı Hekim’e yaptıklarından dolayı öfkelenmiş ve adamlarını göndermiş yaka paça tutuklayıp huzuruna çıkarmışlar. Padişah, Lokman Hekim’e şöyle der:
“Ben padişah’ım ama her yerde senin adın dillendiriliyor. Bu böyle olmaz. Kimin güçlü olduğunu sınamamız lazım. Seninle şart tutalım. Her birimiz birbirine bir kase bir şey sunsun ve içsin. Kim sağ kalırsa gerçek hekim, gerçek güç odur, diğeri ona biat edecek”
Tabi Lokman Hekim padişahın bu şartını kabul edince, Padişah gün belirliyor;
“Filan gün gel sana bir kase sıvı sınacağım, içeceksin” der. Lokman Hekim gidiyor, tabi padişahın nasıl bir kişilik sahibi olduğunu bildiğinden hazırlık yapıyor, eşine:
“Yarın padişahın yanına gidip döndüğümde, hemen beni bu çukura koyacak gırtlağıma kadar toprak altına gömeceksin der” ve gider.
Padişah da bu arada hazırlığını yapmış ve ülkenin en öldürücü yılanlarından bir kase dolusu zehir sağıp hazırlatmıştır. Lokman Hekim tahmin ettiğinden şaşırmaz, kaseyi soğukkanlılıkla alır içer ve dosdoğru eve koşar. Eşi onu boğazına kadar toprağa gömer. Her gün ona su ve yemek içirir. Zehir bedenini delik deşik eder, yakar. Öyle ki zehirin hışmından toprak köpürür ama Lokman Hekim’in iradesi ve tedavi yöntemi zehiri yener ve bir süre sonra bu öldürücü süreçten yenilenmiş olarak adeta yeniden doğarak çıkar.
Padişahın huzuruna çıktığında Padişah hayretler içinde korkuya kapılır. Çünkü ona içirdiği zehirin sadece bir damlasını denemek için bir adamına içirtmiş ve anında vücudu delik deşik olup ölmüştür. Lokman Hekim bir kase dolusunu içmiş olduğu halde daha sağlıklı dönmüştür. Bu padişahı korkuya boğar ama yine de söz vermiştir, yoksa itibarı kalmayacak bir para olacaktır. Lokman Hekim’e
“Tamam sen şartımı yerine getirdin, şimdi sıra sende, söyle bana ne içireceksin?” der. Lokman-ı Hekim gülümseyerek gayet rahat;
“Sayın Padişahım hiç acele etmeyin günü geldiğinde size hayal bile edemeyeceğiniz bir kase dolusu bir sıvı vereceğim” der ve gider.
Padişahı saran korku daha da büyür, bu Lokman Hekim bana nasıl bir zehir hazırlayacak, panzehiri ne olabilir diye düşüne düşüne gözüne uyku girmez, psikolojisi altüst olur, günden güne zayıflar, mum gibi erir. Nihayet günü geldiğinde padişah gerçekten de Lokman-ı Hekim bana nasıl bir zehir içirecek korkusuyla ruhen, bedenen öyle zayıflamıştır ki onun bu halini gören Lokman Hekim:
“Padişahım” der, Siz adamlarınızı gönderip beni yaka paça huzura getirip en etkili zehirlerden bir kase dolusu sundunuz, ben ise öyle yapmayacağım, size gayet insani davranacağım, hiç bir düşmanlık, hiçbir kin yok içimde. Size ülkem ormanlarının en hasından en doğalından bir kase dolusu bal getirdim, buyrun yüreğiniz varsa afiyetle için” der.
Padişah duyduklarına inanmakta zorlanır. Aylardır en etkili zehirin ne olabileceğine kafa yorarken Lokman Hekim “aptallık!” yapıp bir kase bal mı getirip sunuyor?
Padişah bal dolu kaseyi alır ve bir dikişte içer. Ne yazık ki kısa bir süre geçmeden yüreği bu kadar tatlıya dayanamaz, çünkü korku dolu bedeni çok zayıf düşmüştür ve düşer ölür. Bu hadiseyi görenler Lokman Hekim’in gücüne, dürüstlüğüne ve haklılığına biat eder…
Dost; sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaş, iyi görüşülen kimse, düşman karşıtı, bir şeye düşkün olan, aşırı ilgi duyan kimse, iyi geçinen, aralarında iyi ilişki bulunan olarak tanımlanmaktadır.
Allah (CC) Nisa suresi 45.ayette “Allah sizin düşmanlarınızı çok iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter. Ve yardımcı olarak da Allah yeter.” Uyarısında bulunurken çevremizde bize yüce Allah(cc)’ı hatırlatan ve hiç bir şekilde herhangi bir menfaati olmayan sağlam dostlara ihtiyacımız vardır. Dost olarak bellediğimiz kişilerden gelen zehri bile tereddütsüz içmeliyiz ki bu bizim ihlasımızdan dolayı yüce Allah(cc) tarafından bala çevrilsin, aksi halde yapmanın zor, yıkmanın kolay olduğu günümüz dünyasında hem maddi, hem manevi anlamda başarıya ulaşmamız imkansız hale gelir.
İzzet ve şerefin iman edenlerin yanında olduğunu hiç unutmamamız gerekir.
Peki dost neden insana zehir sunsun? veya insana zehir sunan dost mu olur? Bu durumun müminlerin gerçek dostluğunu istemeyen şeytan ve dostları tarafından gerçekleştirildiğini aklımızdan çıkarmamamız gerekir.
Mevlana’nın “Seni dostundan ayıran sözü dinleme.” sözü bizlere en büyük düşmanımız olan nefsimizin dostlarımıza karşı vermiş olduğu vesveselere kulak asmamamızı öğütlemektedir.
“Güzel bakan güzel görür, güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” sözünü hayatımıza düstur edinmemiz gerekir. Yine Yapmanın zor ama yıkmanın kolay olduğunu, hayvanlarında yıkar ama hayvan yapamaz, yapan ve yapıcı olması gereken insandır.
Yine “Kalbinde zerre kadar kibir olan cennete giremez.”” ve “Kibir, hakkı iptal, halkı tahkirdir.”” hadisleri kibir hastalığına karşı bizleri şiddetle uyarmaktadır.
Bu bilgiler ışığında insanlara ve İslama hizmet için çalışanlar çok dikkat etmelidir. Hizmetin selameti, aynı zamanda ihlâsın kazanması ve muhafaza edilmesi tevazu ile mümkündür.
Allah (CC) bizleri, bir buz parçası hükmünde olan benlik ve enaniyetini şahs-ı manevi olan o büyük havuza atıp eritenlerden eylesin.
Olaylara, çevrenize, insanlara güzel bakarsanız güzel görürsünüz….