Nuri KAHRAMAN
Köşe Yazarı
Nuri KAHRAMAN
 

BİR BAYRAM, İKİ HOCA, ÜÇ ESPRİ...

Bugün, Bayram Neşesi bağlamında latîfe ağırlıklı yazmaya çalışacağız. Şimdi önce, arifenin arifesi gününe gideceğiz. Orada bir hüzün seferi var ama, satır aralarından latîfeler devşirmeye çalışacağız. Hiç öyle şey olur mu diyeceksiniz belki ama, Mevlânâ gibi, ölüm gecesini düğün gecesi olarak görenler varken, ve de ölümün cennete götüren bir köprü olduğunu düşündüğümüzde, bunda şaşılacak bir şey olmadığı da görülür. Her neyse; latîfemizin kaynağı da oldukça bildik tanıdık bir isim; Yaşar Pamuk. Sanâyi esnafından Egzosçu Hayrettin YILDIRIM’ın annesinin cenâzesi günü. Nûriye Annemize son görevimizi yapmak üzere Eymür’e birlikte gittik geldik. Fakat, öncesinden bildiğimiz gibi, şoförlük tarzı farklı. Âni hareketleri var. Bâzen yürekleri ağıza getiriyor. Yapma başkan, çelik çocuğumuz var, sen de artık başkansın, büyük sorumlulukların var; her şeyden önce OrduSporu kurtaracaksın falan desek de, huylu huyundan vazgeçemiyor. Neyse, çok sıkıştırınca işi bir fıkrayla geçiştirmeye çalıştı. Latîfenin böyle faydaları da mevcut tabiî. KÖYÜN MİNİBÜSÇÜSÜ… Fıkra bu ya; mahşer günü hocayla, köyün minibüsçüsü aynı gruba düşmüşler. Fakat, imam efendi, dînî konularda neredeyse hiç de behresi olmayan dolmuşçudan daha geri konumdaymış. Allâh Allâh demiş kendi kendisine ve minibüsçüye sormadan edememiş. -         Sayın Hocam; bunda şaşacak bir şey yok! Mâlum ben yolcu taşıyorum. Öyle araba kullanıyorum ki, özellikle virajlarda, kasislerde bir oraya bir buraya savruluyor yolcular. Yürekleri ağızlarına geliyor. Bu arada da LÂ HAVLE çekiyorlar, SÜPHÂNÂLLÂH, AMAN ALLÂH, YANDIM ALLÂH! diyorlar, Allâh’a ilticâ ediyorlar. Duâ edip yakarıyorlar. Onlara senden daha çok zikir çektiriyorum. Ondan olmalı!” diyesiymiş gûyâ. Derken bu arada bizim de yolculuğumuz bitiyor. Yine de, kendisine teşekkür, kazâsız-belâsız olarak şehre dönebildiğimiz için de Allâh’a şükr’ederek arabadan indik.             Şimdi biz, cenâzenin hem Ordu’daki, hem de köydeki aşamalarında, köyden de, çarşıdan da komşumuz olan ve bizler üzerinde çok emeği ve hakkı bulunann Nûriye Yenge için en güzeliyle görev yapmaya çalıştık. Helâlleştirdik, Kur’an okuduk, duâsını yaptık, hattâ sevap alalım diye ayrıca üzerine toprak da attık. Öldüğü akşam da ayrıca okuduk. Yaşar Başkan, gerçi şimdi yollar iyi, öyle fazla lâhavle çekme durumu olmadı ama, buna rağmen ötede yine de bize fark atacağını mı söylemeye çalıştı dolaylı olarak, onu da bilmiyoruz!             Zâten, fıkralara, kıssalara, şuna-buna bakmayalım; biz işimize bakalım! Onu ve her şeyin aslını sonuçta Allâh bilir sevgili dostlar; değil mi?  Fıkralarda tebessüm edelim ama, işin ciddiyet boyutunu aslâ ihmâl etmeyelim. Çünkü, ölümün ve de uhrevî gerçeklerin şakası yok sonuçta; dönüşü de! HOCANIN YAPTIĞI!...             İnşâllâh, ölümlerimizin de bizlerin sonsuz bayramları olması dileğiyle, bu son yaşadığımız bayramdan esprilerle sözlerimizi sürdürüyoruz. Şimdi yineEymür’deyiz. Bu defâ konuğumuz amca oğlu Ümit. Aynı zamanda teyze oğlum da oluyor. Çünkü, anlaşıldığı gibi rahmetli babamla amcam bacanaklardı. Ümit Kardeş başta olmak üzere hepsi de âile boyu espritüeller. Onlarla olduğunuzda adım başı espri yakalanıyor.  Hattâ, Ümit’in kimi esprileriniÜmitnâme başlığıyla toparlamaya çalışıyoruz. Ancak yetişmek mümkün değil. Bir gün bile dolaşsanız yığınla espri not almanız gerekiyor çünkü. Her neyse biz bugün, bayramda anlattığı bir olayı nakl’edeceğiz yalnızca. Kendisi, adı gibi Ümit bir isim aynı zamanda. Arabasıyla olsun, âzâ vasfıyla veyâ komşu olarak herkesin işine koşmaya çalışır. Köyün genel işleriyle de ilgilenir. Bir gün, alel’acele bir kömür iâde işi ya da bir başka köye nakil işi mi ne vardır, bunu Ümit’e havâle ederler. Ümit yükü götürür. Hocayla birlikte indirmeye başlarlar. O arada bir cenâze çıkar, hocaya okumak üzere selâ okuması gelir. Hocanın gözü ışıldar, kâğıdı kapmada minâreye koşar. Cihazı açıp okumaya başlar. Bu arada, kablo uzundur. Mikrofon elinde arada dışarı çıkıp bakar; hattâ dışarıdan doğru okur. Göz ucuyla da dönüp arada Ümit’e bakarmış. Sözü uzatmayalım, hoca iş sürdüğü sürece selâyı uzatmış da uzatmış. Ne zaman iş bitmiş, hoca da selâyı bitirmiş! Tabiî, Ümit’in bunu jest ve mimiklerle anlatışı çok daha ayrı bir manzara! Kendisiyle bizzat görüşüp dinlemeden işin fıkra boyutunu tam duyumsamak mümkün değil. İnşâllâh ileriki zamanlarda diğer fıkramsı esprilerine de yer veririz. BAYRAM YOLLARI… Son olarak, çok da fıkra boyutu yok ama, yine köy komşularımızdan Vedat Karaca Kardeşden söz edeceğim. Biz de bu husûsu yeni fark ettik. Kendi adı Vedat. Üç oğlu var. Adları Vahdet, Volkan, Vural. İsimlerinin baş harfleri hep aynı. Hepsi de birbirinden boylu ve de gürbüz, güleryüzlü, uyumlu, sempatik gençler aynı zamanda. Hepsi de işe girmişler, çalışıyorlar. Uyumlu bir âile olarak gurbet ellerde tutunmayı başarmışlar mâşâllâh. Yıllarca yaşadıkları İstanbul’dan sırf bayramlaşmak için gelmişler. Bizlere de uğradılar. Buradan da İstanbul’a döndüler. Allâh râzı olsun. Rabbim yollarını ve bahtlarını açık etsin. Bayram için, komşuluk için, dostluk, kardeşlik ve insanlık için yollara düşen cümle kardeşlerimizi, Yüce Rabbimiz sonsuz bayramlarına ulaştırsın inşâllâh. Tabiî her bayramın bir de trafik blânçosu var, oluyor. Allâh için, Bayram yolunda, kardeşlik uğrunda kazâya uğrayıp can verenlere de Rabbimiz uhrevî esenlikler ihsan eylesin inşâllâh diyerek sözü bağlıyor, hepinize -nice bayramlara sevdiklerinizle erişmeniz dileğiyle- içten sevgiler, saygılar sunuyoruz ves’selâm…
Ekleme Tarihi: 20 Temmuz 2015 - Pazartesi

BİR BAYRAM, İKİ HOCA, ÜÇ ESPRİ...

Bugün, Bayram Neşesi bağlamında latîfe ağırlıklı yazmaya çalışacağız. Şimdi önce, arifenin arifesi gününe gideceğiz. Orada bir hüzün seferi var ama, satır aralarından latîfeler devşirmeye çalışacağız. Hiç öyle şey olur mu diyeceksiniz belki ama, Mevlânâ gibi, ölüm gecesini düğün gecesi olarak görenler varken, ve de ölümün cennete götüren bir köprü olduğunu düşündüğümüzde, bunda şaşılacak bir şey olmadığı da görülür.

Her neyse; latîfemizin kaynağı da oldukça bildik tanıdık bir isim; Yaşar Pamuk. Sanâyi esnafından Egzosçu Hayrettin YILDIRIM’ın annesinin cenâzesi günü. Nûriye Annemize son görevimizi yapmak üzere Eymür’e birlikte gittik geldik. Fakat, öncesinden bildiğimiz gibi, şoförlük tarzı farklı. Âni hareketleri var. Bâzen yürekleri ağıza getiriyor. Yapma başkan, çelik çocuğumuz var, sen de artık başkansın, büyük sorumlulukların var; her şeyden önce OrduSporu kurtaracaksın falan desek de, huylu huyundan vazgeçemiyor. Neyse, çok sıkıştırınca işi bir fıkrayla geçiştirmeye çalıştı. Latîfenin böyle faydaları da mevcut tabiî.

KÖYÜN MİNİBÜSÇÜSÜ…

Fıkra bu ya; mahşer günü hocayla, köyün minibüsçüsü aynı gruba düşmüşler. Fakat, imam efendi, dînî konularda neredeyse hiç de behresi olmayan dolmuşçudan daha geri konumdaymış. Allâh Allâh demiş kendi kendisine ve minibüsçüye sormadan edememiş.

-         Sayın Hocam; bunda şaşacak bir şey yok! Mâlum ben yolcu taşıyorum. Öyle araba kullanıyorum ki, özellikle virajlarda, kasislerde bir oraya bir buraya savruluyor yolcular. Yürekleri ağızlarına geliyor. Bu arada da LÂ HAVLE çekiyorlar, SÜPHÂNÂLLÂH, AMAN ALLÂH, YANDIM ALLÂH! diyorlar, Allâh’a ilticâ ediyorlar. Duâ edip yakarıyorlar. Onlara senden daha çok zikir çektiriyorum. Ondan olmalı!” diyesiymiş gûyâ.

Derken bu arada bizim de yolculuğumuz bitiyor. Yine de, kendisine teşekkür, kazâsız-belâsız olarak şehre dönebildiğimiz için de Allâh’a şükr’ederek arabadan indik.

            Şimdi biz, cenâzenin hem Ordu’daki, hem de köydeki aşamalarında, köyden de, çarşıdan da komşumuz olan ve bizler üzerinde çok emeği ve hakkı bulunann Nûriye Yenge için en güzeliyle görev yapmaya çalıştık. Helâlleştirdik, Kur’an okuduk, duâsını yaptık, hattâ sevap alalım diye ayrıca üzerine toprak da attık. Öldüğü akşam da ayrıca okuduk. Yaşar Başkan, gerçi şimdi yollar iyi, öyle fazla lâhavle çekme durumu olmadı ama, buna rağmen ötede yine de bize fark atacağını mı söylemeye çalıştı dolaylı olarak, onu da bilmiyoruz!

            Zâten, fıkralara, kıssalara, şuna-buna bakmayalım; biz işimize bakalım! Onu ve her şeyin aslını sonuçta Allâh bilir sevgili dostlar; değil mi?  Fıkralarda tebessüm edelim ama, işin ciddiyet boyutunu aslâ ihmâl etmeyelim. Çünkü, ölümün ve de uhrevî gerçeklerin şakası yok sonuçta; dönüşü de!

HOCANIN YAPTIĞI!...

            İnşâllâh, ölümlerimizin de bizlerin sonsuz bayramları olması dileğiyle, bu son yaşadığımız bayramdan esprilerle sözlerimizi sürdürüyoruz. Şimdi yineEymür’deyiz. Bu defâ konuğumuz amca oğlu Ümit. Aynı zamanda teyze oğlum da oluyor. Çünkü, anlaşıldığı gibi rahmetli babamla amcam bacanaklardı.

Ümit Kardeş başta olmak üzere hepsi de âile boyu espritüeller. Onlarla olduğunuzda adım başı espri yakalanıyor.  Hattâ, Ümit’in kimi esprileriniÜmitnâme başlığıyla toparlamaya çalışıyoruz. Ancak yetişmek mümkün değil. Bir gün bile dolaşsanız yığınla espri not almanız gerekiyor çünkü.

Her neyse biz bugün, bayramda anlattığı bir olayı nakl’edeceğiz yalnızca. Kendisi, adı gibi Ümit bir isim aynı zamanda. Arabasıyla olsun, âzâ vasfıyla veyâ komşu olarak herkesin işine koşmaya çalışır. Köyün genel işleriyle de ilgilenir.

Bir gün, alel’acele bir kömür iâde işi ya da bir başka köye nakil işi mi ne vardır, bunu Ümit’e havâle ederler. Ümit yükü götürür. Hocayla birlikte indirmeye başlarlar. O arada bir cenâze çıkar, hocaya okumak üzere selâ okuması gelir. Hocanın gözü ışıldar, kâğıdı kapmada minâreye koşar. Cihazı açıp okumaya başlar. Bu arada, kablo uzundur. Mikrofon elinde arada dışarı çıkıp bakar; hattâ dışarıdan doğru okur. Göz ucuyla da dönüp arada Ümit’e bakarmış. Sözü uzatmayalım, hoca iş sürdüğü sürece selâyı uzatmış da uzatmış. Ne zaman iş bitmiş, hoca da selâyı bitirmiş!

Tabiî, Ümit’in bunu jest ve mimiklerle anlatışı çok daha ayrı bir manzara! Kendisiyle bizzat görüşüp dinlemeden işin fıkra boyutunu tam duyumsamak mümkün değil. İnşâllâh ileriki zamanlarda diğer fıkramsı esprilerine de yer veririz.

BAYRAM YOLLARI…

Son olarak, çok da fıkra boyutu yok ama, yine köy komşularımızdan Vedat Karaca Kardeşden söz edeceğim. Biz de bu husûsu yeni fark ettik. Kendi adı Vedat. Üç oğlu var. Adları Vahdet, Volkan, Vural. İsimlerinin baş harfleri hep aynı. Hepsi de birbirinden boylu ve de gürbüz, güleryüzlü, uyumlu, sempatik gençler aynı zamanda. Hepsi de işe girmişler, çalışıyorlar. Uyumlu bir âile olarak gurbet ellerde tutunmayı başarmışlar mâşâllâh. Yıllarca yaşadıkları İstanbul’dan sırf bayramlaşmak için gelmişler. Bizlere de uğradılar. Buradan da İstanbul’a döndüler. Allâh râzı olsun. Rabbim yollarını ve bahtlarını açık etsin. Bayram için, komşuluk için, dostluk, kardeşlik ve insanlık için yollara düşen cümle kardeşlerimizi, Yüce Rabbimiz sonsuz bayramlarına ulaştırsın inşâllâh.

Tabiî her bayramın bir de trafik blânçosu var, oluyor. Allâh için, Bayram yolunda, kardeşlik uğrunda kazâya uğrayıp can verenlere de Rabbimiz uhrevî esenlikler ihsan eylesin inşâllâh diyerek sözü bağlıyor, hepinize -nice bayramlara sevdiklerinizle erişmeniz dileğiyle- içten sevgiler, saygılar sunuyoruz ves’selâm…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.