Sevgili okurlar. Öne geçen âcil ve hassas, önemli gündemlerin farkındayız. Ancak müsâdenizle, birbirinden ayrı düşünülemeyecek, yerel ve bünyesel yaralara parmak sadedinde kaleme aldığımız, isimler bazındaki yazımızı, kopukluğa meydan vermeden sürdürmek istiyoruz.
Hatırlanacağı gibi, İlâhiyâtçı vekilleri konu ettiğimiz yazıların en sonuncusunda, Eyüp Fatsa, İhsan Şener, Hamit Taşçı’dan söz ettikten sonra, bir diğer isim olarak İdris Naim Şahin’i zikr’etmiştik. Aslında, onun bu yönü pek bilinmez. Hattâ biz de, emin olmak için bir-kaç arkadaşa sorduk.
Biyografilerinde de yok zîrâ. İstanbul Hukuk Fakültesi yazıyor; Yüksek İslâm Enstitüsü yazmıyor. O zamanlar, İmam-Hatip Okulları Lise sayılmadığı için sâdece YİE’lere gidebiliyorlardı. Bundan dolayı da, dışarıdan fark derslere girip ayrıca lise diploması alıyorlar, fakültelere ancak öyle gidebiliyorlardı. İdris Naim Bey de bunlardan biri.
Ülkemizdeki barış ve kaynaşma kültürünün ilk örneklerinden olan ünlü CHP-MSP, Ecevit-Erbakan hükümetinin bir hediyesi oldu aradaki farkın kalkıp, İHO’lar ve onlarla birlikte diğer meslek okullarının liselere dönüşmesi. Rabbimiz, bu konuda samîmî emek verenlerden râzı olsun…
Evet, ne diyorduk; İdris Naim Bey’in yalnızca kendisi değil, âilesi de hep ilâhiyatçı neredeyse. Bildiklerimizden, ağabeyi Osman Şahin, en son Samsun’da görev yaparken emekli olan tanınmış bir müftü. Kardeşi Fahri Bey de Ordu’da vaizlik yaptı. Kendisini ilk defâ bu vesîleyle gördük, tanıdık. Ünye vâiziyken de emekli olup Bakan İdris Naim Bey’in fiilî temsilciliği görevini yürüttü.
Kendi açımızla söylüyoruz ki, BU ARKADAŞLARIMIZ BİZİ ÇOK HAYÂL KIRIKLIKLARINA UĞRATTILAR. Osman ŞÂHİN Hocamızla bir hukûkumuz olmadı. Tanışmadık da. Sâdece bir iki yerde, İlim-Yayma ve bir cenâzede uzaktan konuşmasını dinledik. Aslında diğer ikisiyle de öyle. Ama, görevleri ve misyonları îtibârıyla, bir İmam-Hatipli olarak onları hep kendimize yakın hissettik ve de doğal olarak beklentilerimiz oldu. Kendi kendimize gelin-güvey olup hayâller kurduk yâni.
Âcizâne, vakıflar, dernekler, basın-yayın içerisinde yer alarak, Ordu kültürü adına bir şeyler yapılması noktasında gayret göstermeye çalışan birisi olarak, öteden beri Ünye ve Fatsa tarafına hep gıpta etmişizdir. Özellikle Ünyemiz, İlim Yayma, Ensar, Yavuz Selim vs. her ne millî-mânevî kuruluş olursa hepsinde de Ordu’yla kıyaslanamayacak derecede çok faal olmuşlardır.
Ah demişizdir, bunlar Ordu’da da olsa! Hattâ, Fahri Bey’e, tevâfuk ettiğimiz bir yerde, Ünye’nin çalışmalarını takdir, bunların Ordu’ya da sirâyeti husûsunu kendilerinden beklediğimizi iletmişizdir. Sn. İdris Naim Şahin’in şahsıyla bir yakınlığımız, hukûkumuz olmamakla berâber, bakanlığı ve popülaritesi bağlamında Ordu’ya en iyi hizmeti yapacağı düşüncesiyle kendisiyle alâkalı tasvipkâr yazılar kaleme almışızdır. Kendisinden, Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul İmam-Hatip’ten arkadaşı, belediyeden ve parti genel merkezinden sekreteri olarak, özellikle de Ünye’de, Ordu’ya göre çok daha sıcak esen kültürel, mânevî havadan da etkilenerek çok çok ümitlenmişizdir. Ama, kendisi de aynı zamanda bir ilâhiyâtçı olan Bakan Bey’imizin âkıbeti hepimizin mâlumu. O da makam ve mevki sendromuyla savrulanlardan oldu.
O bir yana, kardeşi Fahri Bey bizim tüm samîmî talep ve arzularımızı dinler gibi görünmekle yetinmiş, gördüğü yerlerde, hiç olmazsa asgarîsinden bir alâka tezâhürünü dahî esirgemiştir. Sanki, çok farklı bir dünyânın insanı, bizim anlamadığımız başka büyük ve de önemli işlerin peşinde gibi durmuştur. Elbette, ismiyle müsemmâ olarak milletin, memleketin hayrına FAHRÎ işler peşinde de koşmuştur. O konumuz dışı olup, Allâh’la kendi arasında…
Neyse; biz hep düşündük ki, şu ilâhiyâtçı vekil ve fahrî danışmanları ve çevreleri bolluğunda, özellikle Ordu’daki Vakıf ve derneklerimiz, millî-mânevî kuruluşlarımız, hiç olmazsa bu dönem müzmin perişanlıklarından kurtulsunlar. Buralardan yetişen vekillerimiz himmet ve de hizmet buyursunlar! Varlık sebeplerinin bu olduğu şuuruyla hareket etsinler. Ama, maalesef umduğumuzu bulamadık. Sitemimiz bundandır. Bu serî yazılara sebep de bu hayâl kırıklığı.
Sevgili okurlar. Özellikle diyânet câmiası arkadaşlar. Belki bu gözlem ve kanaatler bana özgüdür, size farklı davranılmıştır. Biz haksızlık ediyoruzdur. Böyle düşünen varsa onu da bilmek isteriz.
Aslında, böyle şeyler tarzım değil. Ancak, şu an dahî coğrafyamız ve ülkemizin manzarasına bakınca yapılan ve bizi zaafa uğratıp bu günlere getiren yanlışları yazmanın gerekliliği bir kez daha ortaya çıkıyor.
Önceki gün Dağlıca’da askerimize, dün de Iğdır ve Tunceli’de polisimize yapılan saldırılar ve verilen şehitler mutlakâ yanlış giden bir şeylerin sonucu. Başta vekillerimiz olmak üzere, hepimizin hatâ ve zaafları söz konusu. Kendi bölgemiz îtibârıyle, meslekten vekillerimizi yazdık. Diğerlerini de yeri geldikçe peyderpey yazacağız inşâllâh.
Değerli dostlar. Son olarak, Rabbimiz ümmete acısın ve de ülkemizin yardımcısı olsun duâsıyla sözü bağlıyoruz. Ayrıca; meclisimiz de, kâlbi Hak, hakîkât ve de adâlet aşkıyla dopdolu, kişisel çıkar duygularından up-uzak, millet-memleket ve de ümmetin dertlerini önceleyerek, yüreğimize su serpip, ümit verici tarz ve icraatlara imza atacak vekillerle dolsun ves’selâm...