Sevgili okurlar. Günler su gibi akıp gidiyor. Bu tâbirin, şu an düşündüğüm kadarıyla öylesine bir gerçeklik yönü daha var ki, onca büyük olaylar da suyun üzerindeki kütük gibi gözden kaybolunca her şey eskisi gibi devam ediyor. Bir nevî hiçbir şey olmamış gibi oluyor. Hemen unutuluveriyor. Yâni kısaca, hayat son hızıyla, geriye bakmadan devam ediyor.
İşte bakınız; bir haftaya neler sıkışmıyor ki neler. Burada haftalık yazdığımız için böyle söylüyoruz. Önceki hafta târihî bir seçim oldu. Geçip gitti. Dünyâ ve ülkemiz G-20’ye odaklanmışken gündem, Avrupa’nın kalbi Paris’te patladı. G-20 de, savaşlar da; dünyânın diğer rutin işleri de, kaldığı yerden demiyoruz, hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor.
Ve bu hep böyle devam edecek kıyâmete kadar. Önemli olan, kişisel bazda ve millet olarak, sorumluluklarımız boyutuyla yerin üstünden altına ne yansıtabildiğimizdir. Gerisi hep teferruat. Dünyâda duruş önemli, âhirette varış.
Filhakîka duruşumuz nasılsa varışımız da öyle olacaktır. Yâni ona göre olacaktır. Rabbimiz bizleri, duruşu da, varışı da güzel olanlardan eylesin lütf u keremiyle, inşâllâh.
Gelgelelim bizim gündemimize. Gündemimiz derken bizim plânladığımız şeyler değil elbette olanlar. Zamanın su misâli akıp geçerken önümüze getirdikleriyle alâkalı şeyler tamâmen bunlar.
Neyse uzatmadan bir tarafından başlayıp, derine dalmadan, satır başlarıyla paylaşmaya çalışalım yaşadıklarımızı.
Geçen salı İstanbul’dan bir ağabey arkadaş gelmişti. Ta 70’li yıllarda İstanbul YİE’den ve dernek çalışmalarından tanıdığımız, bizim neslin faallerinden biri. İstanbul’da ilçe millî eğitim müdürlükleri falan da yaptı. Dertli bir eğitimci ve dâvâ adamı olarak eğitimde gitgide artan her tür yozlaşma ve liyâkâtsizlikten muzdarip. Maalesef, hepimizin hem fikir olduğu gençlik konusu önümüzdeki sürecin en önemli konusu olarak karşımızda duruyor.
Çarşamba, vâliliğin dâvetiyle tanımak ve tanıtmak amacıyla Ordu’ya dâvet edilen Arap gazetecilerle hiç olmazsa az da olsa görüşelim düşüncesiyle son kahvaltı buluşmasına katıldık. Özellikle Cezâyirli gazetecilerle, yanımızda götürdüğümüz günlük defteri ve fotoğraflar bağlamında sohbetler ettik. Çeşitli ülkelerden gelen tüm arap gazeteciler Ordu’yu çok büyüleyici bulmuşlar.
Aynı günün akşamında köyümüzde düğün vardı. Zaman zaman yazılarımızda söz ettiğimiz, geçmiş hâtıralara dâir anlattıkları ve kendine has sözlerini değerlendirdiğimiz, 3-5 yıldır yatağa bağımlı olarak yaşayan Altun Teyze’nin torunu Hüsne-Cemil Öztürk kızı Sevil yavrumuzun, yıllar önce buralardan Düzce’ye göç etmiş, uzaktan akrabalıkları bulunan, Gülsüm-Âdem Kaplanoğlu âilesinin oğulları Zafer Bey kardeşimizle düğünlerini yaptık, nikâhlarını kıydık. Hafta sonu da Düzce’de merâsimleri olacaktı. Allâh mesut, bahtiyâr etsin. Evliliklerini, sonsuz mutluluklarının eşiği kılsın. Darısı tüm gençlerimizin başına.
Perşembe günü Ordu’da Bülent Akyürek vardı. Farklı bir kişilik ve yazar. Kitaplarını okumanızı tavsiye ederiz. İşte, içeriği hakkında da fikir veren ve de ilginç kişiliğini yansıtan kitap isimleri: Ve Tanrı Ağladı, İçinizdeki Öküze Oha Deyin(75.Baskı), Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır? (16. Baskı) Yazarın böyle bol baskılı 20 civârında eseri var.
Cuma günü akşama doğru İbrahim Dayı’yla, düğün gününden köyde kalan Annemi almaya gittik. Çok fırtınalı bir hava vardı. Annem meyve toplatmıştı. İncirlerden de reçellik aldırmış. Biraz da biz takviye ettik. Arada, yenilebilecekleri de değerlendirdik tabiatıyla.
Pazar günü havalar güzeldi. Bir Eymür turu yaptık. Geçen düğün akşamı toprakladığımız, Kireç Ocağından gelme dut fidanını güney tarafa özene-bezene diktik. Mâlum, eski dutlar tadında dut ağacı yetiştirme, bu iklime uygun ağacı bulma derdindeyiz. İnşâllâh bu olacak diye ümit ediyoruz.
Bu arada incirlere yine baktık. Hava da yüksek ya; şöyle bir dolaştık. Tek tük de olsa bulduk elhamdülillâh. Budamak niyetiyle geldiğimiz beyaz incirlerde bile, kuru incir modunda, ama tatlı örnekler vardı.
Hurmalar henüz olmamış. Hâlbuki, Çarşamba gün Yaraşlı’dan bayağı olmuş hurma gelmişti. Çoğu da ezilmiş vaziyette. Ne de olsa, sâhille burası fark ediyor.
Akşam Lütfi ağabeylere uğradım. Nail Komşular da oradaymış. Oturup biraz sohbet ettik. Çaydan çorbadan ikramları değerlendirdik. Yatsıyı cemaatle kıldıktan sonra, sobalı oda keyif ve sıcaklığından ayrıldık.
Asfaltlama çalışmaları sebebiyle döndürülüp Aydınlar üzerinden geldiğimiz köyden, Arpaköy tarîkiyle döndük. Aydınlar, Arpaköy güzergâhının genişletme ve asfaltlama çalışmaları tamâmına yakınıyla gerçekleşmiş. Çok da güzel olmuş.
Ne kadar kısa kesmeye çalışsak da yine uzadı. Bu arada ayrıntılara girememenin burukluğu da söz konusu. Yalnız şu kadarını söyleyeyim ki, dün ağaçlarda oraya buraya savrulurken, tıpkı çocukluk günlerimizdeki gibiydik. Ne kadar yaşlansak da, içimizdeki çocuk yaşıyordu.
Bir de, evden köy için gönderdikleri, yallık dediğimiz şeyleri daha arabadan indiremeden bir köpek peyda oldu. Daha çok kedi için düşündüğümüz şeyler az olduğundan, tevâfukan aldığım mısır ekmeğinden de bir parça ilâveyle, orada var olan emaye, ortaya yakın boy bir tencere eskisine kavanozdakileri boşalttım. İşime gücüme gittim. Döndüğümde zerre kalmadığını gördüm.
Belki de, köye gelişte yaptığımız en hayırlı iş bu oldu. Ve düşündüm ki, yeter ki hayır yapmak iste; yapılacak çok şey var. Ve yine düşündüm ki, köyler doğallığıyla insanın tabiatına daha çok hitap ediyor. Buradaki hayvan sevgisiyle, şehirdeki bile çok farklı. En başta mâhiyet farkı söz konusu. Neyse, bu da ayrı ve derin bir konu. Birkaç kelimeyle geçiştirilecek cinsten değil.
Bu günlük te bu kadar, ve esen kalın yeniden buluşuncaya kadar ves’selâm…