Toplumumuzdaki insanların çoğu az okur ama çok inanırlar.o kadar hassas bir konu ki, herkesin sözüne inanan bir kişiyi düşünün, o kişi toplumda insan vücudundaki kanser mikrobu gibidir. Tedavisi bile çok zordur.
Hele bir de eşyaya insandan daha çok önem verenler var ki, sormayın gitsin. Böyle bir kişi kırılan bir bardaktan büyük sorunlar üreten kişilerdir. Bunlardan ne saygı beklenir ne de ileri görüşlülük. Maalesef toplumumuzda bu tip insanlara çok rastlarsınız. Bir bardak kırdı veya bir yumurta kırdı diye evin altını üstüne getirebilen ebeveyinler, komşular veya diğer insanlar. En büyük kavga veya adam öldürmeye kadar giden gürültünün altında incir çekirdeğini doldurmayan sebeplerin olduğunu biliyoruz. O kadar büyük hataları affeden insanlar, basit bir çocuk kavgası yüzünden üç- beş kişinin canına kıyabiliyorlar.
Bu tip insanlar yalanı da çok rahat söylerler. Yalan onlar için sanki elinde ve dilinde tespih gibidir. Müslüman cimri olur, Müslüman korkak olur, Müslüman kesinlikle yalancı olamaz, yalan konuşamaz. Maalesef toplumumuzun en büyük hastalıklarındandır yalan konuşmak. Allah yalancılardan eylemesin.
Çok iyilik yaparsınız ama ufak bir hatanızdan dolayı bu iyiliklerin hepsi unutulur. Hiç hoşgörü ile ve empati ile bakmayız olaylara. Yaptığımız veya yapacağımız işlerde mutlaka empati ile davranmamız gerekir. Aksi takdirde hep kendiniz haklı olur ve tüm yapılan işlerde hata ararsınız.
Öyle tip insanlar da var ki, her işte başkalarını suçlarlar. Hani derler ya, “Bitli yorganı kimse üzerine almaz” diye. Maalesef özür dilemesini bilmeyen, hatalarımızı hiç kabul etmeyen bir toplum olduk bu sıralar. Toplumlumuzda herkesin bildiği, her üç veya beş senede bir seçim yapılır ülkemizde. Başarısız olan siyasetçiler hiçbir zaman kendi hatalarından söz etmezler. Hep hatayı bir başkasına atmaya çalışırlar. Başarılı olan da hep başarıyı kendisinde zanneder. İnsanlarımız o kadar uyandı ki artık eski kış uykusundan, yapılanı veya yapılamayanı, söyleneni veya söylenmek isteneni, hatta yöneticilerin ne yapmak istediklerini ve yapabilecek olduğu işleri artık anlıyor, fark ediyor, hissediyor ona göre kendi üzerine düşen görevleri yapıyorlar. Lafla peynir gemisinin yürümeyeceğini çok iyi biliyorlar. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, şahsın görünür rütbe - i aklı eserinde…
Ara bozmak, laf taşımak konusunda çok becerikliyizdir çoğunluk olarak. Yüz yıllık komşu en yakın komşusunu laf taşıyan kişiler sayesinde hemen kaldırıp atabiliyor. Bu hastalığımız da maalesef çok ilerlemiş durumda. Mutlaka bir doktora (Kur’an hastanesine) gitmesi ve görülmesi gerekir bu tip insanların.
Toplumumuzun bir diğer hastalığı da, bir dedikleri bir dediklerini tutmaz ama ne kadar affediciyim diye maalesef çok övünürler. Hani bir söz var ya” dün dündür bu gün bu gündür” diye tıpkı onun gibi. Bir kişi veya topluma bir söz verirsiniz. “Bunun altını çizin” dersiniz. Siz o makama gelince de o söz verdiğiniz işin yapılmasını isteyenlere; “Bunun altını çizin mi demiştim, öyle ise şimdi de üstünü çizin” diyebilenler toplumumuzda çoğaldı maalesef. Övünmeye ve lafa geldi mi kimseye bırakmazlar bu tip kişiler.
Bazı kişilere yetki verirsiniz, bunları şöyle uzaktan bir takip edin gereksiz bir kibirleri ve özgüvenleri vardır. O makama oturunca sanki bu makamı kendisi zorla veya parayla aldı, o makama kendisinden başkası layık değilmiş gibi öyle kibirlenirler ki sormayın gitsin.
Sonradan görme de dediğimiz bir tip insanlar var ki bunlar, kendilerine acındırır, bunlar istediğini alıp ve fırsatını bulunca yok olur giderler. Bir daha bulamazsınız onları. Fuzuli’nin bir şiiri var “Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar. Hüküm gösterdim faydasızdır diye mültefit olmadılar. Selamı bile rüşvetten sayar oldu toplumumuz. Şu ilçemizde iki kişi sokağa çıkın. Çok sıkışık olduğunuzu, beş bin liraya acilen ihtiyacınız olduğunu söyleyin, kimse size o parayı vermez, veren ise acaba ne zaman verecek diye hakkınızda ne kadar değişik düşüncelere dalarlar. Kimse kimseye kefil olmayacak duruma geldi toplumumuz. Ne oldu bize, işyerlerinde hiç kilit dahi kullanmayan büyüklerin torunlarıyız, ne yaptılar bize. Hani Müslüman’ın sözü senetti. Birbirimizin sözlerine dahi inanmıyoruz. Elli lira para alsak acaba ne zaman verecek, vermezse ne yaparım diye değişik düşüncelere dalıyoruz. Allah sonumuzu hayırlı etsin. Böyle giderse Allahın laneti üzerimize çökecek diye korkuyor insan.
Çok benciliz, ama farkında bile değiliz. Daha bencilliğin ne olduğunu bile bilmiyoruz. Toplumun başarısını, milletin başarısını küçülte küçülte sanki kendi başarımız gibi övüne övüne söylüyoruz. Biz olmazsak Ulubey battı, biz olmazsak dernek yok oldu, biz olmazsak ne köy kalır ne de belediye var olur. Böyle bir anlayış ve böyle bir düşünce yok dostlar. Bizlerden ve sizlerden önce bu köy, kent ve kasaba vardı, yine de var olmaya devam edecektir Allahın izniyle. Ne sana ne de bana muhtaçtır. Bizler sadece sistemin bir dişlisiyiz. Dişli yok olursa, başka bir diş takılır o çark dönmeye devam eder.
Bir başka hastalığımız da başkalarından birbirimize laf taşımaktır. İhanet etmeyi hak görürüz, insanları aldatmayı doğal karşılarız. İstikrarsız bir yapımız var toplum olarak. Mesela, bugün çok samimiyken, yarın mesafe koyarız birbirimizin arasına. Yalnız şunu hiç unutmayalım ki, bu makam ve mevkiler gelip geçicidir. Bu makamdayken bana saygı gösteren kişiler ben bu makamdan ayrılınca hiç saygı ve sevgi göstermezlerse bu nankörlüktür. Sırtını dayayacak güçlü bir kişi yok iken herkesle samimi bir ortam oluşturmaya çalışan kişiler, sırtını güçlü bir kişiye dayadıkları zaman kimseyi tanımaz oluyorlar. Maalefef bu tip insanlar da var toplumumuzda. Hatta selam vermeye bile tenezzül etmeyen kişiler….
Bu dünya gelip geçicidir. Bu tip tehlikeli hastalıklardan mutlaka kurtulmamız gerekir. Münafığın alameti üçtür; emanete hıyanetlik eder, yalan konuşur, söz verince sözünde durmaz, hatta bunlar; oruç tutsa, namaz kılsa ve kendini mümin zannetse bile…..
Allah Münafıklıktan korusun….