Erdoğan DEMİR
Köşe Yazarı
Erdoğan DEMİR
 

BEDELİ ÇANAKKALE’DE ÖDENDİ

Başımızda şu terör illeti devam ederken, bur de hala sonucunda herhangi bir anlaşma imzalanmayan ve de hala devam eden şu Çanakkale zaferinin yıl dönümünde askerlik vazifesi yaparken vatan uğrunda şehadet mertebesine ermek veya gazi olmak her Müslüman Türk için tabii bir şeydir.                 Ancak savaşın devam ettiği son zamanlarda yaşları 17-22 olan ve de bir kısmı henüz daha mektebin lise ve orta okul kısmında okuyan, bir kısmı mezun ve İstanbul Darulfünunu veya Avrupa üniversitelerindeyken birbirleriyle yarış edercesine askerlik şubelerine koşup, gönüllü olarak askere yazılan gençler. Ülkenin dört bir yanının ateş çemberinde olduğu şu günlerde yine de aynı duyarlılığı gösterebilecek bir millet olarak Çanakkale savaşında bilenlerin tekrar hatırlaması, bilmeyenlerin de öğrenmesi için Mehmet Muzaffer ismindeki askerin yaptığı savaş taktiğini okuyalım. Hani derler ya savaş hiledir diye.   Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer “zabit namzedi” olarak Çanakkale’de idi. (Mart 1916) müttefik İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale’de uğradıkları mağlubiyetlerden ve verdikleri yüzellibin zayiattan sonra Boğaz ‘ı aşamayacaklarını anlamışlar, 1915’in son haftasıyla 1916’nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip çıkıp gitmişlerdi. Muzaffer Çanakkale’ye vardığında harp durmuştu. Zaman zaman İmroz ve Bozcaada’da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları bombardımanda bulunuyorlarsa da 1915 Nisan’ın da Aralık sonuna kadar sekiz ay süren kanlı boğuşmalarla kıyasla bu bombardımanlar “hiç mesabesindeydi.” Çanakkale’deki birliklerin büyük bir kısmı Kafkas, Irak, ve Filistin cephelerine sevk edeceklerdi. Hazırlanma ve noksanlarına ikmal emri aldılar. Muzaffer birliğinin alay karargahında görevliydi. Alay’ın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. Bunlar ise ancak İstanbul’dan sağlanabilirdi. O devirlerde bu gibi basit satın almalar  için arttırma yapmak ilanlarda bulunmak ne adetti, ne de bunlarla kaybedilecek vakit vardı. Her şey “itimat” ile yürürdü. Muzaffer açıkgözlü ve becerikli İstanbul çocuğu olduğundan Karargah, gerekli malzemenin temin ve satın alınmasına onu memur etti. İcap eden paranın kendisine itası içinde Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne hitaben yazılı bir tezkereyi eline verdiler. O yıllarda İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardı. Bunların lastikleri de yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı. Muzaffer aradı, uğraştı, nihayet Karaköy’ de bir Yahudi de istediklerini buldu. Fiyatlar pek fahişti, ama yapacak başka bir şey yoktu. Anlaşmaya vardı. Lazım gelen parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye’ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye merciine havale ettiler. Muzaffer az sonra yaşlı bir kaymakam Yarbay ‘ın huzurundadır. Kaymakam uzatılan tezkereyi okudu. Karşısında hazır olda duran ihtiyat zabitine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan. -Ne alınacak. dedi. -Oto kamyon lastiği. cevabını verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer’e dik dik baktı : -Bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Haydi yürü git, insanı günaha sokma para mara yok!… Muzaffer selamı çaktı dışarı çıktı. Harbiye Nezareti’nin (bugünkü hukuk fakültesi binası) bahçesinden dışarıya ağır ağır yürürken ne yapacağını düşünüyordu. Malzemelere Alay ‘ın ihtiyacı vardı. Elindeki (Almanların verdiği) iki Mercedes-Benz kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Diğer malzemelerde mutlaka lazımdı. Kendisi bulur alır diye görevlendirilmişti. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi, bir çaresini bulmak lazımdı… Muzaffer bunları düşüne düşüne Beyazıt Meydanı’na vardı, birden durdu. Kendi kendine gülmüştü. Aradığı çareyi bulmuştu. Doğru tüccar Yahudi’ nin yanına gitti: -Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek, ezandan sonra gelip malları alamam. Gece kaldıracak yerim yok. Yarın öğleden evvel vapur Çanakkale’ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için sabah ezanında geleceğim malları mutlaka hazır edin…” Tüccar “peki” dedi. Muzaffer tam ayrılırken ilave etti. -Altın para vermiyorlar kağıt para verecekler. Yahudi yine “peki” dedi. Ertesi sabah Muzaffer Merkez Kumandanlığından sağladığı araba ve neferlerle ezan vakti Yahudi’nin kapısındaydı. Ortalık henüz ışıyordu. Tüccar malları hazırlamıştı. Hava gazı fenerinin yarım yamalık aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer bir yüzlük kaime (yüz liralık kağıt para) verdi. Araba dörtnal Sirkeci ‘ye yollandı. Malzeme şat’a oradan dubada bağlı gemiye aktarıldı. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu. Üç gün sonra Yahudi elindeki yüzlük parayı bozdurmak üzere Osmanlı Bankası’na gitti. Bozmadılar zira elindeki para sahte idi. Muzaffer, Kağıt Paraların basımında kullanılan kağıtın aynını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş bütün gece oturmuş çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmıştı. Tüccara verdiği ve yutturduğu para buydu. O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arasında bir de şu ibare bulunuyordu: -Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır.” Muzaffer yaptığı taklit paradaki bu ibareyi değiştirerek şöyle yazmıştı: -Bedeli Çanakkale ‘de altın olarak tesviye olunacaktır.” Onun burada altın dediği Çanakkale’de Mehmetçiğin akıttığı, altından daha kıymetli kanı idi. Ve de Mehmetciğin kanı ile ödendi. Peki sahte paraya ne oldu? Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı. Belki de yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi bilinemez. Ancak olay bütün İstanbul’da yayıldı. Dünyada emsali olmayan ve olmayacak olan bu hadise Şehzade Halim Efendi ‘nin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yahudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklit kağıt parayı bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul polis okulundaki emniyet müzesine hediye etti. Ve hala bu emsalsiz parça müzede şeref mevkiinde muhafaza olunduğunu söylüyorlar. Bu vatanın bedeli Çanakkale’de ve Kurtuluş savaşında ödenmiş olup, kimse bu vatandan bedel almaya kalkamaz ve kalkmasın. Üç beş tane şehit hiç gelir bu millete. Yedisinden yetmişine şehit olmaya hazırdır bu millet.  Sürçü lisan ettik ise affola…
Ekleme Tarihi: 16 Mart 2016 - Çarşamba

BEDELİ ÇANAKKALE’DE ÖDENDİ

Başımızda şu terör illeti devam ederken, bur de hala sonucunda herhangi bir anlaşma imzalanmayan ve de hala devam eden şu Çanakkale zaferinin yıl dönümünde askerlik vazifesi yaparken vatan uğrunda şehadet mertebesine ermek veya gazi olmak her Müslüman Türk için tabii bir şeydir.

                Ancak savaşın devam ettiği son zamanlarda yaşları 17-22 olan ve de bir kısmı henüz daha mektebin lise ve orta okul kısmında okuyan, bir kısmı mezun ve İstanbul Darulfünunu veya Avrupa üniversitelerindeyken birbirleriyle yarış edercesine askerlik şubelerine koşup, gönüllü olarak askere yazılan gençler.

Ülkenin dört bir yanının ateş çemberinde olduğu şu günlerde yine de aynı duyarlılığı gösterebilecek bir millet olarak Çanakkale savaşında bilenlerin tekrar hatırlaması, bilmeyenlerin de öğrenmesi için Mehmet Muzaffer ismindeki askerin yaptığı savaş taktiğini okuyalım. Hani derler ya savaş hiledir diye.  

Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer “zabit namzedi” olarak Çanakkale’de idi. (Mart 1916) müttefik İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale’de uğradıkları mağlubiyetlerden ve verdikleri yüzellibin zayiattan sonra Boğaz ‘ı aşamayacaklarını anlamışlar, 1915’in son haftasıyla 1916’nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip çıkıp gitmişlerdi.

Muzaffer Çanakkale’ye vardığında harp durmuştu. Zaman zaman İmroz ve Bozcaada’da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları bombardımanda bulunuyorlarsa da 1915 Nisan’ın da Aralık sonuna kadar sekiz ay süren kanlı boğuşmalarla kıyasla bu bombardımanlar “hiç mesabesindeydi.” Çanakkale’deki birliklerin büyük bir kısmı Kafkas, Irak, ve Filistin cephelerine sevk edeceklerdi. Hazırlanma ve noksanlarına ikmal emri aldılar. Muzaffer birliğinin alay karargahında görevliydi. Alay’ın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. Bunlar ise ancak İstanbul’dan sağlanabilirdi. O devirlerde bu gibi basit satın almalar  için arttırma yapmak ilanlarda bulunmak ne adetti, ne de bunlarla kaybedilecek vakit vardı. Her şey “itimat” ile yürürdü. Muzaffer açıkgözlü ve becerikli İstanbul çocuğu olduğundan Karargah, gerekli malzemenin temin ve satın alınmasına onu memur etti. İcap eden paranın kendisine itası içinde Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne hitaben yazılı bir tezkereyi eline verdiler.

O yıllarda İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardı. Bunların lastikleri de yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı. Muzaffer aradı, uğraştı, nihayet Karaköy’ de bir Yahudi de istediklerini buldu. Fiyatlar pek fahişti, ama yapacak başka bir şey yoktu. Anlaşmaya vardı. Lazım gelen parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye’ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye merciine havale ettiler. Muzaffer az sonra yaşlı bir kaymakam Yarbay ‘ın huzurundadır. Kaymakam uzatılan tezkereyi okudu. Karşısında hazır olda duran ihtiyat zabitine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan.

-Ne alınacak. dedi.

-Oto kamyon lastiği. cevabını verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer’e dik dik baktı :

-Bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Haydi yürü git, insanı günaha sokma para mara yok!…

Muzaffer selamı çaktı dışarı çıktı. Harbiye Nezareti’nin (bugünkü hukuk fakültesi binası) bahçesinden dışarıya ağır ağır yürürken ne yapacağını düşünüyordu. Malzemelere Alay ‘ın ihtiyacı vardı. Elindeki (Almanların verdiği) iki Mercedes-Benz kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Diğer malzemelerde mutlaka lazımdı. Kendisi bulur alır diye görevlendirilmişti. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi, bir çaresini bulmak lazımdı…

Muzaffer bunları düşüne düşüne Beyazıt Meydanı’na vardı, birden durdu. Kendi kendine gülmüştü. Aradığı çareyi bulmuştu.

Doğru tüccar Yahudi’ nin yanına gitti:

-Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek, ezandan sonra gelip malları alamam. Gece kaldıracak yerim yok. Yarın öğleden evvel vapur Çanakkale’ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için sabah ezanında geleceğim malları mutlaka hazır edin…”

Tüccar “peki” dedi. Muzaffer tam ayrılırken ilave etti.

-Altın para vermiyorlar kağıt para verecekler. Yahudi yine “peki” dedi.

Ertesi sabah Muzaffer Merkez Kumandanlığından sağladığı araba ve neferlerle ezan vakti Yahudi’nin kapısındaydı. Ortalık henüz ışıyordu. Tüccar malları hazırlamıştı. Hava gazı fenerinin yarım yamalık aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer bir yüzlük kaime (yüz liralık kağıt para) verdi. Araba dörtnal Sirkeci ‘ye yollandı. Malzeme şat’a oradan dubada bağlı gemiye aktarıldı. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu.

Üç gün sonra Yahudi elindeki yüzlük parayı bozdurmak üzere Osmanlı Bankası’na gitti. Bozmadılar zira elindeki para sahte idi.

Muzaffer, Kağıt Paraların basımında kullanılan kağıtın aynını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş bütün gece oturmuş çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmıştı. Tüccara verdiği ve yutturduğu para buydu. O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arasında bir de şu ibare bulunuyordu:

-Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır.” Muzaffer yaptığı taklit paradaki bu ibareyi değiştirerek şöyle yazmıştı:

-Bedeli Çanakkale ‘de altın olarak tesviye olunacaktır.”

Onun burada altın dediği Çanakkale’de Mehmetçiğin akıttığı, altından daha kıymetli kanı idi.

Ve de Mehmetciğin kanı ile ödendi. Peki sahte paraya ne oldu? Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı. Belki de yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi bilinemez. Ancak olay bütün İstanbul’da yayıldı. Dünyada emsali olmayan ve olmayacak olan bu hadise Şehzade Halim Efendi ‘nin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yahudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklit kağıt parayı bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul polis okulundaki emniyet müzesine hediye etti. Ve hala bu emsalsiz parça müzede şeref mevkiinde muhafaza olunduğunu söylüyorlar.

Bu vatanın bedeli Çanakkale’de ve Kurtuluş savaşında ödenmiş olup, kimse bu vatandan bedel almaya kalkamaz ve kalkmasın. Üç beş tane şehit hiç gelir bu millete. Yedisinden yetmişine şehit olmaya hazırdır bu millet.

 Sürçü lisan ettik ise affola…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.