Toplumumuz o hale geldi ki, ne insanın değerini anlıyorlar, ne hizmetten anlıyorlar, ne eğitimden anlıyorlar, ne kendilerine gösterilen değerden hiç zevk almıyorlar.
Bir iş veya hizmet yaparsınız, eğer o işi veya hizmeti yapan kişi kendisinin dünya görüşüne uygun ise onu yapılan iş veya hizmet ne kadar kötü olursa olsun ona toz kondurmaz. Onu baş ucu yapar.
Amma o işi veya hizmeti yapan kendi dünya görüşüne uygun değil ise veya kendi siyasi düşüncesine muhalif ise ayağının altını altınla döşesen yine de o işi beğendiremezsiniz.
Bizim toplumumuz maalesef kültürlü ama eğitimli değil. Sadece ilk okuldaki eğitimi ile kalmış vaziyette. O eğitimini bir daha geliştirememiştir.
Bizde bir Eğitim bakanlığı var bir de Kültür Bakanlığı var. Önce eğitiminizi çok iyi alırsınız, ondan sonra kültür eğitimi çok daha etkili olur.
Eğer eğitim saygı duyduğumuz Avrupalı veya Uzak doğulu gibi olsa idi, toplumumuz şu olduğumuz seviyeden birkaç kat mesafe katederdi.
Maalesef sadece okuma yazma bilen kişiler bile şu memleketimizde Diyaneti, Tababeti (tıp), ve Siyaseti (devlet yönetimi) çok iyi bilirler akılları sıra.
Oysa hepsi de başkalarının bir başkasından duyup ta bizlere noksan olarak anlattığı yarım bilgilerdir. Her yarımı birkaç parça yarıma ayırırsanız o en son ayırdığınız parçanın ne parçası olduğunu tanıyamazsınız.
Bu tip insanlarla tartışıp ta birbirimizin kalbini kırmayalım. Bir hocaya bağlanıp ta İslam odur diye inanma. Diğer hocaları da dinle, hepsini bir harman yap, işte İslam bunların tamamıdır.
Bir kişinin yaptığı hata bir topluma mal edilemez. Bal değil ki, bir teneke bala bir damla pislik düştü diye bal tenekesi gibi atasın!
İlginç bir yaşam öyküsü ile mevzuyu biraz açalım.
Usta bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta, öğrencisini uğurlamış. Çırağına : -Yaptığın son resmi, şehrin en kalabalık meydanına koyar mısın?” demiş.
- Resmin yanına bir de kırmızı kalem bırak. İnsanlara, resmin beğenmedikleri yerlerine bir çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmeyi de unutma” diye ilave etmiş.
Öğrenci, birkaç gün sonra resme bakmaya gitmiş. Resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasının yanına dönmüş. Usta ressam, üzülmeden yeniden resme devam etmesini tavsiye etmiş.
Öğrenci resmi yeniden yapmış. Usta, yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş.
Fakat bu kez yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymasını söylemiş.
Yanına da, insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı bırakmasını önermiş. Öğrenci denileni yapmış. Birkaç gün sonra bakmış ki, resmine hiç dokunulmamış. Sevinçle ustasına koşmuş.
Usta ressam şöyle demiş:
-İlkinde, insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. İkincisinde, onlardan müspet, yapıcı, olumlu olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi.
– Emeğinin karşılığını, ne yaptığını bilmeyen insanlardan alamazsın.
– Değer bilmeyenlere sakın emeğini sunma.
– Asla bilmeyenle tartışma.
Beğenmediğiniz birçok yapılan işleri eleştiririz. Yanlış deriz, olmadı deriz ve beğenmeyiz. Amma buyurun beraber düzeltelim derseniz yanınızda kimseyi bulamazsınız.
Sahabeler Hz. Ömer”e:
-Seni şu kılıcımızla düzeltiriz. Dediklerinde:
-Allah”a şükürler olsun ki beni düzeltecek bir insan topluluğu var. Diyebiliyor. Ve bu toplum içerisinde de hiç koruma veya güvenlik almadan tek başına ülkenin bir ucundan diğer bir ucuna gidebiliyordu.
Ya bizimkiler, tek başına en uzak ilçemiz Mesudiye”nin en ücra köyüne tek başına gidebilen bir Valimiz olabilecek mi acaba? Topluma ve bu insanlara bu kadar güvenebilecek bir devlet büyüğü olabilecek mi bir gün?
Bu toplum acaba ne zaman Ebu Zer”leşecek ben hiç tahayyül edemiyorum. Ya siz.
Değer vermeyen bu millete emeğimizi sunmayalım mı?
Hayır dostlar, yetmişbeş milyon şu insanlarımızı her yapılanlara değer verebilen bir topluluk yapmaya çalışalım.
Bizim insanlarınız buna layıktır. Bu eğitimi verelim bu insanlarımıza.