Erdoğan DEMİR
Köşe Yazarı
Erdoğan DEMİR
 

KAHVENİN KIRK YIL DEĞİL KIRK GÜN BİLE HATIRI KALMADI

Büyüklerimiz söylerlerdi devamlı; Evladım bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır; diye. Ben de araştırdım bu söz nereden geliyor diye, işte size bu sözün geldiği olay. Belki gerçek belki de hikaye ama ibretlik bir kıssa: Vaktiyle İstanbul’da Yemiş İskelesi’nde kahvecilik yapan ve başından türlü maceralar geçtikten sonra âmâ düşen bir adam bir gün kahvehanesine bir yeniçeri gelip, – Hey arkadaş! her müşterilerine birer kahve yap, lakin şu kafire yapma! demiş. Kafir dediği de bir köşede oturup nargile içen bir Rum gemi kaptanı imiş. Ama hiç şüphesiz ki o zaman gözü açık, birer kahve yapıp vermiş. en sonra da iki kahve yapıp : – Kaptan, biz de seninle içelim; diye Rum müşterinin yanına oturmuş. Yeniçeri, – Heeyy! ben sana o kafire kahve yapma diye tembih etmedim mi? deyince kahveci de, – Kaptana yaptığım kahve senden değil, ocaktandır ağa! Cevabını vermiş. Aradan zaman geçmiş. Sisam Adasında büyük bir isyan baş göstermiş. Kahveci de yeniçeri ocağında kayıtlı asker olduğu için adaya sevk edilmiş. Askerin arasında suyu bulduğuna göre Sisam’da asi olan Rumlar, ele geçirdikleri Türk esirleri bir meydanda müzayede ile satarlar, arttırıp alan da hemen boğazlayıp kesermiş. Müzayede ile esir satmaktan kasıtları da, isyan hareketini beslemek için bir nevi yardım toplamakmış. Gün gelmiş, Yemiş İskelesi’nin kahvecisi de Rumların eline esir düşmüş ve diğer esirlerle birlikte o meydanda satışa çıkarılmış. İstekliler kaç kişi ise karşılarına dizilmişler, bekleşirler imiş… o sırada tepeden tırnağa silahlı bir Rum gelmiş. Bunları gözden geçirdikten sonra bir iskemleye oturmuş, müzayede de başlamış. İlk, bir paradan başlarlarmış. Bir can da beş paraya, on paraya kadar çıkarmış. Sıra kahveciye gelince iskemlede oturan o silahlı adam birden; – Beş kuruş! diye bağırmış. Arttıran olmayınca da esiri alıp bir muhafız nezareti altında şehirden çıkarmış. Zavallı kahveci, “Beni beş kuruşa aldığına göre kim bilir ne gibi işkencelerle öldürecek.” diye düşünürken, ıssız bir yerde o silahlı Rum: – Korkma, demiş, sen beni tanımadın ama ben seni tanıdım. Hani bir yeniçeri bana hakaret ettiği zaman sen onu dinlemeyip bana kahve ikram eden Yemiş İskelesi’ndeki kahveci değil misin? Kucaklaşıp öpüşmüşler.           Dostlar, bizlere yapılan küçük bir iyilik de olsa hiçbir zaman unutmamamız gerekir. Zaten bu düstur inancımız gereğidir de. Bizlere yapılan kötülüğü unutup, yapılan iyiliği unutmamamızdır. İyiliği unutmamak da devamlı başkasının başına kakmak anlamında değil, onu devamlı yapmaktır.           Son zamanlarda bırakın kırk yıl, kırk gün dahi hatırı kalmadı kahvenin. Birisini sırtınızda taşıyın, yoruldum biraz dinleneyim deyip sırtınızdan indirdiğinizde sizden kötüsü olmaz şu dünyada.            Ne oldu bizlere, üç kuruş beş kuruş dünya menfaati için devamlı olan ahret hayatımızı ipoteğe veriyoruz bilmeden.             Nerede kaldı şu güzel söz: birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız, iman etmedikçe de cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de olgun mümin olamazsınız. Size bir şey söyleyelim mi? Onu yaptığınız zaman birbirini serersiniz. Aranızda selamı yayın.          Arkadaş küçük bir ilçede kişiye selam vericem sanki selam almamak için sırtını dönüyor bizlere. Duyacağı kadar sev-sli selam veriyorum selamı alacak kadar zamanı mı olmuyor, yoksa selam vereni adam yerine mi koymuyor bilemiyorum. Yanımdaki kişi benim selamımı alıyor.           Hanefi fıkhında Selam vermek sünnet, Selamı almak farzdır.  İşte kanıtı: “Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin. Şüphesiz, Allah her şeyin hesabını tam olarak yapandır.’’ (Nisa Suresi / 86. Ayet).       Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar dememiş miydi bir şair ta Osmanlı döneminde. Demek ki selama karşı duyarsızlığımız ta o zamandan beri geliyor.       Hiç mi bir bardak çayımızı içmedik, hiç mi bir fincan kahvemizi içmedik karşılıklı. Bir gün öleceğiz, öldüğümüz zaman peşimizden Allah Razı Olsun, çok iyi bir dosttu, iyi bir insandı dedirtebiliyor muyuz? Maalesef  iki kişi bir araya gelse, birbirlerine üçüncü şahıslar olan arkadaşını sorsa arkadaşın gıyabında ona söylemediğimiz kötü söz, takmadığımız lakap kalmıyor. İşimiz gücümüz gıybet. Ahretimizi kötülüklerle ipotek altına alıyoruz hiç haberimiz yok.      Hele selam verdiğiniz kişi zaman sonra biraz makam ve mevkii sahibi olmuşsa, o zaman ona elli metreden fazla yaklaşamazsınız, o kadar büyük adam olmuştur.           Mü”min kardeşini haset etmek bizde, kıskanmak bizde, onun ayağının kaymasını istemek bizde, onun gıybetini etmek bizde, buğuz etmek bizde, onu ve kendimizi helake sürüklemek bizde.          Bırakın gayrimüslime iyilik yapmayı, bir bardak çay söylemeyi, bir bardak belediye suyunu dahi çok görüyoruz birbirimize. Ne komşuluk hakkı kaldı, ne büyüklerin hatırı kaldı, ne de hısım akrabalık  kaldı. Bitirdik hep bunları.   Şunu hiç unutmayalım, bir fincan kahvenin hatırını sayanlar onlardır ki, asi de olsa, alkolik de olsa,  derviş de olsa, şeyh de olsa Merd adamdır… İnsanlığın asi olanı, derviş veya şeyh olanı diye bir ayırımı yoktur.   İnsanlık her zaman toplumlarda bir adım önde gitmelidir.
Ekleme Tarihi: 16 Mayıs 2016 - Pazartesi

KAHVENİN KIRK YIL DEĞİL KIRK GÜN BİLE HATIRI KALMADI

Büyüklerimiz söylerlerdi devamlı; Evladım bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır; diye. Ben de araştırdım bu söz nereden geliyor diye, işte size bu sözün geldiği olay. Belki gerçek belki de hikaye ama ibretlik bir kıssa:

Vaktiyle İstanbul’da Yemiş İskelesi’nde kahvecilik yapan ve başından türlü maceralar geçtikten sonra âmâ düşen bir adam bir gün kahvehanesine bir yeniçeri gelip,

– Hey arkadaş! her müşterilerine birer kahve yap, lakin şu kafire yapma! demiş.

Kafir dediği de bir köşede oturup nargile içen bir Rum gemi kaptanı imiş. Ama hiç şüphesiz ki o zaman gözü açık, birer kahve yapıp vermiş. en sonra da iki kahve yapıp :

– Kaptan, biz de seninle içelim; diye Rum müşterinin yanına oturmuş. Yeniçeri,

– Heeyy! ben sana o kafire kahve yapma diye tembih etmedim mi? deyince kahveci de,

– Kaptana yaptığım kahve senden değil, ocaktandır ağa! Cevabını vermiş.

Aradan zaman geçmiş. Sisam Adasında büyük bir isyan baş göstermiş. Kahveci de yeniçeri ocağında kayıtlı asker olduğu için adaya sevk edilmiş. Askerin arasında suyu bulduğuna göre Sisam’da asi olan Rumlar, ele geçirdikleri Türk esirleri bir meydanda müzayede ile satarlar, arttırıp alan da hemen boğazlayıp kesermiş. Müzayede ile esir satmaktan kasıtları da, isyan hareketini beslemek için bir nevi yardım toplamakmış. Gün gelmiş, Yemiş İskelesi’nin kahvecisi de Rumların eline esir düşmüş ve diğer esirlerle birlikte o meydanda satışa çıkarılmış. İstekliler kaç kişi ise karşılarına dizilmişler, bekleşirler imiş… o sırada tepeden tırnağa silahlı bir Rum gelmiş. Bunları gözden geçirdikten sonra bir iskemleye oturmuş, müzayede de başlamış. İlk, bir paradan başlarlarmış. Bir can da beş paraya, on paraya kadar çıkarmış. Sıra kahveciye gelince iskemlede oturan o silahlı adam birden;

– Beş kuruş! diye bağırmış. Arttıran olmayınca da esiri alıp bir muhafız nezareti altında şehirden çıkarmış.

Zavallı kahveci, “Beni beş kuruşa aldığına göre kim bilir ne gibi işkencelerle öldürecek.” diye düşünürken, ıssız bir yerde o silahlı Rum:

– Korkma, demiş, sen beni tanımadın ama ben seni tanıdım. Hani bir yeniçeri bana hakaret ettiği zaman sen onu dinlemeyip bana kahve ikram eden Yemiş İskelesi’ndeki kahveci değil misin? Kucaklaşıp öpüşmüşler.

          Dostlar, bizlere yapılan küçük bir iyilik de olsa hiçbir zaman unutmamamız gerekir. Zaten bu düstur inancımız gereğidir de. Bizlere yapılan kötülüğü unutup, yapılan iyiliği unutmamamızdır. İyiliği unutmamak da devamlı başkasının başına kakmak anlamında değil, onu devamlı yapmaktır.

          Son zamanlarda bırakın kırk yıl, kırk gün dahi hatırı kalmadı kahvenin. Birisini sırtınızda taşıyın, yoruldum biraz dinleneyim deyip sırtınızdan indirdiğinizde sizden kötüsü olmaz şu dünyada.

           Ne oldu bizlere, üç kuruş beş kuruş dünya menfaati için devamlı olan ahret hayatımızı ipoteğe veriyoruz bilmeden.  

          Nerede kaldı şu güzel söz: birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız, iman etmedikçe de cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de olgun mümin olamazsınız. Size bir şey söyleyelim mi? Onu yaptığınız zaman birbirini serersiniz. Aranızda selamı yayın.

         Arkadaş küçük bir ilçede kişiye selam vericem sanki selam almamak için sırtını dönüyor bizlere. Duyacağı kadar sev-sli selam veriyorum selamı alacak kadar zamanı mı olmuyor, yoksa selam vereni adam yerine mi koymuyor bilemiyorum. Yanımdaki kişi benim selamımı alıyor.

          Hanefi fıkhında Selam vermek sünnet, Selamı almak farzdır.  İşte kanıtı:

“Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin. Şüphesiz, Allah her şeyin hesabını tam olarak yapandır.’’ (Nisa Suresi / 86. Ayet).

      Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar dememiş miydi bir şair ta Osmanlı döneminde. Demek ki selama karşı duyarsızlığımız ta o zamandan beri geliyor.

      Hiç mi bir bardak çayımızı içmedik, hiç mi bir fincan kahvemizi içmedik karşılıklı. Bir gün öleceğiz, öldüğümüz zaman peşimizden Allah Razı Olsun, çok iyi bir dosttu, iyi bir insandı dedirtebiliyor muyuz? Maalesef  iki kişi bir araya gelse, birbirlerine üçüncü şahıslar olan arkadaşını sorsa arkadaşın gıyabında ona söylemediğimiz kötü söz, takmadığımız lakap kalmıyor. İşimiz gücümüz gıybet. Ahretimizi kötülüklerle ipotek altına alıyoruz hiç haberimiz yok.

     Hele selam verdiğiniz kişi zaman sonra biraz makam ve mevkii sahibi olmuşsa, o zaman ona elli metreden fazla yaklaşamazsınız, o kadar büyük adam olmuştur.

          Mü”min kardeşini haset etmek bizde, kıskanmak bizde, onun ayağının kaymasını istemek bizde, onun gıybetini etmek bizde, buğuz etmek bizde, onu ve kendimizi helake sürüklemek bizde.

         Bırakın gayrimüslime iyilik yapmayı, bir bardak çay söylemeyi, bir bardak belediye suyunu dahi çok görüyoruz birbirimize. Ne komşuluk hakkı kaldı, ne büyüklerin hatırı kaldı, ne de hısım akrabalık  kaldı. Bitirdik hep bunları.  

Şunu hiç unutmayalım, bir fincan kahvenin hatırını sayanlar onlardır ki, asi de olsa, alkolik de olsa,  derviş de olsa, şeyh de olsa Merd adamdır…

İnsanlığın asi olanı, derviş veya şeyh olanı diye bir ayırımı yoktur.

 

İnsanlık her zaman toplumlarda bir adım önde gitmelidir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.