Yaptığımız tüm işlerimizde önce Allahın koymuş olduğu haram ve helal kavramlarını mutlaka kendimize düstur edinmemiz gerekir.
Ailemizle sorunuzu mu var? Kazancınıza bakın.
Çocuklarınızla sorununuz mu var? Mutlaka önce kazancınıza bakın.
Komşunuzla ve çevrenizle sorununuz mu var? Çalıştığınız işyerinde bir sorununuz mu var? Mutlaka kazancınıza bakın. Helal mi yoksa haram mı? Kazancınıza ne kadar haram katıyorsunuz, bunun mutlaka hesabını yapın.
Behlül Dânâ, bir gün Harun Reşid'den bir vazife istedi. Harun Reşid de ona çarşı pazar ağalığını verdi. Behlül hemen işe koyuldu. İlk olarak bir fırına gitti. Birkaç ekmek tarttı hepsi normal gramajından noksan geldi.
Dönüp fırıncıya sordu:
- Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çoluk-çocuğunla ağzının tadı var mı?
Adam her soruya olumsuz cevap verdi.
Behlül bir şey demeden ayrıldı ve bir başka fırına geçti. Orada da birkaç ekmek tarttı ve gördü ki bütün ekmekler gramajından fazla geliyor, eksik gelmiyor. Aynı soruları bu fırının sahibine de sordu ve her soruya olumlu cevap aldı.
Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid'in huzuruna çıktı ve yeni bir vazife istedi.
Harun Reşid:
- Behlül daha demin vazife verdik sana, ne çabuk bıktın? dedi.
Behlül açıkladı:
- Çarşı pazarın ağası varmış! Benden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış, buna göre herkes hesabını ödemiş, ceza ve mükafatları verilmiş, bana ihtiyaç kalmamış.
Esnaf iseniz tartınıza mutlaka önem ereceksiniz. Yemin ile müşteriye mal satmayacaksınız. Yani hiçbir işinize yemin ile yani Allahın adına söz vererek satış yapmayın. Eğer dürüst iseniz yemin etmenize gerek yok, o müşteri sizi bulur.
Bazıları, devlet hazinesinin sorumlusuna gelerek: "Hz. Ömer devlet hazinesinden bir şey alır mı?" diye sordular; hazinedar: "Halife oluşunun ilk yıllarında, eğer günlük yiyeceği yoksa, kendisine günlük olarak yetecek kadar az bir şeyler alır; daha sonra eline geçince iade ederdi" dedi.
Hz. Ömer (r.a) bir gün hutbede iken şöyle demiştir: "Ey insanlar! Vahiy, Hz. peygamber (s.a.v) zamanında inmekteydi. Biz gelen vahiy sayesinde, insanların içlerini dışlarını; iyisini, kötüsünü ayırt edebiliyorduk. Hz. Peygamber'in (s.a.v) vefatıyla beraber vahiy de kesilmiştir. Biz ancak, sizin dışınıza bakarız; içinizi Allah (c.c) bilir. Benim ve görevli memurlarım, hiç kimseden haksız yere bir şey almamaya ve vermemeye gayret göstermekteyiz."
Peki ya bizler, hiç kimseden haksız yere bir şey alıyor muyuz? Maalesef alıyoruz. Siz evinizde otururken size dışarıdan birisi ne kadar hediye getiriyor. Hiç…
Peki bir kurumun memuru veya amiri olunca görev anında sizlere verilen hediyeler acaba helal mi yoksa haram mı? Önce bir din görevlisine sorun, sonra da kendi vicdanınızın, kalbinizin sesini dinleyin.
Peki hiç kimseden bir şey almamaya ve hiçbir kimseye bir şey vermemeye ne kadar dikkat ediyoruz. Hiç… Sanki devletin malı deniz, yemeyen…..
Eğer sizler, bir liderin adalet ve takvasının, güzel bir şekilde anılmaya ve övünülecek bir duruma çıkmaya nasıl sebep olduğunu öğrenmek istiyorsanız şuna bir kulak verin
Ümeyye ve Mervan oğulları içerisinde hiçbir kimse Ömer b. Abdülaziz gibi övülüp methedilmemiştir. İnsanlar sadece onun için hayır dua etmiş ve onu övmüşlerdir. Çünkü o, adil, takva sahibi, cömert, gidişatı güzel, içini kötülükten koruyan birisiydi.
İkinci Ömer: Ömer b. Abdülaziz
Ömer b. Abdülaziz (rah) zamanında büyük bir kıtlık baş gösterdi. Araplar, aralarından seçtikleri birisini halife ile görüşmeye gönderdiler. Gelen adam:
"Ey müminlerin emiri! Biz sana, içinde bulunduğumuz bir sıkıntıdan dolayı geldik" diyerek sözüne şöyle devam etti:
"Açlıktan adeta derilerimiz kurudu. Kurtuluşumuz, devlet hazinesindedir. Aslında, devlet hazinesindeki mal, üç kısımdan ibarettir: Bu mal ya Allah için, ya onun kulları, ya da sizin için ayrılmıştır. Şayet Allah (c.c) içinse, Allah'ın (c.c) buna ihtiyacı yoktur. Şayet kullara aitse, onu kendilerine veriniz. Eğer size ait ise, onu bize bağışlayın; hiç şüphesiz Allah (c.c) iyilik ve hayırda bulunanları elbette mükafatlandıracaktır" dedi.
Ömer b. Abdülaziz'in gözleri yaşla doldu, adama:
"Evet, durum senin söylediğin gibidir" dedi ve insanların ihtiyaçlarının devlet hazinesinden giderilmesini emretti.
Kim insanlara insaf eder, fakat fazileti gereği onlardan insaf beklemezse; o, insanların başına emir olacak bir kimsedir.
Kim, yaptığı insafa aynısı ile karşılık beklerse, malını karşılık için vermiş olur.
Kendisi kimseye insaf etmezken insanlardan insaf bekleyen kimse ise, seviyesi en düşük olandır.
İmam-ı Gazali bir eserinde: Hiç unutmayın ki; Şu dört adaletinin karşılığını adalet; zulmünün karşılığını da zulüm olarak bulursunuz.
"Kimde ilim, adalet, cömertlik ve hilim varsa, onun üzerinde giyecek hiçbir şeyi olmasa bile o, sultanlığa layıktır. Çünkü gerçek sultanlar, Allah'ın gölgesi yani özel himaye ve desteği, parlak basiret, temiz ahlak, ileri seviyede akıl, ilim, devlet tecrübesi ve şerefli bir soy ile sultan olurlar. Devlet adamlığı ve idarecilik onların soyunda mevcuttur. İşte onlar, bu sıfatlarıyla, sultan ve hükümdar olurlar."
Evet dostlar, Devlet adamı ayrıca, bütün işlerinde tedbirli olmalı, çokça haber okumalı, kendinden önce geçen devlet adamlarının hayatlarını öğrenmeli ve geçmişte yaşamış hükümdarların ve yöneticilerin yaptıkları işlerin içyüzlerini araştırmalıdır. Sadece hükümdar olanlar değil, yönetici konumunda olanlar da aynısını yapmalıdır.
Seçimle gelen bir yönetim, on senede mevcut seçmenlerini koruyamamış ve yarıya indirmiş ise, ilk önce kendini ve çevresindekileri mutlaka sorgulaması gerekir. Yukarıdakilere güvenerek sakın kendinizi bir şey zannetmeyin. İnsanlar gelip geçicidir. Kimse yarına çıkacağını bilemez.
Kendi köyünüzde muhtar adayı olsanız ne kadar seveniniz çıkar bunu aklınızdan çıkarmayın.
Yoksa hiç bir işte başarılı olamaz. Herkesin cezası ve mükafatı verilmiştir şu dünyada.
Sürçü lisan ettik ise affola. Allaha emanet olun.