Nuri KAHRAMAN
Köşe Yazarı
Nuri KAHRAMAN
 

ALTUN TEYZE, FATMA ANA; DEYİMLER, MANİLER…

Bizim yaşlılarımızda, belki okuma yazma yok ama ne cevherler var. Hele bir dokun da gör.  Eski türkülerden, manilerden, olaylardan, hikâyelerden. Aslında her biri uzun uzun konuşturulup, anlattıkları kaydedilmeğe değer. Geçmiş kültürümüzün renklerini günyüzüne çıkarmak adına yapılması gereken bir şey bu aslında. Kültür ve Edebiyata dâir kurum ve kuruluşlarıyla, bu sahayı kendisine seçmiş insanların böylesi görevlerinin de bulunuyor olacağını söylemeğe bile gerek yok. Ama bu noktada ihmâllerimizin çok olduğu açık. Her neyse. Fatma anamız 90 küsur yaşında birkaç ay evvel  rahmete kavuştu. Rabbimiz mekânını cennet eylesin.  Altun Teyze 90’a doğru giderken yatağa bağlı yaşıyor. Konuşma, sohbet, dertleşme yerinde. Onda maniler var da, kendine, ya da dönemine has kimi deyimler de var. “İş Allâh’ın dediğine varır; biz ne desek hikâye olur!” “Baba kapısı meydan kapısı, el kapısı zindan kapısı!” “Kız kapısı, kale kapısı!” “Abrulun beşinde ekin ektik. Çok da güzel, cam gibi hava vardı. Sabah kalktık ki yarım metre kar yağmış! Bir teneke darı ekilmişti. Eyvah dedim, bu deneler hep çürür! Angırdoo Hüsnü Aga; Hiç korkma kızım dedi. Bu kar bereket. Bir hafta sonra gör sen! Sonra bir baktık, yeşil yeşil filiz verdi hepsi de… Bu notlardan sonra, yıllar ötesinden akıp geldiği her hâlinden belli olan manilere geçebiliriz: *** Armut dalda, dal yerde Bülbül öter her yerde Ötme bülbülüm ötme Her birimiz bir yerde * Armut armut dişledim Sapını gümüşledim Sevdiğimin ismini Gömleğime işledim * Dut ağacı dut verir Yaprağını gıt verir Oğlan küçük, kız büyük Sarıldıkça tat verir * Dut ağacı dutludur Dibi yeşil otludur Kurban olduğum Allâh Eloğlu ne tatlıdır!   FADİME ANA’DAN Başındaki yazmayı Çözer çözer bağlarsın Konuştuğumuz yerde Gelir-gider ağlarsın ** Yaylanın düzünde Atım yok ki yayılsa Gel beri konuşalım Kimsen yok ki darılsa ** Gel gidelim dağlara Dağlar olsun evimiz Açtı yeşil yapraklar Olsun kiremidimiz   ESKİLERDEN YENİLERE... Yâr dedi bir söz açtı O gün bugündür kaçtı İstedi, ne istetti Mevsimler geldi geçti *** Sevgine diyecek yok Lâkin, lâfa karın tok Ne işin var, ne aşın Daha çok beklersin, çok! *** Çıt kırıldım, kırılır Yâr keyfinden darılır Lâf-söz bulamadıkça Telefona sarılır! *** Bak yine hep bir hoşsun Gönlüm ne diye coşsun Babanın hâli mâlum; Sen de ayyaş berdoşsun! *** Koyunu ne koçu ne Ala düve, keçi ne Hem savurgan, hem savruk Yarın nasıl geçine? *** Çiçeğin, ne gülün yok Ateşin yok, külün yok Neyine varayım ki Bir tatlıcık dilin yok *** Seninki kuru sevdâ Değil hiç kara sevdâ Ne, ne dediğin belli Ne de istettin hâlâ! *** Fındığın dışı kabuk Konuşma abuk-sabuk Kaçmak, göçmek ne demek Ağzını topla çabuk *** Perçemi ne saçı ne Kurt mu düştü içine Dalları kırıyorsun Ocakların suçu ne?             *** Niye ki darlanırsın Şakaya mı alırsın Hadi istet öyleyse Deyince kıvranırsın *** Yârimin dili tatlı Cümleleri kanatlı Havalarda uçuyor O göklerde, ben atlı! *** Hele bak sen oğlana Dönüyor yana yana Kördüğüm mü oldu ne Hep dolana dolana! *** Kaya boğazı derler Mevsimin yazı derler Senin gibi yâr bulmuş Nedir bu nazı derler? *** Ulubeyde kestâne Kestâne tâne tâne Sevdâlara düşenler Bakışırlar mestâne   *** Duman çıkarmış bunca Kâlbe ateş vurunca Nasıl yanmayayım ki Gözler kömür olunca! *** Fındık dedi yıl döndü Gayrı ümidim söndü Güz geldi kış kapıda Ne haber ne görüntü
Ekleme Tarihi: 06 Kasım 2017 - Pazartesi

ALTUN TEYZE, FATMA ANA; DEYİMLER, MANİLER…

Bizim yaşlılarımızda, belki okuma yazma yok ama ne cevherler var. Hele bir dokun da gör.  Eski türkülerden, manilerden, olaylardan, hikâyelerden. Aslında her biri uzun uzun konuşturulup, anlattıkları kaydedilmeğe değer. Geçmiş kültürümüzün renklerini günyüzüne çıkarmak adına yapılması gereken bir şey bu aslında. Kültür ve Edebiyata dâir kurum ve kuruluşlarıyla, bu sahayı kendisine seçmiş insanların böylesi görevlerinin de bulunuyor olacağını söylemeğe bile gerek yok. Ama bu noktada ihmâllerimizin çok olduğu açık. Her neyse.

Fatma anamız 90 küsur yaşında birkaç ay evvel  rahmete kavuştu. Rabbimiz mekânını cennet eylesin.  Altun Teyze 90’a doğru giderken yatağa bağlı yaşıyor. Konuşma, sohbet, dertleşme yerinde. Onda maniler var da, kendine, ya da dönemine has kimi deyimler de var.

“İş Allâh’ın dediğine varır; biz ne desek hikâye olur!”

“Baba kapısı meydan kapısı, el kapısı zindan kapısı!”

“Kız kapısı, kale kapısı!”

“Abrulun beşinde ekin ektik. Çok da güzel, cam gibi hava vardı. Sabah kalktık ki yarım metre kar yağmış! Bir teneke darı ekilmişti. Eyvah dedim, bu deneler hep çürür! Angırdoo Hüsnü Aga;

  • Hiç korkma kızım dedi. Bu kar bereket. Bir hafta sonra gör sen!
  • Sonra bir baktık, yeşil yeşil filiz verdi hepsi de…

Bu notlardan sonra, yıllar ötesinden akıp geldiği her hâlinden belli olan manilere geçebiliriz:

***

Armut dalda, dal yerde

Bülbül öter her yerde

Ötme bülbülüm ötme

Her birimiz bir yerde

*

Armut armut dişledim

Sapını gümüşledim

Sevdiğimin ismini

Gömleğime işledim

*

Dut ağacı dut verir

Yaprağını gıt verir

Oğlan küçük, kız büyük

Sarıldıkça tat verir

*

Dut ağacı dutludur

Dibi yeşil otludur

Kurban olduğum Allâh

Eloğlu ne tatlıdır!

 

FADİME ANA’DAN

Başındaki yazmayı

Çözer çözer bağlarsın

Konuştuğumuz yerde

Gelir-gider ağlarsın

**

Yaylanın düzünde

Atım yok ki yayılsa

Gel beri konuşalım

Kimsen yok ki darılsa

**

Gel gidelim dağlara

Dağlar olsun evimiz

Açtı yeşil yapraklar

Olsun kiremidimiz

 

ESKİLERDEN YENİLERE...

Yâr dedi bir söz açtı

O gün bugündür kaçtı

İstedi, ne istetti

Mevsimler geldi geçti

***

Sevgine diyecek yok

Lâkin, lâfa karın tok

Ne işin var, ne aşın

Daha çok beklersin, çok!

***

Çıt kırıldım, kırılır

Yâr keyfinden darılır

Lâf-söz bulamadıkça

Telefona sarılır!

***

Bak yine hep bir hoşsun

Gönlüm ne diye coşsun

Babanın hâli mâlum;

Sen de ayyaş berdoşsun!

***

Koyunu ne koçu ne

Ala düve, keçi ne

Hem savurgan, hem savruk

Yarın nasıl geçine?

***

Çiçeğin, ne gülün yok

Ateşin yok, külün yok

Neyine varayım ki

Bir tatlıcık dilin yok

***

Seninki kuru sevdâ

Değil hiç kara sevdâ

Ne, ne dediğin belli

Ne de istettin hâlâ!

***

Fındığın dışı kabuk

Konuşma abuk-sabuk

Kaçmak, göçmek ne demek

Ağzını topla çabuk

***

Perçemi ne saçı ne

Kurt mu düştü içine

Dalları kırıyorsun

Ocakların suçu ne?

            ***

Niye ki darlanırsın

Şakaya mı alırsın

Hadi istet öyleyse

Deyince kıvranırsın

***

Yârimin dili tatlı

Cümleleri kanatlı

Havalarda uçuyor

O göklerde, ben atlı!

***

Hele bak sen oğlana

Dönüyor yana yana

Kördüğüm mü oldu ne

Hep dolana dolana!

***

Kaya boğazı derler

Mevsimin yazı derler

Senin gibi yâr bulmuş

Nedir bu nazı derler?

***

Ulubeyde kestâne

Kestâne tâne tâne

Sevdâlara düşenler

Bakışırlar mestâne  

***

Duman çıkarmış bunca

Kâlbe ateş vurunca

Nasıl yanmayayım ki

Gözler kömür olunca!

***

Fındık dedi yıl döndü

Gayrı ümidim söndü

Güz geldi kış kapıda

Ne haber ne görüntü

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.