Bu hafta sonu köye gidemedik. Önceki hafta gitmiş, üzüm ve incirlerden, suyunu iyice çekmiş, sonun sonu diyebileceğimiz nasiplerimizi almıştık. Sanırız artık nümûnesi dahî kalmamıştır. Belki, sinekler, arılar ve de karıncalar gibi böceklerin, yerine yapışıp kalmış vaziyette kimi muhtemel bakiyelere ziyâretleri sürüyordur.
Bu arada, daha önce tek tük olgunlaşan hurmaların çoğunluğunun toplanma zamanı gelmiş olmalı. Hafta sonunu beklemeden bir dolaşmakta fayda var. Çünkü bu meyvelerin o hâlde fazla kalmaya tahammülü olmuyor. Kuşlar nasîbini elbette değerlendirecek ama, kimilerine de biz yetişelim inşâllâh.
Bir düğün ve hasta ziyâreti sebebiyle hafta sonu köye gitme plânı yapmadık ama son cumâ bizim için hareket ve de bereket açısından çok çok güzel bir gün oldu. O sabahı Karşıyaka Câmii’nde edâ ettik. Cemaatle kahvaltının ardından Akyazı İmam-Hatip Lisesi’nde öğretmen arkadaşlarla sohbet ederken İrfan Özbilen Ağabey’den telefon geldi. İş îcâbı olarak Tirebolu’ya kadar geçecekmiş. Çoğu zaman yaptığı gibi bizi de dâvet etti. Tabiî canımıza minnet. Dedik ya, hava da müsâit. Engel de yok. Yollar kaymak. Rengârenk güz manzaraları ve mâvi deniz eşliğinde Tirebolu’ya vardık. Namaza daha yarım saate yakın zaman var. Ezan için biraz erken davrandık.
Köprü üstü, Çarşı Câmii’ndeyiz. Küçük, sevimli, şirin, merkez bir câmi. Namazı, biz geldiğimizde kürsüde vaaz vermekte olan müftü Bedir Aydın Bey kıldırdı. Sonra kendisiyle tanıştık. Gümüşhâne’nin Torul ilçesinden. Köyü, babamın anneden dedesi Nûri Ağa’nın geldiği İlicek’e komşuymuş. Sîmâen de, buradaki Gümüşhâneli arkadaşlara çok benziyor.
İYİLER, KÖTÜLER; HERKES...
Her neyse. Hocamız hutbeyi de çok güzel îrâd etti. Konu güzel, uslûp iyi, okuyuş fevkâlâde. Etkilenmemek mümkün değil. Mâlum, her yerde aynıları okunuyor. Dolayısıyla sizler de hatırlayacaksınız; Âyet ve Hadis metinleri okunduktan sonra Türkçe kısmı şöyle başlayıp devam etti:
“Peygamberimiz (s.a.s), bir gün sahabeye “Hanginizin iyi, hanginizin kötü insan olduğunu size haber vereyim mi?” diye sordu ve ardından: “İyi olanınız, kendisinden herkesin hayır umduğu ve şerrinden emin olduğu kimsedir. Kötü olanınız ise kendisinden hiç kimsenin hayır ummadığı ve şerrinden emin olmadığı kimsedir.” buyurdu.
Evet, iyiler, kendisinden iyilik umulanlar; kötüler, kendisinden hayır beklenmeyenler! Ne kadar güzel, belirleyici, net bir ölçü. Kestirme ve de oldukça pratik. Îzâha da gerek yok. İfâdeler, herkesin anlayacağı özellikte. Keşke, istifâ edip etmemeleri tartışılan yöneticilerimiz başta olmak üzere herkes kendisini zaman zaman bu ölçüye vursa da, kendi boyunun ölçüsüne baksa. Hareket tarzını ona göre belirlese! Ama, nerede? İşte problem de tam burada!
KİTAP, HÂTIRA, GÜLBURNU...
Namaz sonrası bir kitabevi aradım. Bulmam zor olmadı. Böyle taşra kitabevlerinde önceki yıllardan değişik kitaplar olabiliyor. Onların arasında gezinmenin de ayrı bir lezzeti bulunuyor. İrfan Ağabey telefonla arayınca kitaplardan birini Tirebolu hâtırası olarak alıp çıktım. Lokantaya oturur oturmaz da kitabın üzerine ad, soyad, târih ve yer adını yazıp imzaladım. Hattâ bu defâ saati bile. Bu da, yıllar sonra kitapları karıştırırken sizi tekrar o bölgelerde dolaştırıyor, târihe yolculuk yaptırıyor.
Sevgili okurlar. Dönüş yolumuz da güzel oldu. İkindiyi GÜLBURNU KIRAN CÂMİİ’nde kıldık. Yeni restore edilmiş şirin mi şirin bir câmi. Çok sevimli. Küçük ama, sizi bütünüyle bağrına basıp sarıp-sarmalayan irfânî bir genişliğe sâhip. İnşâllâh burada tekrar namaz kılmak nasip olur diyorsunuz içinizden. Nitekim, imam Mustafa Arslan ve oradaki cemaate bu arzumuzu dillendirdik.
Hayırlısıyla eve ulaştıktan sonra, akşam da Ensar’dan gelen telefonla AKM’ye gittik. İyiki de gitmişiz. Recep DEMİRKAYNAK bizi güldürdüğünden çok fazlasıyla, bilgilendirip düşündürdü. Program sonrası çay sohbetinde öğrendiğimiz kadarıyla Ordu’ya gelişinde 1000’e yakın gence hitap etmiş. Aslında tüm gençlerimiz bu güzîde sanatkârımızla buluşup tanışmalı, mesajlarından istifâde etmeli. Sâdece Ordu değil, tüm ülke gençlerinin onun bir programını izlemesini arzu ederim. Rabbim sayılarını çoğaltsın inşâllâh.
Cumartesi Tâlip Can Hoca’nın oğlu Hüseyin Tarık’ın, kendisi gibi OBB’de çalışan Damla Hanımla düğünü vardı. Oraya katıldık ve özellikle Eğitim ve Diyânet câmiamızdan eski-yeni, uzak-yakın bir çok arkadaşımızla görüşme imkânı bulduk. Gençlerimize buradan da ayrıca mutluluklar diliyoruz.
KARAKIŞ, FATSA, PİRAZİZ...
Pazar bizim daha çok Piraziz günümüz oldu. Akşam 3. Kemoterapisini alan kız kardeşimi ziyârete gittik. Rabbim onun, cümle hastalarımızın ve hepimizin yardımcısı olsun. Bu arada namaz için gittiğimiz câmide İsmail KARAKIŞ Ağabeyle karşılaştık. Bölgeye dâir bir çok eseri ve gayreti bulunan Mehmet Fatsa Bey’le tanışma imkânı bulduk. Mustafa Hocamızın yaktığı soba etrafında takdim ettiği tavşan kanı çaylarla berâber sohbetimiz yatsı sonrası da sürdü. Çok da güzel oldu. Ordu ve Giresun’a, bölgeye dâir duygu ve düşünceler dile geldi. İnşâllah bunun meyveleri olacak. En azından karşılıklı geliş-gidişlerle kültürel meselelerimizi gündeme taşıyıp ortak faaliyetlerimizi canlandıracağız.
Evet bir hafta sonumuz böyle geçti özetle. Konuyu bağlarken, başta kendimizin, sonra da başımıza geleceklerin hutbede belirtilen iyi insan, kâmil mümin özelliklerini hâvî kişilerden olduğu günleri görmenin hepimize nasîp olması, ülkemiz ve de bölgemiz için hayâl ettiğimiz gayretlerin gerçekleşmesi niyâzıyla berâber cümleye sevgiler, saygılar ves’selâm…