Geçtiğimiz Perşembe bizim Fatsa günümüz oldu. Kösebucağı’na cenâzeye gittik. Fatsa Garaj Câmii Hocası Mehmet Küçük Bey’le 80’li yılların 2. yarısında Akkuş’ta görev yaptığımız zamanlardan beri tanışıyor, görüşüyoruz. Kardeşi Muammer Bey’le de Ordu’da tanıştık. Kendisi İl Dernekler Müdürlüğü’nde çalışıyor. Bizim de dernek işlerimiz olduğu için sık sık görüşme imkânımız oluyor. Onun da ötesinde aramızda bir kardeşlik, arkadaşlık hukûku oluştu. İşte bu kardeşlerimizin babası rahmetli olmuştu. Bu vesîleyle Ordu’dan büyük bir minibüs dolusu, 20 civârında kişi olarak Fatsa’ya hareket ettik. Kumru tarafına giderken çatallaşan yolu Korgan levhasının gösterdiğince tâkip ettik. Düğünlük, Bacanak derken sağa sapıp az aşağıdaki Kösebucağı’na ulaştık. Vardığımızda cenâze evin önünden câmiye götürülmek üzere omuzlar üzerine alınmıştı.
Korgan’a, özellikle Kumru’ya çok gitmişliğimiz var. Çeşitli vesîlelerle kimi köylerine de. Ancak, Kösebucağı’na ilk gelişimiz. Güzel, şirin, eski-yeni câmisi, köy odası ve sık yerleşimiyle belde hüviyetinde bir mahalle. Havalar güzeldi. Katılım da. Câmi doldu taştı. Dışarıya branda serildi. Köy odası dediğimiz yerde de ayrıca namaz kılındı.
KÖY ODASI, MEKTEP HAVASI...
Köy odası dediğimiz şey çok hoş binâ edilmiş. Ayaklarınızı çıkararak merdivenleri çıkıyorsunuz. Katın bir tarafı şadırvan, bir yanı çay, sohbet, toplantı odası. Bir yandan çaylar geliyor. Duvar kenarlarında oturma düzenekleri dizili. Orta yer halı ve tamâmen boş. Bir taraf kütüphâne. İlmî, kültürel dergi ve kitaplar var. İsteyen alıp okuyabiliyor. Bizim tercihimiz de bu yönde oldu. En azından ne var ne yok, şöyle bir gözden geçirdik. Kimi ilgimi çeken dergilerden 2’şer adet vardı. Birini almak da geçmedi değil içimden, hattâ birini ikiye büktüm bile ama sonra vaz geçtim. Diyânet Dergisi’nin özellikle İSLÂM ve ŞEHİR sayısı. Sonra, İSLÂM ve GENÇLİK ile İSLÂM, ÇOCUK, ÂİLE sayıları. Çok güzel yazılar, resimler, çizimler vardı.
Gerek bu odada, gerekse dışarıda çok tanış arkadaşlarla karşılaştık. Yılmaz UZUN Bey, Mehmet AKYÜREK, Murat SAYLAN Hocalar, cenâzenin vaazını yapan Gülyalı Müftümüz Kemâl MENCELOĞLU Bey gibi. Akkuş’tan Yusuf KÖSTEK, Erol GEBEŞ, Ergin EFİL, Mustafa EFİL Beyler gibi, adını şu an hatırlayamadığımız eski öğrenciler ve arkadaşlarımız. Hattâ, bizim köy(Ulubey-Eymür)den bir komşumuz bile vardı; Kemal ELİBOL. Muammer Bey’in komşusuymuş. Nereden nereye…
KÜÇÜK KARDEŞLER, BÜYÜK HAYATLAR...
Mâlum, cenâzeye katılmak ve benzeri şeyler dînimizin emri. Nitekim, Peygâmberimiz (SAV) müslümanın Müslüman üzerindeki 5 hakkından söz ederken cenâzesine katılmayı da zikr’ediyor. Bizler de o gün, oraya gelen yüzlerce kişi gibi bunu yapmaya çalıştık. Allâh kabûl etsin. Hakk'a vuslat gününü yaşadığımız İsmail Baba’nın (90) namazını orada gördüğümüz oğullarından, İzmir-Balçova’da öğretmenlik yapan Fâris Bey kıldırdı. Şuayip Bey de Fatsa’da aynı mesleği yürütüyor. Öğrendiğimiz kadarıyla, bir abla var, bir de en küçük kardeş Abdulâh. Ne mutlu merhûma ki ardından Kur’an okuyacak pırlanta çocuklar yetiştirmiş. Hepsinin de, selîm, olgun, vakur bir duruşları var. Torunlar da öyle. Rabbimiz cümlesine selâmet versin.
AHŞAP CÂMİLER, GÜZEL İNSANLAR...
Camiin hemen yanında eskisi de duruyor. Ahşap bir câmi. Yıkılmaması çok iyi olmuş. Oraya ayrı bir derinlik, mâneviyât, târihî, kültürel bir özellik katıyor. Kösebucağı halkını, bu vefâ örneği, kadirşinâs hareketlerinden dolayı tebrik ediyoruz.
Câmilerin etrafı çayır-çimen. Devâmı mezarlık. O gün, Abdurrahman Tatlıgül Hoca’nın duâsı her şeye değdi. İçinin aydınlığı yüzüne, misvâk duruluğu cümlelerine yansıyan hocamızın duâsı günü daha bir bereketlendirdi. Allâh kendisinden râzı olsun.
Hitâmuhû misk cümlesinden bu güzel, merhum amcamız başta olmak üzere, çocukları ve tüm cemaati geçmişleri ve gelecekleriyle berâber hepimizi Efendimiz(SAV)in komşuluğunda buluşturan duâsının ardından tekrardan tâziyelerimizi yapıp yola koyulduk. Minibüse teşekkür ederek dönüşü, ta 70’li yılların Ordu İmam-Hatip Okulu günlerinden tanıştığımız, bir ara Ordu’da Kur’an Kursları Müdürlüğü de yapan Mehmet Akyürek Ağabey’le yaptık. Yanımızda iki arkadaş daha var. Lâf, muhabbet, çiçek, yaprak arasında Fatsa’ya indik. Her taraf rengârenk çiçeklerle dolu. Bahçe içleri inadıya sakarca deryâsı. Sanki ince bir kar serpintisi sıklığında süslüyorlar bahçeleri. Artık köylerimizde eskisi gibi inek-dana da olmadığından, ortalıkta çiçekten geçilmiyor.
SÖKÜLCE, ÇÖKÜLCE, SAKARCA...
Burada asıl söylemek istediğimiz şey, bir ara, “ne kadar da SÖKÜLCE var!” denir gibi bir şey duydum. Meğer, ben işime geldiği gibi, yakıştırarak öyle duymuşum. Mübârek hep sökülür de, mıhlama yapılarak güzel güzel yenilir ya. Hâlbuki onlar ÇÖKÜLCE demişler. Biz de Ordu civârında SAKARCA diyoruz. İşte dil ve kültür çeşitliliği. Tıpkı çiçeklerin cümbüşü gibi, o da bir zenginlik.
Fatsa’ya gelince arkadaşlar ikramsız bırakmadılar. Zeki ÖZKAN kardeşimizle tanışmaktan ve sohbetten ayrıca memnun olduk. Sonra ayrıldık. Dolaşırken Mir KUZEY yazısını gördüm. Yeri değişmiş. Daha önceki yerine de yıllar önce gelmiştik. Çok ilgili karşıladılar. Kendileri âile boyu gazeteciliğin bir örneği. Başlarında Niyâzi YEŞİLLER Bey var. Betül Hanım ve Nusret Beylerle tanıştık. Niyâzi Bey gazetenin serüveninden anlattı. Bir kızının bu yaz gazetecilik okulunu bitireceğini, daha profesyonel ve iddiâlı olarak yollarına devam edeceklerini söylediler. Böylesi zor bir işte, böyle âile boyu bir iddiâ, bir sevginin, sevdânın, ideâlin, heyecânın göstergesiydi. Kendilerini tebrik ediyor, hayırlı, üstün başarılar diliyorum.
BİR BAŞLADIK, MİR BAŞLADIK İNŞÂLLÂH...
Sevgili okurlar; Niyâzi Bey’in yazma teklifini değerlendirmeye çalıştığımız bu ilk yazının sonuna geldik. Boyutu da oldukça aştık. Dolayısıyla, Fatsa faslının kalan bölümünü gelecek yazılara bırakırken, inşâllâh diyor, buluşmamızın hayırlara vesîle olması dileğiyle cümleye sevgiler, saygılar, sevdikleriyle berâber sonsuz mutluluk temennîlerimizi sunuyor, hayırlı vesîlelerle tekrar tekrar görüşmeyi umuyoruz ves’selâm…