Erdoğan DEMİR
Köşe Yazarı
Erdoğan DEMİR
 

HALKIN DERDİ İLE İLGİLENMEYEN HALKTAN TARAF OLAMAZ

Halkı yönetmeye çalışan veya halkı yönetmeye aday olan herkesin derdi halkın derdi ile ilgilenmek ve dertlerine bir çözüm üretmek olmalıdır. Olmalıdır derken, her yönetici adayı bu düşünce ve fikir ile yönetime aday olur. Talep ettiği yere gelince de, dün dündür bu gün bu gündür düşüncesiyle zamanını gün be gün boşa geçirir.  Gerçek halkın derdi ile ilgilenen ve halktan taraf olanlar müstesnadır. İşte size tarihten birkaç örnek. Kisrâ (eski İran ) hükümdarlarından Nûşîrevan, adaleti, insafı, siyaseti ve güzel yönetimi ile meşhur olan İran'ın büyük hükümdarlarından birisidir. Hz. Peygamberin onun zamanında dünyaya gelmiştir. Nûşîrevan, Hz. Peygamberin (s.a.v) doğumundan sonra iki sene kadar yaşadı. Peygamber Efendimiz (s.a.v) onun devrini överek: "Ben adil hükümdar Nûşîrevan zamanında doğdum” buyurmuştur. Resûlullah'ın (s.a.v) ondan adil hükümdar diye bahsetmesi, onun adaletinin büyüklüğündendir. Dünyada güzel isim ve güzel şöhret ile anılmak, en hayırlı şeylerdendir. Nûşîrevan ve ondan önceki hükümdarlar ülkelerinin imarı (rahat ve ferahı) ve insanlar arasında adaleti yaymak için gayret etmişler; devletin önemli işlerinde güzel tedbiri elden bırakmamışlar ve insanlarına karşı güzel muamelede bulunmuşlardır. Onların kendilerinden sonra bıraktıkları eserler ve imarlar günümüze kadar ulaşmıştır. Her ülke, hükümdarının adıyla bilinir, zamanımızda olduğu ibi. Çünkü gerçek manada toprakların imar edilmesi, konutların yapılması, toprakların ziraata elverişli hâle getirilmesi, doğal kaynakların işletilmesi ve su kaynaklarının bulunması onların elindedir. İşte Nûşîrevan adaleti ve siyaseti ile israftan kaçınarak ülkesini imar etmiş ve tarihe geçmiş bir liderdir Onun gibi olabilenlere ne mutlu… Anlatıldığına göre; Nûşîrevan, halkını denemek için bir müddet kendisini hasta gösterdi. Hizmetçilerini, memurlarını ve güvendiği kimseleri çağırarak, tedavi olabilmesi için, onlara ülkesinin her köşesini, her vilayetini dolaşarak, harabe olmuş bir köyden eski bir tuğla bulup getirmelerini emretti. Dostlarına da, hastalığının geçmesi için bunu doktorların tavsiye ettiğini söyledi. Bütün memurlar ülkeyi karış karış aradıktan sonra Nûşîre-van'a gelerek: "Her yeri dolaştık, ne yıkık bir köy, ne de eski bir tuğla bulabildik" dediler. Nûşîrevan sevinerek Allah'a şükretti ve hizmetlilerine:  "Bunu yapmamın sebebi, vilayetlerim hakkında bilgi sahibi olmak, memleketimden haberdar olmak, şehirlerde imar etmek için harabe bir yer kalmış mı diye öğrenmek içindi" dedi. Hani devlet büyüğümüz Fırat”ın kenarında bir kurt kuzuyu kapsa Allah bizden sorar, düşüncesini devamlı paylaşıyor ya. Şunu iyi bilin ki, en ücra köyde, en ücra bir derenin kenarında bir evin yolu, suyu ve elektriği şoksa, bu kişi en az elli metrelik mesafede yükünü sırtıyla veya yük hayvanı ile taşıyorsa, bilin ki bunun hesabını Allah sizlerden soracaktır, eğer inanıyorsanız. İnanmıyorsanız da bizler inanıyoruz mutlaka soracaktır. Bilin ki; geçmişteki adil hükümdarların bütün çalışmaları ve gayretleri, emri altındaki toprakları kendilerinden sonrakilere de kalacak şekilde imar etmekti. Bu konuda gelen bir rivayet şöyledir: "Ülke ne kadar mamur, huzur ve refah içinde olursa İnsanların da onlara karşı vefaları ve teşekkürleri o kadar çok olur." Onlar, alimlerin ve hikmet ehli insanların söylediklerinin şüphesiz doğru olduğunu biliyorlardı. Onun için şu üç yüz veya beş yüz sene önceki geçmişimize bir göz atın.. Bu söylediklerimiz, onların şu hikmetli sözlerinde gizlidir: "Din lider ile; lider asker ile; asker mal (teçhizat) ile; ekonomi, şehirlerin imarı ile, şehirlerin imarı da ancak insanlara adil davranmakla ayakta durur." Fatih”in tebdil-i kıyafetle esnaf ziyaretini hatırlayın.. Atalarımız, hiç kimsenin haksızlık ve zulmüne ortak olmazlar, halkın yeteneksiz, beceriksiz ve cahil kalmasına razı olmazlardı. Atalarımız şunu bilmekteydiler: İnsanlar, zulüm üzerinde huzur ve istikrar bulamaz. Memleketleri zalimler istila ederse her şey harap olur; insanlar dağılır, başka devletlere kaçarlar, işte Suriye”deki zulümleri yedi senedir yaşıyor ve görüyoruz. Böylelikle mülk noksanlaşır, memleketin geliri azalır, devlet hazinesi boşalır, insanların geçimi kötü olur; çünkü halk, zalim olanı sevmez. Zulüm devam ettiği müddetçe halkın bedduası onların üzerinden ayrılmaz. İdareci böyle bir memleketten fayda bulamaz. İnsanlar onun en kısa zamanda helak olması için dua ederler. Zulüm iki kısımdır der ilim adamları. Birincisi,  liderin halkına, kuvvetlinin zayıfa, zenginin fakire yaptığı zulüm. İkincisi de kişinin kendine yaptığın zulüm. Bu zulüm, insanların günahlarının kişilerde bıraktığı uğursuzluk nedeniyledir. Zulmetme ki, sana da zulüm yapılmasın; Katâde der ki: Zulüm üç kısımdır. Birincisi, bağışlanmayan zulüm: Bu Allah'a (c.c) şirk koşmaktır. Bir ayette Yüce Allah: "Şirk gerçekten büyük bir zulümdür"  buyurarak; şirkin zulmün bir çeşidi olduğunu bildirmiştir. İkincisi de devam etmeyen zulüm: Bu, kulların birbirlerine yaptığı zulümdür. Sözle, fille ve çevresine verdiği 1arklı eziyetlerle. Üçüncüsü ise bağışlanabilen zulüm. Bu, kulun günah işlemek suretiyle kendi nefsine yaptığı zulümdür. Bu, kulun bir kusur işledikten sonra Rabbine yönelerek tövbe etmesiyle olur. Zira Allah (c.c) onu rahmeti ile bağışlar ve lütfü ile cennetine koyar. Allah zulüm edenlerden değil, insanlara hizmet eden, tüm insanların duasını alabilen kişilerden eylesin bizleri. 
Ekleme Tarihi: 26 Mart 2018 - Pazartesi

HALKIN DERDİ İLE İLGİLENMEYEN HALKTAN TARAF OLAMAZ

Halkı yönetmeye çalışan veya halkı yönetmeye aday olan herkesin derdi halkın derdi ile ilgilenmek ve dertlerine bir çözüm üretmek olmalıdır.

Olmalıdır derken, her yönetici adayı bu düşünce ve fikir ile yönetime aday olur. Talep ettiği yere gelince de, dün dündür bu gün bu gündür düşüncesiyle zamanını gün be gün boşa geçirir.  Gerçek halkın derdi ile ilgilenen ve halktan taraf olanlar müstesnadır. İşte size tarihten birkaç örnek.

Kisrâ (eski İran ) hükümdarlarından Nûşîrevan, adaleti, insafı, siyaseti ve güzel yönetimi ile meşhur olan İran'ın büyük hükümdarlarından birisidir. Hz. Peygamberin onun zamanında dünyaya gelmiştir. Nûşîrevan, Hz. Peygamberin (s.a.v) doğumundan sonra iki sene kadar yaşadı. Peygamber Efendimiz (s.a.v) onun devrini överek:

"Ben adil hükümdar Nûşîrevan zamanında doğdum” buyurmuştur.

Resûlullah'ın (s.a.v) ondan adil hükümdar diye bahsetmesi, onun adaletinin büyüklüğündendir. Dünyada güzel isim ve güzel şöhret ile anılmak, en hayırlı şeylerdendir.

Nûşîrevan ve ondan önceki hükümdarlar ülkelerinin imarı (rahat ve ferahı) ve insanlar arasında adaleti yaymak için gayret etmişler; devletin önemli işlerinde güzel tedbiri elden bırakmamışlar ve insanlarına karşı güzel muamelede bulunmuşlardır. Onların kendilerinden sonra bıraktıkları eserler ve imarlar günümüze kadar ulaşmıştır.

Her ülke, hükümdarının adıyla bilinir, zamanımızda olduğu ibi. Çünkü gerçek manada toprakların imar edilmesi, konutların yapılması, toprakların ziraata elverişli hâle getirilmesi, doğal kaynakların işletilmesi ve su kaynaklarının bulunması onların elindedir. İşte Nûşîrevan adaleti ve siyaseti ile israftan kaçınarak ülkesini imar etmiş ve tarihe geçmiş bir liderdir

Onun gibi olabilenlere ne mutlu…

Anlatıldığına göre; Nûşîrevan, halkını denemek için bir müddet kendisini hasta gösterdi. Hizmetçilerini, memurlarını ve güvendiği kimseleri çağırarak, tedavi olabilmesi için, onlara ülkesinin her köşesini, her vilayetini dolaşarak, harabe olmuş bir köyden eski bir tuğla bulup getirmelerini emretti. Dostlarına da, hastalığının geçmesi için bunu doktorların tavsiye ettiğini söyledi. Bütün memurlar ülkeyi karış karış aradıktan sonra Nûşîre-van'a gelerek:

"Her yeri dolaştık, ne yıkık bir köy, ne de eski bir tuğla bulabildik" dediler. Nûşîrevan sevinerek Allah'a şükretti ve hizmetlilerine:

 "Bunu yapmamın sebebi, vilayetlerim hakkında bilgi sahibi olmak, memleketimden haberdar olmak, şehirlerde imar etmek için harabe bir yer kalmış mı diye öğrenmek içindi" dedi.

Hani devlet büyüğümüz Fırat”ın kenarında bir kurt kuzuyu kapsa Allah bizden sorar, düşüncesini devamlı paylaşıyor ya. Şunu iyi bilin ki, en ücra köyde, en ücra bir derenin kenarında bir evin yolu, suyu ve elektriği şoksa, bu kişi en az elli metrelik mesafede yükünü sırtıyla veya yük hayvanı ile taşıyorsa, bilin ki bunun hesabını Allah sizlerden soracaktır, eğer inanıyorsanız. İnanmıyorsanız da bizler inanıyoruz mutlaka soracaktır.

Bilin ki; geçmişteki adil hükümdarların bütün çalışmaları ve gayretleri, emri altındaki toprakları kendilerinden sonrakilere de kalacak şekilde imar etmekti. Bu konuda gelen bir rivayet şöyledir:

"Ülke ne kadar mamur, huzur ve refah içinde olursa İnsanların da onlara karşı vefaları ve teşekkürleri o kadar çok olur."

Onlar, alimlerin ve hikmet ehli insanların söylediklerinin şüphesiz doğru olduğunu biliyorlardı. Onun için şu üç yüz veya beş yüz sene önceki geçmişimize bir göz atın..

Bu söylediklerimiz, onların şu hikmetli sözlerinde gizlidir: "Din lider ile; lider asker ile; asker mal (teçhizat) ile; ekonomi, şehirlerin imarı ile, şehirlerin imarı da ancak insanlara adil davranmakla ayakta durur." Fatih”in tebdil-i kıyafetle esnaf ziyaretini hatırlayın..

Atalarımız, hiç kimsenin haksızlık ve zulmüne ortak olmazlar, halkın yeteneksiz, beceriksiz ve cahil kalmasına razı olmazlardı. Atalarımız şunu bilmekteydiler:

İnsanlar, zulüm üzerinde huzur ve istikrar bulamaz. Memleketleri zalimler istila ederse her şey harap olur; insanlar dağılır, başka devletlere kaçarlar, işte Suriye”deki zulümleri yedi senedir yaşıyor ve görüyoruz.

Böylelikle mülk noksanlaşır, memleketin geliri azalır, devlet hazinesi boşalır, insanların geçimi kötü olur; çünkü halk, zalim olanı sevmez.

Zulüm devam ettiği müddetçe halkın bedduası onların üzerinden ayrılmaz. İdareci böyle bir memleketten fayda bulamaz. İnsanlar onun en kısa zamanda helak olması için dua ederler.

Zulüm iki kısımdır der ilim adamları.

Birincisi,  liderin halkına, kuvvetlinin zayıfa, zenginin fakire yaptığı zulüm. İkincisi de kişinin kendine yaptığın zulüm.

Bu zulüm, insanların günahlarının kişilerde bıraktığı uğursuzluk nedeniyledir. Zulmetme ki, sana da zulüm yapılmasın; Katâde der ki: Zulüm üç kısımdır.

Birincisi, bağışlanmayan zulüm: Bu Allah'a (c.c) şirk koşmaktır. Bir ayette Yüce Allah: "Şirk gerçekten büyük bir zulümdür"  buyurarak; şirkin zulmün bir çeşidi olduğunu bildirmiştir.

İkincisi de devam etmeyen zulüm: Bu, kulların birbirlerine yaptığı zulümdür. Sözle, fille ve çevresine verdiği 1arklı eziyetlerle.

Üçüncüsü ise bağışlanabilen zulüm. Bu, kulun günah işlemek suretiyle kendi nefsine yaptığı zulümdür. Bu, kulun bir kusur işledikten sonra Rabbine yönelerek tövbe etmesiyle olur. Zira Allah (c.c) onu rahmeti ile bağışlar ve lütfü ile cennetine koyar.

Allah zulüm edenlerden değil, insanlara hizmet eden, tüm insanların duasını alabilen kişilerden eylesin bizleri. 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.