Gençliğimizde bizim de aklımızı çok kurcalamıştır. Öyle ya, bu günkü kânunlarda kitap-sünnet, din-îman kaygısı yok. Tam aksine, özellikle o zamanlar için, dîne, dindarlığa, namaza, örtüye karşı, mevcut kânunlar temelinde gerçekleştirilen bir karşı mücâdele bile söz konusu. En yakın örnek olarak 28 Şubat dönemini hatırlayalım.
Günümüze gelince, genel bir rahatlama olmakla berâber kânunların rûhu değişmiş değildir. Hattâ, serbestiyet getirme adına günâhlar büsbütün pervâsızlaşmış, zinâ gibi ahlâksızlıklar AB’ye uyum terânesi çerçevesinde yasal boyut kazanmıştır.
Kısaca, bu gün bile şu soruyu rahatlıkla sorabilme durumundayız: Şu ülkede hangi şey, aman Allâh’ın hükümlerine ters düşmesin kaygısıyla şekillendiriliyor? Dînin yasakladığı hangi şey yapıldığında Allâh adına, din adına suç kabul edilip Peygâmber aşkına tâkibe uğruyor?
İşte, ister istemez, “ALLÂH’IN İNDİRDİKLERİYLE HÜKMETMEYENLER KÂFİRLERİN TÂ KENDİLERİDİR…” (Mâide:44) âyetiyle bu günleri değerlendirdiğimizde arada sıkışıp kalıyoruz. Yakın çevremizde gençlerle sohbet ederken, çok şükür bunları dert edinenlere rastlıyoruz. Lâkin, heyecanları ön plânda olan, kabına sığmayan gençleri yatıştırıcı cevâpları vermekte zorlandığımız oluyor.
FEYS’TEN, FEYZ’E; SÖZDEN KÂLBE…
Derken, geçen gün facebook’ta karşılaştığımız bir paylaşımın, hepimiz için çok tatminkâr bir cevap niteliğinde olduğunu gördük. Bir gönül adamının bu değerlendirmeleri oldukça mâkul ve yatıştırıcıydı.
Bu vesîleyle, kişiliği kuşatıcı, sözleri ve ahlaklarıyla sorularımıza cevap teşkil eden böyle örnek şahsiyetlere ne kadar ihtiyâcımız olduğunu, çağdaşlık anaforunda neleri kaybettiğimizi görmüş, geçmiş dinamiklerimizi hatırlamış olduk.
Mâlum, zâten; “DOĞRULARLA BERÂBER OLMAK” (Tevbe:119) dünyevî huzur, ebedî mutluluk için, Rabbimizin olmazsa olmaz bir emridir. Dolayısıyla Yüce Mevlâ cümlemize, öncelikle, bizlerden daha çok menhiyyât yağmuru ve olumsuz algı ve propagandaya mâruz bulunan gençlerimize sağlam akîdeli hayırlı dostlar, ahlâklı, edepli dürüst arkadaşlar, doğruyu gösteren, istikâmet veren örnek şahsiyet ortamları nasîp eylesin inşâllâh.
Gelelim, yukarda mezkur asıl konuya. Ulusal bir dergimizde çalışan Selman Tan, yıllarını adliye koridorlarında geçirmiş emekli hukuk adamı Mehmet Temiz Bey’le bir sohbet yayınlıyor. Sayın TAN sohbette, Osmanlı Dönemi’nde yetişmiş, Cumhûriyet Dönemi kültür, siyâset ve bürokrasi çevrelerinde etkili olmuş irfan ehli, gönül insanı Mahmut Sâmi RAMAZANOĞLU’yla hâtıralarına da yer veriyor. Faydalı olacağını umarak onu istifadelerinize sunuyoruz bugün:
ZOR SORULAR, TEMİZ CEVAPLAR…
TAN: Sami Efendi Hazretlerinin size mesleğiniz, kamu görevinizle ilgili tavsiyeleri oldu mu?
TEMİZ: Evet o da şöyle oldu. Ben Urfa’da ders aldıktan sonra ilk fırsatta İstanbul’a ziyarete gidip devlethanenin kapısını çaldım. Benim ilk özel ziyaretim olacaktı. Kapıyı bir genç açtı, torunu Mahmut Bey’miş. Kendisine savcı olduğumu ve ziyarete geldiğimi söyledim. Mahmut Bey içeri girip Sami Efendi’ye; “Efendim sizi bir savcı ziyaret etmek istiyor” demiş. Sami Efendi torununa; “Nasıl birisi?” diye sormuş. Mahmut Bey de; “Efendim tanımıyorum” demiş. Sami Efendi bir müddet sükût ettikten sonra; “Güvenilir birisidir alabilirsiniz” demiş. Bunları daha sonra bana Mahmut Bey anlatmıştı. O dönemler sıkıntılı dönemlerdi, devamlı tedbiri tavsiye ettiği dönemlerdi. Bizi tanıdıktan sonra bana hukuk ile yani mesleğimizle ilgili içinde itikadı da, adaleti de barındıran şu 4 temel tavsiyede bulundu;
BEŞERÎ YASALAR, İLÂHÎ KÂNUNLAR…
İlki; “Beşerî kanunların gayri adil olduğuna inanacaksınız, asıl adil kanunların Îlahî kanunlar olduğuna îman edeceksiniz. Gönlünüz beşeri kanunlara değil ilahi kanunlara bağlı olacak” dedi.
İkinci olarak, “Beşeri kanunları uygularken onları ilahî kanunlara adapte etmeye çalışınız” buyurdular.
Üçüncü olarak, “Sakın nefsinize uyduğunuz, kızgın olduğunuz zaman karar vermeyiniz. Hadisi şerif’de buyruluyor “Hakim öfkeliyken hüküm vermesin’ diye.
Son olarak ta şunu söyledi, “Gelen en yakınınız, ananız, babanız dahi olsa kesinlikle iltimas göstermeyiniz, adaletten ayrılmayınız.”
Ben de kendisine “Efendim ayet-i kerime’de “ALLAH’IN İNDİRDİĞİ İLE HÜKMETMEYENLER KAFİRDİR” buyuruluyor. Hatta malum bir başka ayette “ZALİM” bir başka ayette “FASIKTIR” ibareleri de geçiyor. Bu noktada bize ne buyurursunuz?” diye sordum. Malum kendileri hukukçuydular, cevaben buyurdular ki, “Bu ayetin muhatabı siz değilsiniz. Muhatap olanlar iktidarda olanlardır. Onlar da muktedir değillerse yine mes’ul olmazlar ama güçleri yettiği halde değiştirmezlerse o zaman bu ayetlerin muhatabı olurlar...”
İŞ, BAŞARI, İSTİŞÂRE…
Bir seferinde de meslek değiştirme alternatifi zuhur etti. Beni bir şirketin başına çağırıyorlardı. Teklif geldiği zaman, “Biz büyüklerimizle İSTİŞARE ederiz” dedim ve ziyaretine gittim. Kendisine herhangi bir şey arz etmeden buyurdular ki; “HERKES BİLDİĞİ İŞLE MEŞGUL OLSUN, bilmediği konuda başarılı olamaz. Bazı mesleklerde ise kamu menfaati vardır. Adalet noktasında siz faydalı olamazsanız bile zararınız olmaz.”
TAN: Meslek hayatınız nasıl geçti efendim?
TEMİZ: Senelerce savcılık yaptım ama yanımda tek bir ceza kanunu bulundurmadım. Herkes ceza hukuku kitaplarını, ictihatları filan masanın üstünde bulundururdu, fakat benim masamda sadece Kuran-ı Kerim veya o dönem üzerinde çalıştığım sûrenin tefsiri bulunurdu. Hatta müfettişler gelip baktıkları zaman Kuran-ı Kerim ve tefsirleri görünce kaşlarını çatarlardı. Birkaç tanesi; “Yanınızda hiç ceza kanunlarını göremiyoruz deyince, “Onlar çekmecededir” der, çıkarır küçücük kitapçıkları gösterirdim.
(Kaynak: Y. Selman Tan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 382)
Sevgili dostlar, değerli gençler; Kitap-Sünnet üzere, istişâreli, istikâmetli yaşamak, böylece dosdoğru giderek tüm sevdiklerimizle berâber, Allâh’ın rahmeti, mağfireti, lütfu, keremi ve inâyetiyle Efendimizin komşuluğunda buluşmaya muvaffak olmak ümîdiyle cümleye sevgiler, saygılar ves’selâm…