Şu bizim toplumumuzdaki rahatlık ve huzur belki de dünya ülkelerinin bir çoğunda yoktur. Bu kadar özgürlük, bu kadar serbestlik, bu kadar rahatlık, bu kadar bolluk. Beki de bana hani nerede bolluk diye soracaksınız.
Şu bizim ülkemizde geniş ve oturmaya müsait binalar vardır. Tabi bunun yanı sıra son derece lezzetli ve hoş meyveler de vardır.
Tatlı sular, nefis yemekler, gayet semiz etler, bolca koyunlar ve soğuk ve derin pınarlar bulunmaktadır.
Bunların tümünü duyduk ve de biliyoruz. Bizler idaresi altında olduğumuz sultan veya yöneticilerden bahsedelim.
Bizlere zulmü dokunuyor mu?
Herhangi bir hata işlediğimizde mallarımızı alıp bizlerin keyfini kaçırıyor mu?
Eğer bu saydıklarımızı yapan idareciler bulunuyorsa; bu yediğimiz nefis yemekler ve içinde yaşadığımız nimetlere zulüm karışınca zehre dönüşür.
Tabii bizim güven içinde yaşamamızdan dolayı böylesine zehirli yemekler faydalı hatta panzehir olur.
Hiç duydunuz mu? Biz insanlar için, İslamiyet nimetinden sonra sağlık ve güven içinde yaşamak gelmektedir.
İdarecinin birisine şöyle bir soru yöneltilir:
Melikin onuru neyle korunur? Cevaben der ki:
Üç şeyle korunur; çevreyi korumak ve düşmanı uzaklaştırmak.
Ulema sınıfına değer verip, onları şerefli kılmak;
Fazilet sahibi kimseleri sevmektir.
Zira idareci zulüm yapınca çevre kendisinden korkup tedirgin olur. Her ne kadar bolluk ve rafah içerisinde olsalar bile huzurlu olamazlar.
Fakat buna karşılık insanlar benliğini güvenli hissedince içinde bulunduğu nimet az da olsa kendisini mutlu kılar.
Güven , idarecinin izlediği siyasete uygun olarak şekillenmektedir.
Sultan memleketi idare ederken adilane davranmak zorundadır. Zira sultan- idareci yeryüzünde Yüce Allah”ın halifesi durumundadır.
Halk onun heybetinden öylesine çekinmelidir ki, uzaktan da olsa onu gördüklerinde kendilerini korku salmalıdır.
Özellikle de şu dönemimizin sultanı- en üst yöneticisi en mükemmel ve en caydırıcı siyasi çizgiyi izlemek zorundadır. Zira içinde yaşadığımız zamanın insanları, geçmiş zamanın insanlarına benzemezler.
Bizim zamanımız kötü ve dengesiz insanların yaşadığı bir zamandır.
Onlardan katılık ve fenalıktan başka bir şey beklenmez. Böylelerinin başındaki idareci güçsüz olunca siyasi dehası ve caydırıcılığı yetersiz kalınca hiç şüphesiz sonuçta memleket harap olmaya yüz tutar.
Dolayısıyla din ve dünya yara alıp, kötü bir şekilde sona erer.
1999 yılında gazetelerde bir söz yayınlandı ve kimse onun yalan olduğunu veya gazeteleri tekzip etmedi.
'Öyle bir evlat yetiştiriyorum ki, BUNLARI KENDİ DİNLERİ İLE VURACAK ' dediği de rivayet olunur." ( E.M.H., 2 Haziran 1999)
Halkın yek diğerine bir senelik süreçte zulmetmesi, idarecinin yüz senelik bir süreçteki zulmünden daha beterdir. Bu tip zulüm süreçleri, o ülkedeki adaletin olmamasından kaynaklanır.
Nasıl ki şu son aylarda yapılan çok büyük hatanın sonucunda Müslümanların gördüğü psikolojik baskı ve psikolojik zulüm belki de yüz senelik iktidar döneminde yaşanmamıştır.
Halk zulmetmeye başlayınca, Yüce Allah onlara zalim ve diktatör bir kral musallat eder.
Bir rivayette anlatılır ya; kendi döneminde yaşayan seçkin bir insan kendisine; “Sen Sahabe-i Güzin, Hulefa-i Raşidin gibi seçkin insanların makamını işgal ediyorsun. Neden bu kadar katı zulüm işlemektesin.” Dendiğinde. Cevaben:
Siz Ebu Zer gibi davranın ki, ben de Ömer gibi davranayım.
Hangi yönetici daha iyidir diye sorulduğunda;
İyilerin şerrinden emin; kötülerin kendisinden çekindiği kimselerdir. Diye cevap vermiştir.