Mahkemede avukatın biri, elindeki uzunca yazıyı okurken üyelerden bir kaçının uyumaya başladığını görüyor. Avukat da susuyor. Mahkeme başkanı niçin sustuğunu sorunca avukat uyuyan üyeleri göstererek:
-Efendileri rahatsız etmemek için sustum, cevabını verir.
Derdinizi kısa ve öz cümlelerde açıklayın. Çok uzun konuşursanız, sizleri kimse dinlemez. Yapılacak işiniz bile yapılmaz sonra. Uyumayın, uyanık kalın, hep uyanık kalın…
Uykusuzluk hastalığına yakalanan bir adam, aldığı ilaçlardan hiçbir fayda görmüyor. Onun bu halinden haberdar olun bir zat, kendisini alıp bir vaaz meclisine götürüyor. Orada bulunan dinleyicilerin hemen hemen hepsi uyukluyormuş. Zarafet sahibi olan o zat manzarayı göstererek:
-İşte sen buraya devam edersen uykusuzluk hastalığından en kısa zamanda kurtulursun. Der.
Senelerce konuşan hocaların konuşmalarının neden hiçbir faydasının olmadığını anlayabiliyor musunuz? Sadece milleti uyutmak için çıkıyorlar o kürsüye sanki.
Ey iman edenler yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz. Diyen Allah-u Teala sanki bizler için söylemiş değil mi? Kendi söylediklerimize inanmadığımızdan dolayı bizleri dinleyenler de bizlere inanmıyor.
Hani, Müslüman korkak olabiliyordu, cimri de olabiliyordu, amma Müslüman asla yalan söyleyemeyecekti, nerede kaldı bu doğruluk? İnsanların önderi durumundaki kişiler ne kadar doğru olurlarsa,o kadar kendilerine inananları çoğalır. Yoksa sizler uyuyor musunuz?
Adamın biri, Ebü”l-Kasım el Hakim hazretlerine şöyle bir soru yöneltir.
-Devrimizin alimlerine ait sözler ve nasihatler, neden eski alimlerin öğütleri kadar etkili olmuyor? Halk, günümüz ulemasının söylediklerini niçin kale almıyor?
Efendi hazretleri şu ilgi çekici cevabı veriyor;
-Eski büyük zatlar, alimler uyanık insanlardı. Halk ise uykudaydı. Uyanıklar uykuda olanları ikaz ve irşad ediyorlardı. Zamanımızın alimleri ise, uykudadırlar. Halk ise ölmüştür. Uyuyanlar ölüleri diriltebilirler mi?
Uyuyanlar ölüleri uyandıramıyor dostlar. Gerçi ölüleri kimse uyandıramaz amma, sanki üzerimize ölü toprağı serpilmiş gibiyiz. Ne okuruz, ne okuduğumuzdan bir şeyler anlıyoruz, ne dinliyoruz, ne de dinlediğimizden bir şeyler anlayabiliyoruz.
Yetmiş yaşına gelmiş bir kişi. Gerçi gusülle pek işi kalmamış olabilir mi bilmiyorum, amma, bu kişi atmış senedir vaazlar dinlemekte, sohbetlere katılmakla ömrünü bu zamana getirmiş olsun. Gusül abdesti nasıl alınır diye sorsanız, tam adabına göre tarif edemez, beklide yaptığı bile noksandır.
Atmış yıldır namaz kılan amcaya veya dedeye, ihlas suresini okutsanız, en az beş tane hatası çıkar. Biz neden böyle olduk. Osmanlı döneminin el kitabı olan mızraklı ilmihal vardı. Tüm Anadolu insanlarının elinden hiç düşmezdi. Kaç kişimizin evinde İlmihal kitabı bulunuyor acaba. Var olanlar da kaç defa okumuştur o kitabı.
Amma bir sohbet esnasında hemen dini konular da fetva vermeye çalışırız. Kimden duyduk onları, herhangi bir hoca efendiden. Ya o duyduğun doğru iken üzerinden biraz zaman geçince bildiğinin tersi aklında kalmış ise.
İmam kardeşimin birisiyle on beş sene kadar önce ilmihal konusunda sohbet ederken ben Ömer Nasuhi Bilmen hoca efendinin kitabında söşye okudum dedim. O bana yok öyle değil şu şekilde olması gerekir dedi.
Ben kendisine sen nereden okudun dediğimde, bana; falanca hocadan duydum. Dedi. Bir hoca efendi bile duyduğu bilgilerle hüküm veriyorsa, vay geldi bizlere.
İlk emir Oku! Yaradan Rabbinin adı ile! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle yazmayı öğreten Rabbin en büyük kerem sahibidir.
Niçin okumuyoruz ki. Ne oldu bizlere. Hiçbir şey bilmiyoruz, hiçbir şey bilmediğimizi de bilmiyoruz. Ne kadar tehlikeli bir şey bu bilmediğini bilmemek.
Her şeyi ben biliyorum diye öne çıkarsanız, karşınızdaki kişi sizi öyle bir sınava tabi tutar ki, hiç anlayamazsınız.
Çünkü fazla söz yalansız olmaz. Çok para haramsız omlaş demiş atalarımız. Ağzı çok laf yapan, çok konuşan kişi biraz atıyor demektir.
Hep siz konuşmayın, biraz da karşınızdaki kişilere söz hakkı verin.
Toplumumuzda siyasiler bu kurala hiç uymazlar. Hep kendileri konuşur, hep kendileri bilirler, karşısındaki kişiye ne ihtiyacın var diye söz hakkı vermez.
Eğer söz hakkı verirse kendisinin eleştirileceğini, fazla bir şeyleri yapamadıklarını kendisine hatırlatmalarından çekinirler.
Üç sene önce bana; Senin yanına gelip özel sohbet edeceğim diyen üst düzey bir yetkili, üç sene oldu hala gelip biraz hasbihal edeceğiz.
Zaman geçmedi ya, Allahın günleri de bitmedi, gelirler inşallah.
Konuşmayı biraz daha öğrensinler o zaman gelirler, konuşuruz inşallah.
Yapamayacağınız şeyleri kesinlikle söz vermeyin.
Söz verdiğiniz şeyleri de mutlaka yapmaya çalışın. Hepsini yapamamışsanız, yarısını yapın, karşınızdaki elinden gelen bu kadarmış deyip, sizlere inansınlar. Sözünüzde yalan çıkmayın.
Yoksa ya düğünde söylerler, ya da cenazede.
Uyurken bu zaman çabucak geçer de, uyandığınız zaman geç kalmış olursunuz.
Benden söylemesi….
Sürçü lisan ettik ise affola….