Nuri KAHRAMAN
Köşe Yazarı
Nuri KAHRAMAN
 

KONYA'DAN DÜNYA'YA; BİR NEFES BAKIŞ!...

Sevgili okurlar. 1 haftada neler yaşanıyor neler! İşte geçen hafta sonundan bu güne iki düğün, 2 cenâze, bir o kadar sohbet, dâvet, tebriklerden tâziyelere nice ziyâretler yaşadık. Bunları tek tek zikretmek bile mümkün değil burada. Kaldı ki, oralarda gördüklerimiz, yaşadıklarımız, duyduklarımız, gözlemlerimiz; hangi birisini yazmalı?! Aslında paylaşmak istiyoruz, buna da can atıyoruz lâkin; hani ne demişler, yerimiz bu kadar, ve de yenimiz dar! Öte yandan, mâlumunuz,  yazı uzayınca, sevimsizlik kat sayısı artıp, daha da bir okunmaz oluyor. Bu defâ da gâye hasıl olmamış bulunuyor. O zaman, en iyisi kısa kesmek! Amma velâkin, geliniz görünüz ki, o da bir beceri meselesi! Kusura bakmayınız; durum böyle olunca biz şöyle bir taraftan işe koyulacağız. Nerede duracağımızı biz de bilmiyoruz. Çünkü yazarken de yeni cümleler sökün ediyor. O zaman, ne çıkarsa bahtımıza deyip kıyısından-köşesinden şöyle başlayalım bakalım inşâllâh!... Evet sevgili dostlar; yıldı, seneydi, kardı, fırtınaydı, okuldu, tâtildi, kuzeydi, güneydi, Güneydoğuydu, şehitti, cenâzeydi, ihânetti, muhâlefetti, yok polemik, yok siyâsetti, fındıktı, fiyâttı, indiydi, çıktıydı, n’olacaktı falan derken takvimleri değiştirdik te, bir ayı da devirdik bile işte. Böyle diyoruz ama, yoksa ay mı bizi devirdi? Ya da, kim kimi kovalıyor? Zaman mı bizi, biz mi zamanı; ya da biz mi olayları, olaylar mı bizi? Düşünmeye, kafa yormaya değer. Derken aklımıza, akılsız telefonumuz geliyor! 80’li yılların 2. yarısında Akkuş’tayken tanıştığımız, şimdi, memleketi Konya’da görev yapan, geçtiğimiz yaz, onu bu taraflara getiren seminerden dönerken bize de uğrayıp görüştüğümüz arkadaşımız Ahmet Söylemez’in merâmımızı arza medâr olacağını düşündüğümüz mânidar cumâ mesajı söz konusu ettiğimiz. “Ne garip değil mi? insan her adımını mezardan uzaklaşmak için atar; yine her adımda mezara bir adım daha yaklaşır! her nefesi hayâtı uzatmak için alır; lâkin her nefeste bir nefeslik zamanı azalır!” Cümleler burada bitmiyor. Dahası var: “Hâlbuki; hayat yaşanmaya değer olsaydı doğarken ağlamazdık; ve yaşarken temiz kalsaydık ölürken yıkanmazdık!” Tabiî, burası açıklanmaya muhtaç. Söylenmek istenen, hayâtın değersizliği değil, bilâkis onun ciddîye alınmasıdır. Sonsuz mutluluk anlamına gelen cennetin yegâne kazanç durağı olan dünyâ hayâtının, sâniyesinin dahî dikkâtle harcanacak derecede değerli olduğu açıktır. Onu değerlendirmek te, ancak değer vermekle olur. Fakat, onu sâdece dünyâ hayâtı olarak görüp dar kalıpla sınırlarsak, onu da, asl’olan oradan ötesi için sâdece bir durak olduğunu kavramadan şuursuzca har vurup harman savurursak, bu bizim için felâketlerin en büyüğü olur Allâh korusun. İşte o zaman böyle bir dünyâya geliş ağlanası bir şeydir. Belki, doğarken ağlanması bunu hatırlatmak için olsa gerektir. O zaman, yapılması gereken dünyânın dünyâ olduğunu bilmek, onun insanı ayartıp âhiretini mahvedecek taraflarını görerek bu bilinçle yaşamak, ağlanarak başlanan hayâtı tebessümle yaşayıp, gülerek, mutlulukla noktalayabilmektir. Bu hakîkâti fark edip, irâdesiyle azamî derecede hayra yönelerek yaşayabilen insanlar gerçek bir kahramandırlar ve Hak katında meleklerden üstün dereceler dahî elde edebilirler. O zaman da göklerin bile imrendiği varlıklar olurlar. Aksi takdirde görüntüde şu olmak, bu olmak, yükselmek, hep bir yerlere gelmek, atmak, tutmak, çok kazanmak, karizmatik görünmek, gök delende yaşamak gerçek bir yükseliş ve son tahlilde gerçek değer ölçüsü değildir. Kur’an’ın ifâdesiyle tüm bunlar dünyânın geçici süsleri olup, insanlık ölçüsü ve makbûliyet noktasında bunlara aldanmamak gerekir. Nitekim, bu gözle mevcut dünyâya, onun sahnesi olan ekranlara şöyle bir bakalım; neler çıkıyor karşımıza? Özellikle Güneydoğumuz ve Orta Doğu bağlamında, insanın böyle bir dünyâda bulunmaktan utanç duyduğu zulümler, işkenceler, katliamlar, sürgünler, baskınlar söz konusu. Bunlar ve bunların çok ötesindeki iğrenç dramlar karşısında kâlbi sızlamamak, sorumluluk hissetmemek ise daha da vahim. Konyalı arkadaşla başladığımız yürüyüşümüzü, dünyâya mâlolmuş değerimiz Mevlânâmızın ifâdeleriyle sürdürelim:“BAZEN HALİMİZE MELEKLER İMRENİR... BAZEN DE HALİMİZDEN ŞEYTAN BİLE İĞRENİR..!” İşte, genel anlamda 2. Bölümü yaşıyor dünyâ. Rabbimiz, her anlamıyla cümle olumsuzluklardan bizleri ve dünyâyı kurtarsın inşâllâh. Son olarak, meleklerin imrendiği insanlar olma çabasıyla bir ömür sürülmesi ve bunda başarılı olunması dileğiyle, Yüce Mevlâmızdan ölenlerimize rahmet, yakınlarına metânet, dostlara sıhhat-âfiyet, diğer yandan; evlenenlere sonsuz saadet, yeni makam ve mevkîlere gelenlere, kendince aşama kaydedenlere hayırlı muvaffakiyetler niyâz ediyor, cümleye işlerinde sonsuz bereketler bulması temennîsiyle hepinize sevgi ve de saygılar sunuyoruz ves’selâm…
Ekleme Tarihi: 01 Şubat 2016 - Pazartesi

KONYA'DAN DÜNYA'YA; BİR NEFES BAKIŞ!...

Sevgili okurlar. 1 haftada neler yaşanıyor neler! İşte geçen hafta sonundan bu güne iki düğün, 2 cenâze, bir o kadar sohbet, dâvet, tebriklerden tâziyelere nice ziyâretler yaşadık. Bunları tek tek zikretmek bile mümkün değil burada. Kaldı ki, oralarda gördüklerimiz, yaşadıklarımız, duyduklarımız, gözlemlerimiz; hangi birisini yazmalı?! Aslında paylaşmak istiyoruz, buna da can atıyoruz lâkin; hani ne demişler, yerimiz bu kadar, ve de yenimiz dar!

Öte yandan, mâlumunuz,  yazı uzayınca, sevimsizlik kat sayısı artıp, daha da bir okunmaz oluyor. Bu defâ da gâye hasıl olmamış bulunuyor. O zaman, en iyisi kısa kesmek! Amma velâkin, geliniz görünüz ki, o da bir beceri meselesi!

Kusura bakmayınız; durum böyle olunca biz şöyle bir taraftan işe koyulacağız. Nerede duracağımızı biz de bilmiyoruz. Çünkü yazarken de yeni cümleler sökün ediyor. O zaman, ne çıkarsa bahtımıza deyip kıyısından-köşesinden şöyle başlayalım bakalım inşâllâh!...

Evet sevgili dostlar; yıldı, seneydi, kardı, fırtınaydı, okuldu, tâtildi, kuzeydi, güneydi, Güneydoğuydu, şehitti, cenâzeydi, ihânetti, muhâlefetti, yok polemik, yok siyâsetti, fındıktı, fiyâttı, indiydi, çıktıydı, n’olacaktı falan derken takvimleri değiştirdik te, bir ayı da devirdik bile işte.

Böyle diyoruz ama, yoksa ay mı bizi devirdi? Ya da, kim kimi kovalıyor? Zaman mı bizi, biz mi zamanı; ya da biz mi olayları, olaylar mı bizi? Düşünmeye, kafa yormaya değer. Derken aklımıza, akılsız telefonumuz geliyor!

80’li yılların 2. yarısında Akkuş’tayken tanıştığımız, şimdi, memleketi Konya’da görev yapan, geçtiğimiz yaz, onu bu taraflara getiren seminerden dönerken bize de uğrayıp görüştüğümüz arkadaşımız Ahmet Söylemez’in merâmımızı arza medâr olacağını düşündüğümüz mânidar cumâ mesajı söz konusu ettiğimiz.

“Ne garip değil mi? insan her adımını mezardan uzaklaşmak için atar; yine her adımda mezara bir adım daha yaklaşır! her nefesi hayâtı uzatmak için alır; lâkin her nefeste bir nefeslik zamanı azalır!”

Cümleler burada bitmiyor. Dahası var: “Hâlbuki; hayat yaşanmaya değer olsaydı doğarken ağlamazdık; ve yaşarken temiz kalsaydık ölürken yıkanmazdık!”

Tabiî, burası açıklanmaya muhtaç. Söylenmek istenen, hayâtın değersizliği değil, bilâkis onun ciddîye alınmasıdır. Sonsuz mutluluk anlamına gelen cennetin yegâne kazanç durağı olan dünyâ hayâtının, sâniyesinin dahî dikkâtle harcanacak derecede değerli olduğu açıktır. Onu değerlendirmek te, ancak değer vermekle olur.

Fakat, onu sâdece dünyâ hayâtı olarak görüp dar kalıpla sınırlarsak, onu da, asl’olan oradan ötesi için sâdece bir durak olduğunu kavramadan şuursuzca har vurup harman savurursak, bu bizim için felâketlerin en büyüğü olur Allâh korusun.

İşte o zaman böyle bir dünyâya geliş ağlanası bir şeydir. Belki, doğarken ağlanması bunu hatırlatmak için olsa gerektir. O zaman, yapılması gereken dünyânın dünyâ olduğunu bilmek, onun insanı ayartıp âhiretini mahvedecek taraflarını görerek bu bilinçle yaşamak, ağlanarak başlanan hayâtı tebessümle yaşayıp, gülerek, mutlulukla noktalayabilmektir.

Bu hakîkâti fark edip, irâdesiyle azamî derecede hayra yönelerek yaşayabilen insanlar gerçek bir kahramandırlar ve Hak katında meleklerden üstün dereceler dahî elde edebilirler. O zaman da göklerin bile imrendiği varlıklar olurlar. Aksi takdirde görüntüde şu olmak, bu olmak, yükselmek, hep bir yerlere gelmek, atmak, tutmak, çok kazanmak, karizmatik görünmek, gök delende yaşamak gerçek bir yükseliş ve son tahlilde gerçek değer ölçüsü değildir. Kur’an’ın ifâdesiyle tüm bunlar dünyânın geçici süsleri olup, insanlık ölçüsü ve makbûliyet noktasında bunlara aldanmamak gerekir.

Nitekim, bu gözle mevcut dünyâya, onun sahnesi olan ekranlara şöyle bir bakalım; neler çıkıyor karşımıza? Özellikle Güneydoğumuz ve Orta Doğu bağlamında, insanın böyle bir dünyâda bulunmaktan utanç duyduğu zulümler, işkenceler, katliamlar, sürgünler, baskınlar söz konusu. Bunlar ve bunların çok ötesindeki iğrenç dramlar karşısında kâlbi sızlamamak, sorumluluk hissetmemek ise daha da vahim.

Konyalı arkadaşla başladığımız yürüyüşümüzü, dünyâya mâlolmuş değerimiz Mevlânâmızın ifâdeleriyle sürdürelim:“BAZEN HALİMİZE MELEKLER İMRENİR... BAZEN DE HALİMİZDEN ŞEYTAN BİLE İĞRENİR..!” İşte, genel anlamda 2. Bölümü yaşıyor dünyâ. Rabbimiz, her anlamıyla cümle olumsuzluklardan bizleri ve dünyâyı kurtarsın inşâllâh.

Son olarak, meleklerin imrendiği insanlar olma çabasıyla bir ömür sürülmesi ve bunda başarılı olunması dileğiyle, Yüce Mevlâmızdan ölenlerimize rahmet, yakınlarına metânet, dostlara sıhhat-âfiyet, diğer yandan; evlenenlere sonsuz saadet, yeni makam ve mevkîlere gelenlere, kendince aşama kaydedenlere hayırlı muvaffakiyetler niyâz ediyor, cümleye işlerinde sonsuz bereketler bulması temennîsiyle hepinize sevgi ve de saygılar sunuyoruz ves’selâm…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.