Sevgili okurlar. Bu yazıyı, çarşamba sabâhı geldiğimiz İstanbul'dan yazıyoruz. Müstesnâ târihimiz ve muhteşem medeniyetimizin merkezinden Ordu, Ulubey ve Lüleburgaz'daki okurlarımız ve dostlar başta olmak üzere herkese merhabalar diyor, hayırlı günler, güzel çalışmalar, hoş sohbetler, bereketli ömür dilekleriyle berâber, cümlenizi kalbî sevgi ve de saygılarla selâmlıyoruz.
İstanbul deyince hemen akla târih ve de ecdad geliyor. Atalarımız ve dedelerimiz yâni. Bir DOĞUM vesîlesiyle, torun kadar, biz de bir nevî DEDE olarak doğmak üzere buradayız ve de bu yazı bir dede olarak ilk yazımız. Hayırlı, mübârek olsun inşâllâh diyor, bu meyanda sizlerin de duâlarınızı bekliyoruz.
ELDE TORUN, DİLDE DUÂ...
Hem dedeliğimiz, hem de bu sıfatla atacağımız her türlü adımlarımız için söylüyoruz bunları. Öyle ya; dedelik, hayat yolculuğunda, bir sıfat ve de durak olarak son nokta. Oranın da kendine has husûsiyet ve de mes'ûliyetleri olmalı.
Öncelikle, bize, dede olacak kadar ömür bahşedip böyle güzel, mutlu günlere ulaştıran Rabbimize sonsuz şükürler ediyoruz. Bununla berâber, yavrumuza da hem sâlihât-ı nisvândan, hem de bizlere şefaatçi olacak şekliyle, hidâyet ve istikâmet üzere, hayırlı, uzun bir ömür sürmeyi, dünyâda elinden tutup gezdirmeyi, hayırlı mürüvvetlerini görmeyi lûtfetmesini, âhirette de böyle Efendimiz(SAV)in komşuluğunda buluşturmasını niyâz ediyoruz.
İşte sevgili dostlar; tam da bu noktada sizlerden, hem kendilerimiz, hem çocuklarımız için karşılıklı olmak üzere, birbirlerimizi unutmadan duâlarda buluşmayı beklediğimizi özellikle belirtiyoruz. Sizler de, bizler de bu minvâlde duâya özel bir önem atfetmeliyiz. Niçin derseniz, DUÂ, Efendimiz (SAV) in buyurduğu gibi; İBÂDETİN, yâni ömür boyu taşımak durumunda bulunduğumuz kulluk keyfiyetinin ÖZÜDÜR. CENNETİN ANAHTARIDIR. Bu bağlamda, doğal olarak, arkadaşlığın, dostluğun, komşuluğun, samîmiyetin, her şeyden önce din kardeşliğinin de bir gereğidir.
ATMACA MESCİDİ, TUTMACA SÖZLER!
Burada söylenecek söz çok;, zîrâ, duâ ile ilgili sözler, yorumlar bitmez. Yine de bununla alâkalandırarak, Cumâ için niyetlendiğimiz, -Meltem Hastânesi'nin hemen bitişiğindeki, bir apartman katından ibâret- ATMACA MESCİDİ'ne geçelim.
Daha merdivenleri çıkarken sesi bize ulaşan hocamız da, DİL BELÂSI konusunu işliyordu. Dilimizi küfüre, hakârete, duygu ve düşüncelerimizi kirletecek, kardeşliğimizi zedeleyecek, birlik-berâberliğimize, devletimizin haysiyetine halel getirecek, derbeder, kontrolsüz, ölçüsüz, boş ve anlamsız sözlere değil, duâya alıştıralım. Böyle yapabilirsek tüm meselelerimiz yarı yarıya hâllolur diyordu.
Buradan hareketle, ağız bozukluğunun derin bir yara olduğuna, ruh kirliliği ve toplumsal çürümüşlüğümüze işâret ettiğine, din adına, kardeşlik adına, ümmet adına, her şeyden önce Allâh aşkına bundan vaz geçmemiz gerektiğine vurgu yapıyordu. Çok çok haklı olduğunu söylemeye bile gerek yok; mesele gâyet bâriz.
Telefonlar, mesajlar, internetler, bilgisayarlar, dostluklar, arkadaşlıklar, ekranlar, diziler, filimler; hepsinin de genel anlamda dili ve mesajı bozuk. Rabbimiz bunlardan ve şerlerinden, başta çocuklarımız olmak üzere hepimizi muhâfaza buyursun inşâllâh! Âmin.
Gelgelelim, o da değil. Biz bu yazıya başlarken asıl, hocamızın namazda okuduğu âyetlerin meâli bağlamında sözler söylemeye niyetlenmiştik. Lâkin, duâ deyince, hatırından geçemedik. Konular zâten içiçe mâlum. Birbirinden ayırmak, ayrı düşünmek mümkün değil. Her neyse, biz sadede gelelim artık öyleyse:
SAF SAF, OMUZ OMUZA BİR TİCÂRET!
Hocamız, veciz hutbenin ardından farzın ilk rekâtında SAF SÛRESİ'nin son 5 âyetinden ilk 4'ünü okudu; işte meâl:
10. Ey iman edenler! Sizi elem dolu bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi size?
11. Allah'a ve peygamberine inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.
12. (Bunu yapınız ki) Allah, günahlarınızı bağışlasın, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koysun. İşte bu büyük başarıdır.
13. Seveceğiniz başka bir kazanç daha var: Allah'tan bir yardım ve yakın bir fetih (Mekke'nin fethi). (Ey Muhammed!) Mü'minleri müjdele!
2. rekâtte okunan, son âyetin meâli de şöyle:
14. Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları olun. Nasıl ki Meryem oğlu İsa da havarilere, "Allah'a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?" demişti. Havariler de, "Biz Allah'ın yardımcılarıyız" demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğullarından bir kesim inanmış, bir kesim de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.
İnşâllâh bizler de iyi düşünelim, sâhip olduklarımızın, dostlarımızın, komşularımızın, âyetin işâret ettiği şekliyle bizden olan idârecilerimizin, milletimizin, memleketimizin, hükümet ve devletimizin, yerine daha iyisini koymaktan emin olmadığımız cümle kazanımlarımızın değerlerini bilip, onlara düşmanlık bir yana, kötülüklere ve düşmana karşı onları desteklemekte tereddüd göstermeyelim ki; millet ve ümmet olarak yek vücut olalım, böylelikle, âyetin bildirdiği şekliyle, hem dünyâ, hem de ukbâda üstün gelmeyi başaralım.
Kısaca, Kur'an okuyalım ki, olayları iyi ve doğru okuyalım. Sonra, Allâh'ın rızâsına uygun olanı tespitle berâber oraya omuz vererek Hak'tan yana tavır almak sûretiyle ENSÂR'ULLÂH:ALLÂH'IN YARDIMCILARI olalım ki Allâh ta, hem dünyâda, hem âhirette bizim yardımcımız olsun.
DERYÂ KUZUSU, KATRE YAZISI!
İstanbul bir kazan gerçekten; hem de en büyüğü bu anlamda belki de. Neler oluyor, neler dönüyor, neler kaynatılıyor? Hepsini bilmek hiç kimsenin kârı değil elbette. Bize dahî, şöyle göz ucuyla baktığımız bir ufak tur, neler neler söylüyor yazmamız için. Bunların da, deryâya nispetle katre bile olamayacak derecede çok azını paylaşmak mümkün olabiliyor ancak gördüğünüz gibi.
Dolayısıyla, bu günlük te bu kadar sevgili okurlar! Bu duygu ve düşüncelerle berâber, tekrar görüşmek; dert, özlem ve de gözlemlerimizi paylaşmak dilek, arzu ve temennîsiyle, hepinizi Allâh'a ısmarlıyor, şarktan garba, şimâlden cenûba cümleye, tüm kardeşlere içten sevgi ve de saygılar sunuyoruz ves'selâm...