Geçen yazılarımızda da kendisini belli ettiği şekliyle, şu sıralar hafta sonları köye mutlakâ gidiyoruz hemen hemen. Havalar da çok müsâit. Pastırma yazları derler ya; tamâmen öyle. Böyle derken, biz bunu, kışa girerken, yazdan günlerin bastırması şekliyle anlıyorduk. Meğer hiç de öyle değilmiş. Bu söz, Kayseri kaynaklıymış. Orada pastırma çok ya; şu mevsimlerde havalar böyle gidip, gündüzler çok sıcak, geceler de çok soğuk olunca pastırmalar daha güzel ve kıvamlı kuruyorlarmış. İşte bundan dolayı "pastırma yazları" denilmiş.
Siz biliyordunuz belki, bizi câhilliğimize bağışlayınız. Bunu özellikle, -Malazgirt doğumlu, bu yüzden adı Alpaslan verilen, aslen Eynesil'li olan beyinin, yâni dâmâdımızın tâyini Urfa-Siverek’e çıkan, işlemlerin uzamasından dolayı bu arada Ordu’ya gelen ve bir sohbet esnâsında bizlere- bu açıklamayı yapan büyük kızıma söylüyorum.
NİLÜFER ÇİÇEĞİ, ANADOLU GERÇEĞİ...
Bu vesîleyle, Bakırköy’deki 4 yıllık asistanlık dönemlerinden sonra uzman olarak tâyin edildikleri yeni yerlerinde kendilerine, Hak katında da, halk katında da mahcup olmayacakları vazîfe süreçleri diliyor, İstanbul doğumlu Nilüfer çiçeğimizin, güzel Anadolumuzun bereketli topraklarından, temiz suları ve şehit kanlarıyla yoğrulmuş mayasından kendisine düşen maddî-mânevî nasîpleri bol bol alıp hem kendisine, hem âilesine, milletine-memleketine faydalı olacak kıvamda yetişmesini Yüce Mevlâ’dan niyâzla berâber, hepimizin birbirimiz ve de çocuklarımız, ülkemiz için, hiç olmazsa duâlarda yardımlaşmamızın tüm insanlığın hayrına olacağını düşündüğümüzü belirtmek ve de hatırlatmak istiyoruz.
Her neyse, rutinin ötesinde cenâzeler, dâvetler, sözler, nişanlar gibi sıra dışı sebepler dolayısıyla da sık sık gidiyoruz köylere. Ama şu sıralar gerçekten doyum olmuyor dağlarımıza-taşlarımıza. Meselâ dün; hava çok güzel. Yollar, tarlalar, bahçeler, harmanlar, çeşit çeşit bitkiler, otlar, sarı, al, mor çiçekler. Neyi sorsak Kasım Patı deyip çıkıyorlar. Kasımdayız ya; ondan olmalı.
Ağaçlar hep ayrı âlem. Yapraklar, yamaçlar rengârenk. Hele, o yaprakların savrulması, yerlerde sürüklenmesi. Durduğu zaman da oluşturduğu renk cümbüşü. Romantik tarafına şâhit olmadığınız, böyle şeylere ilgisiz olduğunu düşündüğünüz kişiler bile bakıyorsunuz, “şu mevsim de ne kadar güzel değil mi?” demekten kendilerini alamıyorlar.
Meyve olarak hurma mevsimi. Bu defâ olancasını topladık. Elmalar zâten sayfayı kapattı. Yine de diplerinde öncelerden kalma, üzerini yaprakların örttüğü sürprizler yok değil. Bunları görünce aklımıza, çocukluk yıllarımızda ağaca çıkarak dikkâtle toplayıp derek yaptığımız elmaları tavanlara, çitlere ot aralarında sakladığımız günler geldi. O, tavan aralarından mis gibi yayılan kokular geldi.
İncirler de öyle. Normalin aksine, bizim tepedeki evimizin yanında incirlerde yaprak bile kalmamış. Ancak, aşağı köyde, amcamların orada geçtiğimiz hafta, bırakın yaprağı, incir bile görünce şaşırmıştım. Ama, farklı bir incirdi. Daha iri; neredeyse elma, armut büyüklüğünde. Bu hafta özellikle gittik merak ettiğimizden. Ancak, yaprakların çoğu durmakla berâber meyvelerden tek tük kalmış. O da olgunlaşmamış, içi biraz kırmızımsı. Amcama sordum, meğer bu incirin kökünü İstanbul’dan, halamızın oradan getirmiş. Farklı olduğu belliydi. Çünkü, çocukluğumuzdan beri meyveler ilk aşağı köyde kızarır, olgunlaşır ve de savardı. Bu kez tersi olmuştu. Hikmet te buradaymış demek ki.
FINDIK, KÜLTÜR, ULUBEY...
Bu arada, fındık fiyatlarında beklenenin aksine bir gelişme oldu. 10’a kadar geldi ama, daha aşağı gitmeyecek gibi gözüküyor. hattâ yükseleceğine dâir sinyâller, kıpırdanışlar var. tabiî, bu arada, fiyatlardaki bu dalgalanmaların fındığın da, fındıkçının da tadını bozdu bu. Bir istikrar şart gözüküyor. ortalığın durulması için ihtiyaç olan da yalnızca bu. Sanıldığının aksine, üreticinin de beklentisi bu yönde. Vatandaş, 15’e satılan şeyi daha düşüğe satmak istemiyor ki haklı. Kısaca, tutarlılık istiyor. Piyasanın buna doğru gittiğini düşünebiliriz.
İnşâllâh diyerek bu faslı da kapattıktan sonra, Ulubey’den kültürel anlamda adımlar ve haberler beklediğimizi belirtelim. Yüksek Okulu da bulunan Ulubey artık, kişisel gayretlerin ötesinde kolektif, kurumsal, oylumlu çabaların adresi olmalı. Suskunluğunu bozmalı. Ses vermeli. Hiç olmazsa bu merkezde yazılan yazıların okunduğu hissini uyandıracak nitelikte açıklamalara olsun yer verilmeli.
SES VER DAĞLAR HEY!
Aksi takdirde, sessizliğin bu kadarı olacak şey değil. Yakında elbette, fabrikanın ürettiği silahlar ses verecek; Melet Vâdisinde, Şuayip Tepesi'nde, karşı yaylalarda, Yokuşbaşları'nda, Sayacalar'da yankılanacaktır. Ama, o bile bir kültür ister, alt yapı ister. Terennüme, terâneye, peşreve ihtiyâç duyar. Sazın söze, sözün saza ihtiyâç duyduğu gibi.
Bu duygu ve düşüncelerle bu gün de köşemizi bağlarken, hepinize içten sevgiler, saygılar sunuyor, güzel ülkemizin, Ümmeti- Muhammed’in şu bâdireli günleri atlatmasını Rabbimizden niyâz ediyor, insanlığın iğrenç tablolardan kurtulması, gerçekle buluşması temennîsiyle Allâh’a emânet olunuz sevgili dostlar ves’selâm…