Nuri KAHRAMAN
Köşe Yazarı
Nuri KAHRAMAN
 

PERŞEMBE’DEN CUMA’YA,  SENDİKA’DAN SANDUKA’YA…

Sevgili dostlar. Günler, aylar, yıllar akıp geçiyor. Mevsimler dönüyor, ömürler tükeniyor. İşte, bahardı, yazdı derken, bu hafta sonu îtibârıyle kışa adım atmış olacağız. Her gelen hayırla gelsin, sonsuz mutluluğa götüren yolun güzel adımları olsun her biri inşâllâh. Sonuçta, hepimizin geleceği gelecek, olacağı da olacak. Mesele, ne ay, ne yıl, ne de ömür. O son günde düğümleniyor; hayât da, memât da, bütün her şey. Yüce Mevlâ cümlemizi bilerek adım atanlardan ve de hayâtını bilinçli yaşayanlardan eylesin. Âmin.         Gelelim başlıktaki Perşembeyle Cumâya. Mâlum, Perşembe gün 24 Kasım’dı. Öğretmenler Günü. Bu güne dâir ne söylesek az. Düğüm dedik ya; ülkemizin geleceği de burada, terbiye sisteminde düğümleniyor.   Eğitim ordusunun da gerçek kahramanları öğretmenler. Bu konuyu hiç açmayalım. Çünkü bitmez; anlatmaya da köşeler, siteler, sayfalar, ömürler yetmez. Ancak biz, o gün bir gazetemizin, verilen bir beyanata başlık olarak koyduğu cümleden hareketle duygu ve düşüncelerimizden bir kısmını sizlerle, özet de olsa paylaşmaya çalışacağız. ÖĞRETMENLİĞİ KİM ÎTİBARSIZLAŞTIRIYOR?         Başlık şöyle: ÖĞRETMENLİK ÎTİBARSIZLAŞTI! Sanırım bir beyanatın içinden seçilmiş, ya da mesajından algılanarak konulmuş bir başlık. Haberi okumadım. Ne fâili ne de kâili önemli değil. İfâde çarpıcı ve de gerçekleri özetleyici. Bizce burası yetiyor. Düşündüm de, haberin başlığında ifâde edilen şey doğru olmaya doğru da, öğretmenlik niye itibarsızlaştı acabâ? Bunu kimler yaptı? Öğretmenlerin kendisi mi, yoksa sistem mi? Ya da, onu temsil ettiğini söyleyenlerin niteliksizlik ve de tutarsızlıklarından mı kaynaklandı biraz da? Bunu söyleyenler her şeyden önce, öğretmenin îtibar kazanması için neler yaptılar da bugün feryat ediyor görünüyorlar? Kendileri, Eğitim-Öğretim hizmetlerinde hangi kriterleri uyguladılar? Üzerlerine düşenlerin gerçeğinin farkında olarak hangi bilinçli, görünür adımları attılar? Astlarına sevgide, üstlerine saygıda, dürüstlükte, liyâkatta, vakar ve tevâzuda ne kadar örnek olabildiler? Dolayısıyla, sendikalar bu gün, eğitimin amiral gemileri mesâbesindedir. Birden eline güç geçen insanların neye uğradığını şaşırıp, onu taşıyamaması, ya da biraz yükseklik sendromuyla eli-ayağı tutuşup, bacakları titreyip ne yaptığı konusunda ürperti yaşaması rotada kaymalara sebep olabilmektedir. Burada, ABRAHAM LİNCOLN’ün bir sözü var; “İnsanın asıl karakteri  eline güç geçtiğinde ortaya çıkar.”diye. Bir güç zehirlenmesi olduğunu söylemek istemiyoruz, zaman zaman, kuru cihangirlik ya da şövalyelik kavramlarını çağrıştıran hareket ve söylemlerin tezâhür ettiğine şâhit oluyoruz. Bu günlere çok şükür. Allâh bize ne yöneticiler nasîp etti. Mâkulun ötesinde ilimli-irfanlı, edebli-terbiyeli ve her şeyden önemlisi liyâkâtli. Sendikacılık bunları görmemeyi gerektirmez. Sendikacılığı diklenmek olarak görmemek gereklidir. Dik durmaya evet, ama diklenmeye, saygısızlığa, mahalle arkadaşlarıyla bir olup baskına gitmeye hayır. Bu hareketi öğretmenlere ve öğrencilere örnek diye sunmak mümkün mü? Eğitim bol ihâle, bol binâ mı demektir ki, müdürlerin başarısı yaptıkları binâlarla ölçülmeye çalışılmakta, bu kriter üzerinden feryatlar edilmektedir? Altında başka sebepler varsa bilemeyiz ama, az-çok tâkip ettiğimiz, kendimiz de bir eğitimci olduğumuz kadarıyla ortada böylesine velvele koparılacak bir durum görmüyoruz. Bakınız, 28 Şubat Dönemlerinde biz bir etkinlik yapmaya çalıştığımızda, müdürler, belki de kendilerince bizi korumak adına engel olmaya çalışıyorlardı. Bu günün şartları çok müsâit. Fakat ortada faaliyet yok. Sendikanın kurucu yöneticileri o günlerin çetrefilli, yoksul zamanlarında, nümûnelik te olsa bir dergi olsun çıkarmışlardı. Şimdi üye zebil, binlerce; para ganî, milyonlarca ama ortada eğitimin ciddiyet ve vakârıyla mütenâsip somut, kalıcı faaliyetler yok. Ya da, bizim haberimiz olmuyor. Acabâ diyoruz sendikacılık sâdece konuşmak, günü sürüklemek, polemiklerle zevâhiri kurtarmaya çalışmak mıdır? Ziraat odalarının, bir şey yapmış görünmek için devamlı kışkırtıcı açıklamalar yapıp meseleyi hep kördüğüm hâline getirmeleri gibi bir şey bu. "DÜNYÂ DÖNEN DEĞİRMENDİR!" Neyse, sâdece sendikalar değil, her tarafta yozluklar, sığlıklar almış başını gidiyor. Bunlara, -baş olmasa, önü alınamasa da,- yer yer değinmeye, nereden nereye geldiklerini görmeyip, içinde bulundukları nîmetin farkında olmayanları intibâha dâvet adına görevimizi yapmaya çalışacağız. Gelelim Cumâya. O gün de, kültür adamı, gazeteci-yazar, merhum Av. Câvit KALPAKLIOĞLU’nun kardeşi Altun ÜNAL teyzemizin cenâzesi vardı. Yunus’un;  “Bir garip ölmüş diyeler,  Üç günden sonra duyalar,  Soğuk su ile yuyalar,  Şöyle garip bencileyin!”  dediği gibi, garip geldi garip gitti. Hastaymış dediler, ziyâret etmek istedik. Yok, çok hasta, sizi tanıyamaz, konuşamaz dediler. Biz yine de gittik. Sanki iyileşmişti. Bizimle, âdetâ rahatsızlığı yokmuş gibi rahat konuştu. Dertleştik, hâlleştik; eskilerden-yenilerden, ağabeyinden, babamlarla, akrabalarla hâtıralardan paylaştık, ayrıldık. Sonra duyduk ki Ankara’ya götürmüşler. Bir ay geçmeden de vefat haberi ve cenâzesi geldi. Gerek şehirdeki, gerekse köydeki evinin önü sevenleriyle doluydu. İmam-Hatip Câmii’ndeki namazı zâten Cumâ’nın peşinden kılındı. Güzel bir gün, güzel bir kalabalık. Her şey gönlü gibi güzel gitti. Kendisi, kendi çapında kendini yardım işlerine adamıştı. Bir elinde değneği, kendisini oradan oraya sürükler, birilerinden alır, biriktirir, sonra onları uzak ilçelere, yüksek köylere götürür bizzat dağıtırdı. Bu bağlamda Belediye ve de iş çevreleriyle diyalog içerisindeydi. Garip-gurebâ çevresinde tanınıyordu. Altun Ünal demek, ihtiyâç sâhipleri için bir ümit demekti. Onun için cenâzesinde içten şâhitlikler ve duâlar vardı. Kısaca söylemek gerekirse, kamyonlar dolusu iyiliklerle gittiği öbür dünyâda güzelliklerle karşılanacağı ümidiyle, Yüce Mevlâmız’dan kendisine ganî ganî rahmetler niyâz ediyor, 24 yıl önce kaybettiği eşi ve Câvit Ağabeyi başta olmak üzere cümle sevdikleriyle berâber Efendimiz (SAV)in komşuluğunda buluşması dileğiyle, tüm ölmüşlerimiz için fâtihalarınızı bekliyor, cümlemizin sonlarının hayırlı olması dileğiyle hepinize sevgiler, saygılar sunuyoruz ves’selâm…
Ekleme Tarihi: 30 Kasım 2016 - Çarşamba

PERŞEMBE’DEN CUMA’YA,  SENDİKA’DAN SANDUKA’YA…

Sevgili dostlar. Günler, aylar, yıllar akıp geçiyor. Mevsimler dönüyor, ömürler tükeniyor. İşte, bahardı, yazdı derken, bu hafta sonu îtibârıyle kışa adım atmış olacağız. Her gelen hayırla gelsin, sonsuz mutluluğa götüren yolun güzel adımları olsun her biri inşâllâh. Sonuçta, hepimizin geleceği gelecek, olacağı da olacak. Mesele, ne ay, ne yıl, ne de ömür. O son günde düğümleniyor; hayât da, memât da, bütün her şey. Yüce Mevlâ cümlemizi bilerek adım atanlardan ve de hayâtını bilinçli yaşayanlardan eylesin. Âmin.

        Gelelim başlıktaki Perşembeyle Cumâya. Mâlum, Perşembe gün 24 Kasım’dı. Öğretmenler Günü. Bu güne dâir ne söylesek az. Düğüm dedik ya; ülkemizin geleceği de burada, terbiye sisteminde düğümleniyor.

 

Eğitim ordusunun da gerçek kahramanları öğretmenler. Bu konuyu hiç açmayalım. Çünkü bitmez; anlatmaya da köşeler, siteler, sayfalar, ömürler yetmez. Ancak biz, o gün bir gazetemizin, verilen bir beyanata başlık olarak koyduğu cümleden hareketle duygu ve düşüncelerimizden bir kısmını sizlerle, özet de olsa paylaşmaya çalışacağız.

ÖĞRETMENLİĞİ KİM ÎTİBARSIZLAŞTIRIYOR?

        Başlık şöyle: ÖĞRETMENLİK ÎTİBARSIZLAŞTI! Sanırım bir beyanatın içinden seçilmiş, ya da mesajından algılanarak konulmuş bir başlık. Haberi okumadım. Ne fâili ne de kâili önemli değil. İfâde çarpıcı ve de gerçekleri özetleyici. Bizce burası yetiyor.

Düşündüm de, haberin başlığında ifâde edilen şey doğru olmaya doğru da, öğretmenlik niye itibarsızlaştı acabâ? Bunu kimler yaptı? Öğretmenlerin kendisi mi, yoksa sistem mi? Ya da, onu temsil ettiğini söyleyenlerin niteliksizlik ve de tutarsızlıklarından mı kaynaklandı biraz da?

Bunu söyleyenler her şeyden önce, öğretmenin îtibar kazanması için neler yaptılar da bugün feryat ediyor görünüyorlar? Kendileri, Eğitim-Öğretim hizmetlerinde hangi kriterleri uyguladılar? Üzerlerine düşenlerin gerçeğinin farkında olarak hangi bilinçli, görünür adımları attılar? Astlarına sevgide, üstlerine saygıda, dürüstlükte, liyâkatta, vakar ve tevâzuda ne kadar örnek olabildiler?

Dolayısıyla, sendikalar bu gün, eğitimin amiral gemileri mesâbesindedir. Birden eline güç geçen insanların neye uğradığını şaşırıp, onu taşıyamaması, ya da biraz yükseklik sendromuyla eli-ayağı tutuşup, bacakları titreyip ne yaptığı konusunda ürperti yaşaması rotada kaymalara sebep olabilmektedir. Burada, ABRAHAM LİNCOLN’ün bir sözü var; “İnsanın asıl karakteri  eline güç geçtiğinde ortaya çıkar.”diye. Bir güç zehirlenmesi olduğunu söylemek istemiyoruz, zaman zaman, kuru cihangirlik ya da şövalyelik kavramlarını çağrıştıran hareket ve söylemlerin tezâhür ettiğine şâhit oluyoruz.

Bu günlere çok şükür. Allâh bize ne yöneticiler nasîp etti. Mâkulun ötesinde ilimli-irfanlı, edebli-terbiyeli ve her şeyden önemlisi liyâkâtli. Sendikacılık bunları görmemeyi gerektirmez. Sendikacılığı diklenmek olarak görmemek gereklidir. Dik durmaya evet, ama diklenmeye, saygısızlığa, mahalle arkadaşlarıyla bir olup baskına gitmeye hayır. Bu hareketi öğretmenlere ve öğrencilere örnek diye sunmak mümkün mü?

Eğitim bol ihâle, bol binâ mı demektir ki, müdürlerin başarısı yaptıkları binâlarla ölçülmeye çalışılmakta, bu kriter üzerinden feryatlar edilmektedir? Altında başka sebepler varsa bilemeyiz ama, az-çok tâkip ettiğimiz, kendimiz de bir eğitimci olduğumuz kadarıyla ortada böylesine velvele koparılacak bir durum görmüyoruz.

Bakınız, 28 Şubat Dönemlerinde biz bir etkinlik yapmaya çalıştığımızda, müdürler, belki de kendilerince bizi korumak adına engel olmaya çalışıyorlardı. Bu günün şartları çok müsâit. Fakat ortada faaliyet yok. Sendikanın kurucu yöneticileri o günlerin çetrefilli, yoksul zamanlarında, nümûnelik te olsa bir dergi olsun çıkarmışlardı. Şimdi üye zebil, binlerce; para ganî, milyonlarca ama ortada eğitimin ciddiyet ve vakârıyla mütenâsip somut, kalıcı faaliyetler yok. Ya da, bizim haberimiz olmuyor. Acabâ diyoruz sendikacılık sâdece konuşmak, günü sürüklemek, polemiklerle zevâhiri kurtarmaya çalışmak mıdır? Ziraat odalarının, bir şey yapmış görünmek için devamlı kışkırtıcı açıklamalar yapıp meseleyi hep kördüğüm hâline getirmeleri gibi bir şey bu.

"DÜNYÂ DÖNEN DEĞİRMENDİR!"

Neyse, sâdece sendikalar değil, her tarafta yozluklar, sığlıklar almış başını gidiyor. Bunlara, -baş olmasa, önü alınamasa da,- yer yer değinmeye, nereden nereye geldiklerini görmeyip, içinde bulundukları nîmetin farkında olmayanları intibâha dâvet adına görevimizi yapmaya çalışacağız.

Gelelim Cumâya. O gün de, kültür adamı, gazeteci-yazar, merhum Av. Câvit KALPAKLIOĞLU’nun kardeşi Altun ÜNAL teyzemizin cenâzesi vardı. Yunus’un; 

“Bir garip ölmüş diyeler, 

Üç günden sonra duyalar, 

Soğuk su ile yuyalar, 

Şöyle garip bencileyin!” 

dediği gibi, garip geldi garip gitti. Hastaymış dediler, ziyâret etmek istedik. Yok, çok hasta, sizi tanıyamaz, konuşamaz dediler. Biz yine de gittik. Sanki iyileşmişti. Bizimle, âdetâ rahatsızlığı yokmuş gibi rahat konuştu. Dertleştik, hâlleştik; eskilerden-yenilerden, ağabeyinden, babamlarla, akrabalarla hâtıralardan paylaştık, ayrıldık. Sonra duyduk ki Ankara’ya götürmüşler. Bir ay geçmeden de vefat haberi ve cenâzesi geldi.

Gerek şehirdeki, gerekse köydeki evinin önü sevenleriyle doluydu. İmam-Hatip Câmii’ndeki namazı zâten Cumâ’nın peşinden kılındı. Güzel bir gün, güzel bir kalabalık. Her şey gönlü gibi güzel gitti.

Kendisi, kendi çapında kendini yardım işlerine adamıştı. Bir elinde değneği, kendisini oradan oraya sürükler, birilerinden alır, biriktirir, sonra onları uzak ilçelere, yüksek köylere götürür bizzat dağıtırdı. Bu bağlamda Belediye ve de iş çevreleriyle diyalog içerisindeydi. Garip-gurebâ çevresinde tanınıyordu. Altun Ünal demek, ihtiyâç sâhipleri için bir ümit demekti. Onun için cenâzesinde içten şâhitlikler ve duâlar vardı.

Kısaca söylemek gerekirse, kamyonlar dolusu iyiliklerle gittiği öbür dünyâda güzelliklerle karşılanacağı ümidiyle, Yüce Mevlâmız’dan kendisine ganî ganî rahmetler niyâz ediyor, 24 yıl önce kaybettiği eşi ve Câvit Ağabeyi başta olmak üzere cümle sevdikleriyle berâber Efendimiz (SAV)in komşuluğunda buluşması dileğiyle, tüm ölmüşlerimiz için fâtihalarınızı bekliyor, cümlemizin sonlarının hayırlı olması dileğiyle hepinize sevgiler, saygılar sunuyoruz ves’selâm…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.