Yüksek öğrenim, meriyetteki kanunlara göre devlet finansmanı ile hizmet görmektedir,bizde.Öğrenciler dahil en üst kademeye kadar devletin aktardığı tahsisatlarla çarkını döndürmektedir.
Peki,bu ne kadar doğru?
Hiç doğru değil.
Ya?
Kendi öz kaynağını oluşturmalı.
Nasıl mı?
Gayet basit.
Gelişmiş ülkelerdeki yapıya geçilerek.
Çünkü Üniversite okul değil,bilim ve buluş kurumudur.
Misal:
Harvard Üniversitesi(ABD),2014 yılında 1.166 (bin yüz altmış altı) patent üreterek tamı tamına 22 milyar dolar gelir sağlamış.Yanı sıra bağışlar,projeler ve danışmanlık gelirleri ile toplam olarak 42 milyar doları buluyor.Müthiş rakam.Aynı Üniversitenin 2009 yılı geliri 64 milyar dolar.Devlete (milletin vergisine) hiç dokunmadan hatta katkı sağlayarak öğrenimi sürdürüyor.Gelişmekse budur.
Diğer gelişmiş ülkelerde de benzeri mekanizma ile hizmet veriyor üniversiteler.
Bizde de artık bu sisteme geçilmeli. Kamu kaynakları yerine kendi öz kaynaklarını oluşturursa üniversiteler,gelişmiş ülkeler düzeyine ulaşma fırsatı da böylece mümkün hale gelebilir,gelmelidir de.
Büyük şirketler,AR-GE çalışmalarını yabancı üniversitelerle ortaklaşa olarak yapıyorlar;acaba neden? Sebebi açık. Çünkü bizde üniversitelerde araştırma yapılmıyor;daha doğrusu devede kulak mesabesinde yapılıyor. Bu durumda,hangi büyük şirket üretmeyen üniversite ile çalışabilir ki..Türkiye’nin bir çok holdungi,tröstü yabancı üniversitelere hem bağış yapıyor,hem de parasını vererek proje yaptırıyor.
Hükümetimiz,bu bağlamda gelişmiş ülkelerdeki yapıyı Yüksek Öğrenimin bünyesine uygun-uyumlu hale getirebilir.Getirirse büyük bir hizmet etmiş olur.
SENDİKA AĞALIĞI
Araştırmalara göre,Türkiye’de 17 milyon insanın ortalama aylık geliri 500 lira civarında.
77 bin kişi ise lüks tüketime yılda 5.5 milyar (eski birim ile katrilyon) lira harcamaktadır.
Bu kesim her şeyin en lüksünü,en pahalısını alıyor.İhtiyacı olsun, olmasın.Çark böyle işliyor.Birbirleriyle tüketim yarışı yapıyor bu kesim.
Son yıllarda süslümanlar da bu kesimde boy göstermeye başladı.Dünün mücahitleri bu günün lüks tüketiminde önde gidenler durumunda.Mücahitlik müteahhitliğe evrildi.Elde imkan olmadığı zamanların kanatçıları imkanları ele geçirince değme laikçileri de geçti,lüks yaşam yarışında.
Bu çarpık yapının giderilmesinde, hiç değil makul düzeye kavuşturulmasında sendikaların sorumluluğu var mı? Hem de nasıl var..Peki vaziyet ne? Vahim.Sendika ağaları türedi ardı ardına. Bir zamanlar (1990’lı yıllar) Şemsi Denizer adlı solcu olarak bilinen bir sendika başkanı üyelerden kesilen aidatlarla zamanın en lüks arabası olan Jaguar almıştı da yer yerinden oynamıştı.Kasaya ve makama kavuşma imkanı yokken Ebu Zer’liği kimselere bırakmayanlar, şimdilerde Muaviyeleşme yarışında emsallerini gerilerde bırakmaktalar.
“İşçinin emeğini alın teri kurumdan veriniz.” Tavsiyesi,artık bir zamanların halkçı/ezilenden yanalık sloganı olarak kaldı.Süslüman olmak böyle bir şey olmalı.
Emekçinin hakkını savunmak için yola çıkan sendikalar,şimdilerde üzerlerine oturan ağaların rant devşirme ocaklarına dönüştü dense abartı olmaz.
Dün lüks yaşama düşkün olanları kınayanların,bu gün aynı yaşam felsefesine dört elle sarılmaları başka nasıl izah edilebilir..