Burada bulunan çocuklarımız bağlamında 2 haftayı aşkındır Ankara’dayız. Akrabâ, eş-dost ta var. Çok şükür, yanına uğrayabileceğimiz oldukça tanıdık eş-dost, hemşehrî, talebe, arkadaş ve meslektaşlarımız da mevcut.
Eh, tabiatıyla sık sık yolumuz Kocatepe’ye düşüyor. Burası hakîkâten bir merkez; hem câmi, hem mekân, hem de semt olarak. Âdetâ, bütün yollar buraya çıkıyor başkentte. Diyânet Vakfı ve Ankara Müftülüğü burada. Vakfın Konferans Salonu, Kütüphânesi de var gün boyu halka açık. Üniversiteden başka olarak, bizim çocuklar gibi, çeşitli memuriyet imtihanlarına hazırlanan gençler de daha çok buraları tercih ediyorlar ders çalışmak için.
KOCATEPE, SAHAFLAR; DİĞERLERİ…
Ayrıca, Otopark, Umre-Hac seyâhat turizm acenteleri, AVM, hurma satış dükkânları, çayhâneler, kafeler, lokantalar, biraz aşağıda kitabevleri, dershaneler, oteller, sinema ve muhtelif eğlence yerleri vs. her taraf cıvıl cıvıl.
Önceki ay gelişimizde Söğütözü’nde düzenlenen bir kitap fuarında tanıştığımız Anadolu Sahaf’ın yeri de hemen burada. Kebikeç isminde bir başka sahaf daha var ki, o da çok yakın. Doğu-batı, her dilden envâi çeşit eski kitap, dergi, gazete, basılı evrak bulmak mümkün burada…
Şunu söyleyebilirim ki, tahminlerden çok fazla materyâl mevcut. Buraya girince vaktinizin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Sayfaları çevirirken gerçek bir kültür turuna çıkmış oluyorsunuz mâzi iklîminde… Sağolsunlar, buralarda katlar, kitaplar ve her türden sahifeler arasında gönlünüzce ve de istediğiniz kadar dolaşma imkânını esirgemiyorlar sizden dükkân sâhipleri.
KORGAN, KUMRU, KAHRAMANMARAŞ;
KIBRISCIK, KAMAN, KASTAMONU...
Evet, zaman olarak ikindiye biraz var. 2019’un son günü ve Kocatepe’deyiz. Gelmişken, daha önceleri gelişimde uğradığım Osman ŞENER Bey Hocama bir bakayım dedim. Oradaydı. Buyur etti, biraz oturduk namaza kadar.
İsterseniz hocamızdan biraz söz edelim. 1958 Ordu/ Korgan doğumlu. İlkokulu köyünde, Ortaokulu Korgan ve Ordu HST Ortaokulu’nda bitirdi. 1978 de Samsun İHL,1984’de de Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu.
1978’de başladığı İmam-Hatiplik görevi devam ederken,1986 da Ordu-Kumru ilçe müftülüğüne atandı. Sonra sırasıyla, Giresun/Şebinkarahisar, Kastamonu/Seydiler, Konya/Yunak, Kırşehir/Kaman, Bolu/Kıbrıscık ve Mudurnu ilçe müftülükleri yaptı. 23 senelik bu süreçten sonra 2009-12 yılları arasında Kahramanmaraş İl Müftü Yardımcılığı görevinde bulundu. Ankara/Sincan Müftülük görevindeyken, 09.07.2018 tarihinde Ankara İl Müftü Yardımcılığı’na getirildi.
Geniş bir âileye mensup olduğunu bildiğimiz ve yerimizin daralması sebebiyle şimdilik bu kadar söz etmekle yetinmek durumuna olduğumuz Osman ŞENER Hocamız, hâlen bu görevini sürdürmekte olup, evli ve 3 çocuk babasıdır.
YUNAK, SİNCAN; ALUCRA, ŞEBİNKARAHİSAR…
Görev süresince, Diyanet İşleri Başkanı, Kaymakamlar ve diğer mülkî, idârî âmirlerden aldığı 20’ye yakın takdir ve teşekkür belgeleriyle ödüller, başarısını gösterdiği gibi, hocamız ayrıca kültürel, sosyâl yönleri de olan, şiir yazan, kitapları bulunan bir şahsiyet. Bu meyânda, Yaz Kuran Kursları için “TEMEL DİNİ BİLGİLER” kitapçığı yayınlamış, beş adet şiir kitabı ve 63 konu başlığı bulunan ayet-hadis-kıssa eksenli kitabı, bir de mahalli gazetelerde yayınlanan fıkıh konulu yazıları mevcuttur.
Hocamızla çok görüşmüşlüğümüz yok belki ama, biraz da yazı akrabalığı, meslek ya da branş berâberliği, mîzaç benzerliği bağlamında bir yakınlığımız söz konusu sanki. Gerçekten, 40 yıllık arkadaşlığımız var gibi bir doğal, samîmî hava oluştu aramızda.
Yalnız, şunu söyleyeyim ki, onun bu hayât hikâyesini okurken hatırladım ki, o Şebinkarahisar’da görev yaparken, İmam-Hatip Liseleri arası Hutbe Yarışması bağlamında Alucra’ya talebe götürdüğümüzde oraya da uğramıştık. Kendisiyle ilk orda görüşmüştük. Bu yazıyı okursa o da hatırlayacaktır. Sanırım, adı FÂTİH olan bir târihî câmi vardı. Onun avlusunda fotoğraf ta çekinmiştik.
BU YAPTIĞINIZ KİBİR DEĞİL Mİ?
İşte, o günler de öyle bir günlerdi. 30 yıldan fazla zaman geçmiş; dile kolay. Kendine has zorlukları yanında güzellikleri de mevcuttu o demlerin. Şimdi, tatlı bir hâtıra olarak zihinlerimizi süslüyor işte ne güzel. İnşâllâh tüm hayâtı güzel hâtıralarla bezeli olmayı nasip buyursun Yüce Mevlâmız bizlere… Âmin…
Her neyse, o gün namaza kadar çok az hasbihâl edebildik. Ancak hâliyle ve de kâliyle donanımlı hocamızın az sürede de olsa anlattıkları, kulağa küpe olacak öz mesajlar içeriyordu.
Sâdece şunu yazacağım: Konu nerden oraya geldi bilmiyorum. Sohbetin gelişen kısmında Prof. Dr. Süleyman ATEŞ’ten bir örnek verdi. Ankara İlâhiyât’tan hocaları. Mescidde namaz kılarlarken, Ateş Hoca hiç tesbih kullanmazmış. Verirlermiş, o alır, sonra kenara bırakır, parmağıyla devam edermiş. Bir defâsında sormuşlar;
- Hocam bu yaptığınız kibir değil mi, küçümsüyor musunuz yoksa, niye kullanmıyorsunuz? diye. O da şöyle açıklamış:
PARMAK, TESBİH; SAMÎMİYET!...
- Bakın, ben parmağımla sayarak tesbihimi yapıyorum. Sizinkini bitiremiyorum. Esas olan tesbih değil mi? Benim parmağımla tâne tâne 10-11 defâ da olsa lâyıkıyla SÜBHÂNÂLLÂH demem, öylesine SUB-SUB-SUB şekliyle dememden daha kabûle şâyandır!
Buradan hareketle, Peygâmberimiz(SAV)in “Din samîmiyettir!” hadîsi çerçevesinde hasbihâlimiz sürdü. Ezanla birlikte de sona erdi. Aslında, SÜBHÂNÂLLÂH tesbîhini tam söylemekle öteki arasında da, samîmiyetle ilinti kurulacak, oradan hayâtın tüm safhalarına yayılacak çok ince bir çizgi de var ama, sohbette de geçtiği gibi, burası çok önemli ve KULLUKTA CİDDİYET NOKTASINDA dikkâtlerden uzak tutulmaması gereken bir ayrıntıdır.
Sevgili dostlar, bu duygu ve düşüncelerle ayrılırken, Rabbimizin bizi kulluğunda samîmî olanlardan ve bunu tüm davranışlarına yansıtanlardan eylemesi niyâzıyla berâber cümleye sevgiler, saygılar, bereketli ömürler ve de sevdikleriyle sonsuz mutluluklar diliyor, hepinize sevgiler, saygılar sunuyoruz ves’selâm…