Kısa adı EDEP olan, Cumhurbaşkanımızın tavsiye ve tensibi ile ilk kez Zeynel ÖNAL öncülüğünde İstanbul/Kartal’da teşkil edilip daha sonra tüm ülkeye yayılan Eğitime Destek Plâtformu Ordu Şûbesi’nin mûtad faaliyetinde bu ayın konuşmacısı 1970 Rize doğumlu, Gençlik ve Spor Bakanlık Müşaviri, Cihannümâ Derneği Başkan yardımcısı Selim CERRAH’tı.
ZOOM metoduyla internet üzerinden yapılan ve TDED Ordu Şûbesi olarak ilk kez katıldığımız, ilçeler dâhil 20’ye yakın STK’dan oluşan plâtformun başkanı vasfıyla ilk konuşmayı Mehmet Ali AYDIN yaptı. Ordu’daki genel ahvalle alâkalı kısa bir özetin ardından sözü Ankara’dan katılan ayın misafirine bıraktı.
SÖYLEM, EYLEM; NUMÛNE-İ İMTİSÂL…
Hayâtı dernekçilik, vakıfçılık, eğitim, seminer, sohbet gibi sosyal faaliyetlerle geçen gönül insanı ve tanımaktan büyük mutluluk duyduğumuz, kendini gençliğe, insanımıza ve ülkeye adamış, söylemiyle olduğu kadar eylemiyle de numûne-i imtisâl olan ümit insan Selim CERRAH selâmla söze başladı.
Gayet doğal, hasbihâl eder gibi, satır başı spotlar niteliğinde yaptığı akıcı konuşmasında, bizim bölük-pörçük şekliyle tespit edebildiğimiz kadarıyla şu hususları dile getirdi:
NEREDE ya da ESÂRET Mİ, SENFONİ Mİ?
“İnsan cennette yaratılmış, cennet için yaratılmış; hep cennete gideceğiz. Kapıya dayanacağız. Her hâlde, Rahmeti sonsuz olan Rabbimiz bizi almazlık etmez! Yeter ki gayret edelim. İmkânları zorlayalım. Bu işi dert edinelim.
Şu anda Ankara’da kar yağıyor. Meleklerin senfonisi var. Allâh dâimâ bizimle. Her yerde. Her şeyi görüyor, biliyor. Her şey O’nun bilgisi dâhilinde. Endîşeye gerek yok…
Dünyanın, yaz’ı olduğu gibi kışı da var. Nitekim, Mehmet Ali Bey genel mânâda sancılardan, sıkıntılardan, problemlerden bahsetti. Ensar Vakfı da faaliyetlerini anlattı bir güzel. Dünyâ işte böyle. Hepsi olacak, neşe de keder de hepsi bizim için. Önemli olan, gelişmeler karşısındaki duruş, tutum ve tavrımız.
DİLİN KEMİĞİ, MEDYANIN İLİĞİ!...
Dilin kemiği var mâlum, lâkin sanal medyanın yok maalesef. Yâni sınır yok, ilke yok; atış serbest. Ama bir gün her şey önümüze gelecek. Dikkât etmeliyiz. Ama sanal, ama gerçek, nerede olursa olsun, bizim işimiz düşünen mûtedil insan, ehl-i sünnet, vasat, orta, dengeli, istikâmetli insansayısını çoğaltmak…
ERCİYES’TEN SELÎMİYE’YE!...
Siz bu şehrin kâlbine, insanların gönlüne dokunursanız bu şehrin cüzdanı sizi besler. Hem iyi işler yapıcaaaz, hem de ortak edeceğiz. Bu akşam program sonrası Fussilet Sûresi’ni okuyalım inşâllâh. Orada her şeyin en güzel yapılması isteniyor. Muhsinler övülüyor.
DOĞRULUK YETMEZ!... (Mİ?)
Doğruluk yetmez; güzellik, estetik, san’at ta gerek. Sinan, yetiştiği Kayseri’deki Erciyes’i yaptı Edirne’ye. Selimiye odur. Biz sâdece doğruluk üzerinden değil güzellik üzerinden gitmeliyiz. Nobranlık, karamsarlık, yeis yok.
Yusuf Sûresi AHSEN-İ KASAS, yâni en güzel kıssanın yer aldığı sûre. Neden? Çünkü orada mültecilerin güzel, sabırlı, hikmetli hareketleriyle başarıya ulaşmaları, Rabbimizin onlara lütfettiği güzel sonuçların hikâyesi var.
GEMİ NEREDE, OCAK ORADA!...
Türkiye insanlığın baba ocağıdır. Hz. Nûh’un gemisi nereye oturdu? Ağrı Dağı’na değil mi? Demek ki yüce Mevlâ tufandan kurtulanları bu topraklara emânet etti. Biz ayrıca, Hz. İbrâhim’in putları kırdığı, bunun mücâdelesini verdiği, peygâmberler diyârı topraklardayız.
URFA’DAN TARSUS’A, ANTAKYA’DAN CENNET’E…
Ashâb-ı Kehf bizde. Yâsin’de Anadolu’nun hikâyesi var. 2. Sayfadaki olay Antakya’da geçiyor. O sayfaya, oradaki vak’ânın mâhiyet ve seyrine bayılıyorum. Allâh’ı anlattığı için öldürülen o insanların hikâyeleri anlatılıyor ama ayrıntılara girilmiyor. Şöyle öldürüldü, böyle oldu gibi kısımları geçerek, direk “KIYLED’HULİL CENNE(H), KÂLE YÂ LEYTE KAVMÎ YA’LEMÛNE BİMÂ ĞAFERA Lİ RABBÎ, VE CAALENÎ MİNEL’MÜKREMÎN”: Yasin 26–27: (Kavmi onu öldürdüğünde kendisine): “CENNETE GİR!” denildi. O da, “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” dedi. (Diyanet meali)
IRKLAR, FARKLAR, FARKLILIKLAR…
Hz. Mûsâ (AS) 4 kişiyle savaştı: Firavun, Hâman, Kârun, Bel’am. Bunların kimisi Firavun’da olduğu gibi kıptî, kimisi Yahûdî. Kimi nakden zengin, kimi aklen. Meslekler, âidiyetler, mâlî durumlar farklı. Irkın, maddî durum ve konumun önemi yok. İnsanları birbirlerine dost ya da düşman yapan duygu, düşünce, ideâl ve inançlarıdır.
YÛNUS, KASAS, ŞUARÂ ve ŞEHİRLER…
Yûnus Sûresi’nde şehirlerin îmârı var. Şuarâ ya da Kasas Sûresi’nde de var. Mûsâ’ya karşı çıkıyorlar, dinlemiyorlar; üstelik bu işten vaz geç diyorlar. Bu durumda ne yapacağı konusunda “Mûsâ’ya ve kardeşine şöyle vahyettik: Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın, evlerinizi ibadet mahalli yapın ve namazı kılın. (Ey Mûsâ!) İnananları müjdele.” ﴾Yûnus 87﴿
DERNEKLER, VAKIFLAR, KIBLEGÂHLAR…
Âyette geçen KIBLE kelimesi yön, gâye, istikâmet anlıyoruz. Kıble mefhumu önemlidir. Çünkü, kıble şuuru, istikâmet şuurudur. Âyette sözü edilen özellikleri taşıyan yerlerimiz olmalı. Bu gün bütün STK’larımız birer KIBLEGÂH EVLERDİR. Dolayısıyla kuruluşlarımız, yön gösteren istikâmet veren kıblegâh niteliğinde mekânlar olma vasfına özen göstermeli.
ERKAM’IN EVİ, KÂİNÂTIN KADERİ!...
Zîrâ, eğer istikâmet açısında bir yamukluk olursa hedef tutmaz. Amel noksanlığı belki ama, istikâmette, kısaca niyette, inançta bu olmamalı. Bütün akışlar, DÂRÜL’ERKÂM misâli aynı ideâlle, aynı yöne olacak. DÂRÜL’ERKÂM dediğimiz bu ev kâinâtın kaderini değiştirdi. Bizimkiler de böyle olmalı. Bu örnek hep önümüzde durmalı.”
Evet, dinlerken kalemle düşebildiğimiz notlar bunlar. Yukarda da belirtildiği gibi, anılan sûre ve âyetlerin açıklamalarına bakarsak bilgilerimiz daha da oylumlaşır. Bu duygu ve düşüncelerle, konuşmacımıza teşekkür ediyor, Rabbim kendisinden râzı olsun, tabiî bizlerden de inşâllâh deyip gönülden âminleri ekliyor, cümleye sevgiler, saygılar sunuyoruz wes’selâm…