Hazîran deyince bir başka kıpırdar içim. Benim çiçeklerim bu ayda açar sanki. Baharla gelen çiçekler dekorunu bu ayda mı tamamlar ne? Belki bunun içindir nice şâir ve yazarın Hazîran’a dâir şiir ve yazıları. Bunlarda sevinç ve hüzün içiçedir. Ümit ve coşku yan yanadır. Biz bunlara değinmeyeceğiz bu gün. Çünkü sonunu almak mümkün değil. Çünkü, öte taraf Eylül’se beri tarafta Hazîran’ın ondan geri kalır tarafı yoktur.
ONA ÇİÇEK YOLLADIM...
Her neyse, Mayıs aklımıza akasya çiçeklerini getiriyor. Onlar son demlerinde dallardan inip yerleri âdetâ kar beyaza bürümüşken önce canlı beyazlıkları, sonra da kendileri rüzgârların önünde savrulup kayboldular.
Haziranla birlikte akasyalar çekilirken sıra kestane çiçeklerindeydi. Onun da kendine has bir güzelliği ve de kokusu var. Şu sıralar beyaz taçlarıyla arz-ı endam sırası onlarda. Tabiî, onlar da gerek dalda, gerekse dökülünce tabiata ayrı bir dekor kazandırıp, toprak kokusuyla karışık bir râyiha yayıyorlar havaya, zemîne, kaşlara-bayırlara, yollara-izlere...
ÂLÎ, ULU TEPELER; BAL-ŞERBET ÇİÇEKLER…
Şu günlerde, bu renk ve ıtır cümbüşünün en güzel müşâhede edileceği en müsâit yer Ulubey ilçemiz. Şehrin yaslandığı ulu tepe, bir kestâne ormanı olarak onun hem en büyük özelliği, hem de en büyük zenginliği aynı zamanda.
Buraya bir not daha düşeyim müsâdenizle. Bugün dışarda selvibahçe dediğimiz çardakta kahvaltı yaparken karşı yolun kenarında, çiçekleriyle âdetâ bir gelin gibi süslü kestâne ağacını gösterip dikkât çektim. Hanım da, dün gittiği komşuda ateşte bir kazan kaynadığını görünce sormuş, bu ne diye. Meğer kestâne çiçeği kaynatıyorlarmış. Kovanları olduğu için arılara şerbet olarak veriyorlarmış. Bunu da ilk defâ duyuyoruz.
YARAŞLI, KIZILHİSAR, ŞABADUN…
Değerli okurlar, fakat, tüm bunlardan öte bu ayı özel kılan en özge şey, -elbette çiçekleriyle de ayrı güzel ama- kirazın kendisi olmalı. Çünkü zâten halk dilinde bu ay Kiraz ayıdır. Günümüzde çok tadamasak, o ağaçları yetiştiremesek te, çocukluğumuzdaki kirazların, o rüzgârlı dallarında yaşadığımız heyecan içimizde, tadlarsa damağımızda…
Yine de, Yaraşlı dönüşü teyzemizi evine bırakmak için gittiğimiz bizimkilerin anne köyü Kızılhisar Şabadun’da Sıtkı Dayımızın bahçesinde dalından kiraz tatmış olduk. Aysel Yenge de, dün kaynattıkları dut pekmezinden ağda ikram etti. Ayrıca bir kavanoz hediye de cabası.
BİR ELİMİZ YAĞDA, BİR ELİMİZ AĞDA!
Ağda dedik de; hakikaten bu sıra, hani ne derler; BİR ELİ YAĞDA BİR ELİ BALDA, bizim de şu sıralar bir elimiz yağda bir elimiz AĞDA! Gerek Eymür’deki komşularımız, gerekse buralarda uğradığımız insanlar ağda ya da bağlarından bahçelerinden bir şeyler veriyorlar. Çarşaf kulağı ya da pekmez tavası kulpu tutmaya çağırıp sonra da ağda vb. ikramda bulunuyorlar. Çok şükür her şey bolluk-bereket, muhabbet ganî. Rabbimiz bu toplumsal özellik ve de güzelliklerimizi dâim ve kâim eylesin inşâllâh…
BEREKETİN ADINI, NİSÂNUR KOYDU…
Evet, çok şükür bu sene dut mevsimini kendi hânemizde de dolu dolu yaşadık. Hattâ arz edeyim, geçen sabah, çarşıya ineceğimiz için çocuklara dut götürelim diye, çarşaf kenarı tutmak üzere komşuyu çağırdık. Bu da önemli bir mesele. Çarşaf kulağı tutmaya adam bulmanın zor olduğu yerler de var. Neyse, yukarda dalları sallıyoruz, aşağıda kulağın birini tutan, komşunun 3-4 yaşlarındaki çocuğu Nisânur kızımız bir ara “Dut Yağmuru” ifâdesini kullanmasın mı? Ne kadar güzel ve de doğal bir ifâde. Hem bu yılın dut hava raporunun özeti oldu bu.
DUTLU ve de “DATLU” AY!
Nitekim, şehirden hanım köy Yaraşlı’ya geçtiğimizde kardeş ve ablaları da geldiler. Pekmez kaynatacaklar. 4 ağaç döktük. Ama, asıl dut yağmuru burada gerçekleşti; hepsinde de bol dut vardı. Dallar salkım-saçak, hem daha iri ve ballı. Buralar bizim yukarılara göre daha sıcak ve meyve için elverişli yerler. Her meyve ve sebze daha verimli ve dolgun oluyor.
YIL OTUZ BEŞ; YOLUN NERESİ?
Gelgelelim, Hazîran tutkumuz sâdece ağaç, çiçek ve meyve eksenli değil. Meselâ, dut yağmuru günü bizim evliliğimizin 35 yılını tamamladığımız güne tevâfuk etti. Çok hoş ve bereketli de geçti elhamdülillâh. Diğer taraftan, evliliğimiz bu ayda olduğu gibi, doğumumuz da bu ayda. Hattâ, bir çocuğumuzun doğumu da aynı günle mütevâfık.
EZAN HASRETİ, VUSLAT BAYRAMI…
Evet, Hazîran işte böyle dolu dolu bir ay. Daha neler neler sayılabilir de, meselâ, sonradan ezan konusu da bu aya ilgimi artırmıştı. Mâlum, dünyâda örneği bulunmayan, aslından kopuk Türkçe ezan dayatması 30 Ocak 1932'den 16 Haziran 1950'ye kadar sürmüştü. İslâm’ın çok önemli şeâirinden, özgürlüğünün baş nişânesi olan ezana hasretin bitmesi, millete gerçek bir bayram sevinci yaşatmıştı.
Mâdem tevafuklardan gidiyoruz, bu ay için ayrıca bir de namaz vurgu ve mîrâsından söz edebiliriz. Mîlâdî olarak bu ayda Refîk-i A’lâ’ya urûc edip yükselen Efendimiz Hz. Muhammed (SAV)in irtihâl öncesi mîras ve vasiyet niteliğindeki son sözleri bakınız ne olmuştu:
İbn-i Sa’d, Câbir b. Abdullâh (ra)dan naklederek şöyle demiştir:
Ömer zamânında Ka’bu’l Ahbâr geldi ve şöyle dedi:
- Ey mü’minlerin emîri, Rsûlûllâh(SAV)in en son sözü ne idi?
- Ali’ye sor! dedi. O’na sorunca;
- Son sözü “NAMAZ, NAMAZ!” idi dedi... Bunun üzerine Ka’b şunu söyledi:
- İşte, peygâmberlerin son sözleri böyle olur!
NAMAZ VASİYETİ, HAK HASSÂSİYETİ…
Bir diğer rivâyet te şöyle:
Buhârî ve Müslim, Enes (ra)dan naklederek şöyle demiştir:
- Peygâmber(AV)e ölüm meleği geldiği zaman son vasiyeti şu olmuştur:
- “Namaza, namaza! –dikkât edin-; bir de ellerinizin altında bulunanlara dikkât edin!”
İmam Suyûtî, El’Hasâisul’Kübrâ: Olağanüstü Yönleriyle PEYGÂMBERİMİZ Sahife:1129 (Gerçek Hayat, İz Yayıcılık 2003 İst.)
Millet, memleket ve gönül coğrafyalarımız olarak nice böyle bereketli Hazîranlara; hep birlikte sıhhat-âfiyet ve de din-îmân selâmetleriyle wes’selâm…