Bu ayın ilk hafta sonu ÖNDER İmam-Hatipler 19. Kurultayı vesîlesiyle ORİMDER adına yaptığımız Sivas seferi bizim için her yönüyle bereketli oldu. Bir defâ yol arkadaşlığımız hem gidişi, hem dönüşüyle başlı başına bir güzellikti çok şükür.
TÂHÂ VAROL, EMİRHAN GÜZELKAYA…
Başta şunu söylemeliyiz ki, bu sefer bağlamında daha bir tanışıp kaynaştığımız Hacıbey VAROL Hocamız ve oğlu Genç Önder Başkanımız, Giresun İslâmi İlimler talebesi Tâhâ VAROL ile onun gibi Ordu Selimiye İHL’den mezun, Samsun İlâhiyât Fakültesi’nde okuyan Emirhan GÜZELKAYA yavrularımızla berâber, bundan sonraki yürüyüşümüz adına yol boyu gözlem ve izlenimlerimizi paylaşarak duygu, düşünce ve hayâllerimizi değerlendirip pekiştirdik.
Şu an, bizim kuşaktan sonrası için İmam-Hatip nesli adına bu iki delikanlı yetişmiş, hazır eleman konumundalar. Hem de şimdiden çok deneyimliler. Kendileri ÖNDER adına kurultay süresince görevliydiler. Çok rahat ve özgüvenliler mâşâllâh. Girişkenler aynı zamanda. Allâh CC nazardan esirgesin. Kendilerinden çok ümitliyiz.
HİZMET AŞKI, ÇALIŞMA ŞEVKİ…
Bu gençlerin daha arkadaşları da var ve ardı arkası da gelecek inşâllâh. Bu önemli. Çünkü siyâsette olmuyor da, maddî ya da siyâsî getirisi olmayan bu tür STK’larımızın eleman bulma husûsunda sıkıntıları kaçınılmazdır genelde. Ama biz, öyle gözüküyor ki böyle bir durum yaşamayacağız. Bunu bilmek ve görmek, bizim mevcut çalışma şevkimizi de artırdı. Sonuçta birlikten kuvvet doğar demiş atalarımız.
ÖNER MELİKOĞLU, A. MURTAZAOĞLU…
Evet, konuştuklarımız bunlarla sınırlı kalmadı. Ortalama, 5 gidiş, 5 geliş olmak üzere 10 saat birlikte yolculuk ettik. Cumâ günü ikindi sonrası İmam-Hatip Câmii altında tevâfuk ettiğimiz, bizim köyden, Tâlip CAN Bey’in de köylerinin Göndeliç’in öte yüzünde bulunmaları bağlamında yayladan komşuları Öner MELİKOĞLU Ağabeyin ikram ettiği çayların ardından yola koyulunca başkanımız Abdurrahman MURTAZAOĞLU’nun sefer duâsıyla açılışı yaptık.
Artık arkası geldi. Kur’an tilâvetinde Âyetel’Kürsî sayfasından okuduk. Sohbet, muhabbet, ilâhi, kaside; yer yer türkü, şarkı, mehter, yol boyu devam etti. Yine de bu yolculuğa şoförlüğü ve de anlattıklarıyla Hacıbey VAROL damga vurdu.
HÂTIRALAR, ÖYKÜLER; AHDE VEFÂ…
Bunu derken, yazılarımızı tâkip edenler hatırlayacaklardır, hocamızın 1 aydan biraz fazla bir zaman önce babası vefat etti. Ona çok yandı. Hâlâ da yanıyor, ağlıyor. Sık sık babası merhum Ahmet Amca’dan bahsediyor. Daha önce anlattıklarından birçoğunu bu sütunlarda paylaşmıştık. Yenilerini de ekledi. Bunları yazmasını söyledim; yazdığını, kitap hâline getireceğini söyledi. Çok sevindik.
Bunlar ve benzerleri, hepimiz için, şu yaptığımız çalışmalar gereği olarak ta hayâta geçirilmeli. Neden derseniz; ÖNDER’in bu sene için belirlediği şiâr AHDE VEFÂ değil miydi? O zaman, işte bu ve benzeri kitaplar da birer ahde vefâ nümûnesi olacak değil midir?
KİTAPLAR, DERGİLER; MEKTEPLER…
Aslında her okul kendi hikâyesini ve kahramanlarını kitaplaştırmalı. Hâtıralarını canlı tutmalı. Geleceğe taşımalı ki bir hâfıza oluşsun. Dergi çıkarsa meselâ her okul; hem gençlerin gelişimi, hem de okulun hâfıza oluşumu için ne kadar güzel olur ama kurultayda da sık sık vurgulandığı gibi, bırakın bunları, İmam-Hatiplerin alâmet-i fârikası olan temel meslek dersleri bile akademik başarı ya da üniversite başarısına fedâ ediliyor. Bu konunun inşâllâh zamanla aşılacağına inanıyoruz…
Her neyse, biz burada, Hacıbey Hoca’nın, sohbet arasında, özellikle terbiye konusu bağlamında babasından naklettiği iki söze yer vermekle yetineceğiz. Ahmet Amca dermiş ki rahmetli;
AHMET AMCA’DAN TERBİYEVÎ SÖZLER…
“Her çoban hopal yetiştiremez!” diğer bir söz de şöyle; “Dana yediği çeğeli unutmaz!” Çeğel ne hocam diyoruz; Çeğel bizim oralarda küçük taş parçasına denir diyor. Ne güzel, ne öğretici sözler bunlar; değil mi dostlar? Bu sözler ayrıca, yeni eğitim-öğretim yılı için şiâr olsun. Hacıbey Hoca’nın hep anıp okuduğu gibi biz de Ahmet Amca ve 5 yıl önce bizim Sivas yolunda kazâda kaybettiğimiz yeğenimiz için bir Fâtiha okuyalım bu vesileyle inşâllâh…
UHUD DAĞI, UHUD DAĞI!
Hacıbey’in ilâhileri de biraz da bundan dolayı olmalı, hep kahırlı, yâni duygulu oldu. Neredeyse ağlayacak. Bu arada Süleyman Âbi de coştu. O da pehlivan ya, Hamza Pehlivanla, Uhud Dağı ilâhisini seslendirdi. Biz de uymaya çalıştık onlara bilebildiğimiz kadarıyla.
“ARTIK SENİ BIRAKMAYIZ!”
İkisi önde ve de konuşkan oldukları için muhabbeti daha bir koyulttular. Görev yıllarından, talebelik ve evlilik süreçlerinden falan samimiyeti ilerlettiler. Süleyman Âbi ona, “artık bizimlesin, sana ihtiyacımız var. Dernekte bizi bırakma. Zâten daha kurtulamazsın. Seni kendi hâline bırakmayız” dedi.
KURULTAYIN EN AĞIR MİSÂFİRİ!
Süleyman Âbi de ta Ünye’den gelerek koşturuyor. İşte Sivas’a gitti. Geçen sene Aksaray’a gitmişlerdi. Araba da onun. Bunun yanında sağlık durumu çok elverişli değil. Kilo problemi var. Bunun için ameliyat olmuş. 120 kilo vermiş ama yine de geriye bir o kadar daha var. Ağırlıktan ayakları patlak. Zor üzerine basıyor. Yanında devamlı birkaç merhem, yara bantları falan mevcut. Ayrıca iskemle taşıyor. Bir yerden bir yere zor yürüyor. Kat çıkamıyor. Mutlakâ asansör olmalı vs. falan. Buna rağmen koşturuyor. Bu işe gönül vermiş. Bu kadar fedakârlık yapınca sözü de etkili oluyor tabiatıyla…
ELİNİ ÇABUK TUT AĞABEY!
Süleyman Ağabey’i gazete yazıları ve paylaşımlarından da hatırlayacaksınız. Bu yolculuk süresince de çok anlattı; talebelik yıllarına âit güreş turnuvaları, karşılaşmalar, okullar ve bölgeler arası organizasyonlar; güreşçilerin o günden bu güne spor ve hayat hikâyeleri, hepsi Süleyman Âbi’nin hâfızasında. Ona yaz demeye gerek yok ta elini çabuk tut diyoruz. Hakîkâten bunlar toplum adına o günler ve de bizim okul geçmişimize dâir birebir orijinâl kayıtlar. Onun da kitabını heyecanla bekliyoruz. Allâh CC muvaffak etsin.
-YÂ HU, HOCAM; UZATMA!
Bir de dönüşteki nükteyi tekrarlayıp bugünkü yazıyı noktalayalım. Nasıl oldu anlayamadık, Hafik levhasından sonra Zara levhasını gözlerken İmranlı görmeye başladık. Sonra da dedik geri dönmeyelim; vardır bunda da bir hayır. Nitekim öyle de oldu. Hacıbey Hoca’nın tanıdığı balcı Taner Kardeş’e uğradık. Bu arada yolu bildiğini söyleyen biz kendimizi biraz suçluyorduk. Kendimizi savunmak adına; “bakın arkadaşlar, âyette de buyurulmuyor mu, sizin hayır dediğinizde şer, şer dediğinizde hayır olabilir diye!” Hacıbey Hoca işi hemen tatlıya bağladı;
- Yâhu Hocam uzatma; bizim şer zannettiğimizde BAL varmış işte!
Hakîkâten yolculuğumuz bal gibi bir yolculuk oldu. Bu, kovandan kova işi bal da işi katmerli ballandırdı. Rabbimiz Taner Akdeniz kardeşimizden râzı olsun. Dünyâsını da âhiretini de hayırlısından tatlandırsın… Âmin…
ŞUAYİP, PİRAZİZ; EBÜL'HAYIR, BULANCAK…
Bu arada Hacıbey Hoca 40 yıldan beri tanıdığı merhum Hakkı MEMİŞ Hoca’dan da çok bahsetti. Bu hocamız Şuayip’te Gacaroğlu Müderris Ahmet Efendi’de okumuş, Gülyalı, Piraziz, Bulancak havâlisinin kanaat önderlerinden bir isim. Onu da burada bir vefâ gereği olarak zikrediyoruz. İnşâllâh hocamızın bu konuya dâir anlattıklarını da ayrıca yazmaya fırsat buluruz.
ÖNER’DEN TANER’E, ÇAY’DAN BAL’A…
İnşâllâh diyor; Öner Ağabey’in muhabbet çayı ile başlayıp Taner Kardeş’in ballı ikrâmıyle taçlanan bu güzel sefer bağlamında tekrar buluşmak ve mümkün olduğunca güzellikleri paylaşmaya devam etmek ümîdiyle cümleye sevgiler-saygılar sunuyoruz wes’selâm…