Geçen yazılarımızda, Hiciv yarışması dediğimiz olay, tâyinimiz çıkıp ta Lüleburgaz yollarına düştüğümüz 79 sonları, 80 yılı ilk günlerindeydi. Hattâ yarışmayı ve dereceye girip gün gün yayınlananları yollarda gidip gelirken gazeteden tâkip ediyorduk.
HERŞEY GAZETE, KİTAP-DERGİ…
O zamanlar gazete bir tutkudan öte gereklilikti. Tüm duygu, düşünce ve hayâl dünyâmız gazete üzerinden yürüyor gibiydi. Bizim âlemi tâkip ettiğimiz imkân da oradaydı. Özel televizyon yok, radyo yok. Cep telefonu bir yana, normal telefon da yok. Meselâ memleketle görüşmek için PTT’de sıraya yazılıyorsunuz. Beklemek istemeyenler yıldırım görüşme istiyor daha çabuk görüşmek için; o da adı üstünde, fiyat olarak birkaç misliyle çarpıyor!
RİCÂ YOK, İRTİCÂ VAR!
Her neyse; iletişim adına her ne varsa olanların hepsi de resmî ve de devlet yayını. Oralarda da, sizin dünyânıza yer yok. Bizim anladığımız mânâda dînî, hattâ millî olan her şey irticâ kategorisinde ve suç unsuruydu. Dînî ihtiyâçlarınız ve kendi dünyânızla fikir âleminize dâir gelişmeleri ancak sözünü ettiğimiz bu gazete ve dergilerden, yâni basılı yayınlardan tâkip etmek mümkündü. O da varsa tabii. Onun için gazete bir nevî her şeyimizdi bilgi, kültür ve sosyâlite adına.
12 EYLÜL; YARIŞMA, ÖDÜL!
Bu arada, şiir dünyâmız noktasında 12 Eylül Darbe yönetimi öğretmenler arası öğretmen konulu bir şiir yarışması düzenlemişti. Şiir yazdığım hâlde, hem kendime güvenememiş, hem de inanç bakımından haddi aşan ifâdeler, ruhsatı zorlayan abartılar olabilir mi noktasında netliğe ulaşamamış, dahası, biraz da havayı tekin bulmamış olmalıydım ki yazdığımı göndermemiştim.
Bu Öğretmen şiirimiz aslında güzel bir şiirdi, dereceye girebilir, hattâ belki hayra vesîle de teşkil edebilirdi. Endişeye gerek var mıydı? İnşâllâh, bu ay öğretmenler gününde burada paylaşırız da sizler de görür değerlendirirsiniz! Bakalım ne diyecek, şiiri nasıl bulacaksınız!
YAZMASI KOLAY, NEŞRİ ZOR…
Yine de şunu söyleyebiliriz ki, ta İmam-Hatip orta, lise yıllarından beri defterlere hep bir şeyler karalayıp yazagelsek te bunları düzenleyip bir yerlere gönderme, yayınlama cihetimiz, dolayısıyla tecrübemiz yok henüz. Ordu’da zâten, konum ve çevre îtibârıyle taşrayız. Bizim mahallede bu mânâda kültürel çalışmalar söz konusu değil. Varsa da haberimiz yok; dolayısıyla da böyle bir dünyâmız yok.
İşte o günlerden bu âna kadar, ancak İstanbul’a geldiğimizde, Yüksek İslâm’da iken, 3. yılda bir şiirimiz yayınlanmıştı. Sanırım o da okuldaki arkadaşların bizden, elden almasıyla olmuştu. O da bu şiir:
***** ÇAĞRI *****
Bu dâvâ yücedir, aksiyon ister
Gâyenin şu’runa erenler gelsin
Cemiyet sefih; madde çukuru
Nefsin zincirin kıranlar gelsin
***
Dünyâ karanlık; istersen fecir
Bu yolda ölmeyi aklından geçir
Şehâdet bizlere ne güzel ecir
İçini Hak aşkı saranlar gelsin
***
“Ben neyim?” deme; sen bir nefersin
Bu yola baş koyar, boyun kesersin
Gün olur küffâra sefer edersin
Cenge âmâde yârânlar gelsin
***
Biz bir milletiz; mensûb-u dîniz
Çağ açıp kapayan şanlı târihiz
Ezelden ebede Hakk’a tâlibiz
Rasûlün izinde olanlar gelsin
***
Çağ bozuk dostlar; budur sözümüz
Niye bu tembellik; bağlı gözümüz?
Hâlâ mı rahatı yeğler özümüz?
Cihâda meftûn ihvânlar gelsin…
***
Dâvâ disiplindir; ciddiyet ister
Bu yol birlik ister, uhuvvet ister
Candan ve maldan ferâgat ister
Kâlbi Allâh Allâh diye vuranlar gelsin
***
“Nerde bizimkiler?” der kabîlinden
Bir sadâ geliyor târih ilinden
Elbet birgün… birgün diye kâlbinden
O yüce ülkeyi kuranlar gelsin…
(***Çağa SELÂM: 1978***)
-----YENİ DEVİR, ESKİ DÖNEM-----
Az kalsın unutuyordum; Yeni Devir’in de o sıralar bir makâle yarışması olmuştu. Ona katıldığımı, hattâ yazımızın gazetede yayınlandığını hatırlıyorum. Onları saklıyordum ama bilmem nerededir? Eğer oraya buraya derken kaybolmadı ya da yırtılıp atılmadıysa, onu da buralarda gün yüzüne çıkarmak isterim doğrusu.
ÜMİT ÇİÇEKLERİ, SEVGİ ÇAĞLAYANI…
Gelgelelim, ele aldıklarımız sâdece bunlar değil, öğretmenlikle berâber çocuk şiirlerine de yoğun bir yöneliş başladı. Görevimizi seviyorduk. Öğrencilerimizi de. Hep onlara bir şeyler vermek adına her ne mârifetimiz varsa, olduğu kadarıyla sergilemeye çalışıyorduk. Şiir de bunlardan biriydi ve en başta geleniydi. Çocuk şiirlerine dâir ilk karalamalarımız da o günlerin eseridir. Nitekim daha sonra bunlar birike birike Mayıs 1984’de ÜMİT ÇİÇEKLERİ adıyla kitaplaşacak; bunlardan kimileri de daha sonraki yıllarda bestelenecektir. İşte bu şiirler de o sevgi çağlayanının ürünleridir.
BOŞ DERSLER, DOLU HEYECANLAR…
Yine bu sevgi bağlamında, Lüleburgaz’da nerede boş ders var giriyorduk. Çünkü o zamanlar her okulda Din Dersi öğretmeni yoktu öyle bu günkü gibi.
Daha öncelere gidersek, İmam-Hatip Okulları oldukça azdı. Var olanlar da hep kapatılma tehdidi altındaydı. Diğer yandan Yüksek İslâm Enstitüleri de az sayıda olup kontenjanları çok sınırlıydı. Sistem zâten din muhtevâlı meselelere sağırdı, zorla yapmak durumunda kalsa bile yavaştan alıyordu. Dolayısıyla arkadan yeterli sayıda öğretmen yetişemiyordu.
BUNLAR KİMİN UMURUNDAYDI?
12 Eylül Askerî Darbesi de Ahlakla Din Dersini Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi adı altında birleştirerek, haftada 2 saat olmak üzere mecbûrîleştirdi. Çok güzel oldu, lâkin diğer yandan Din-Ahlâk Dersi Öğretmeni açığı daha da büyüdü. Zaman içerisinde İmam-Hatip Liseleri ve Yüksek İslâm Enstitüleri kontenjanlarındaki iyileştirmelerle beraber mesele gitgide çözülmeye başladı. Ancak, o zamana kadar biraz sıkıntı yaşandı. Her okulda açık dersler oluyordu. Başka branştan öğretmenlerle doldurma cihetine gidiliyor ya da boş geçiyordu.
LİSELER ÇOK, İMAM-HATİP YOK!
İşte biz o günlerde bunu öğrenince hemen derslere tâlip oluyorduk. Dolayısıyla, kadromuzun bulunduğu Lüleburgaz Lisesi’nden ayrı olarak, programımız el verdiğince Ortaokul, Ticaret Lisesi, Kız Meslek Lisesi, Endüstri Meslek Lisesi ve Kepirtepe Öğretmen Lisesi dâhil tüm orta dereceli okullara derse gitmişliğimiz vardır.
Şunu da belirtelim ki; o zamanlar Lüleburgaz’da İmam-Hatip Lisesi yoktu. Açma çabaları vardı. Bunun için, vaazlarda söylemek ve bizzat yardım ekipleriyle dolaşmak gibi, yapılan çalışmalara bizim de katıldığımız zamanlar oldu.
DEFTERLER, KİTAPLAR; SORULAN HESAPLAR!
Tabiî, tüm bunların hesabını da, 12 Eylül Darbesi uygulamaları bağlamında dönmek durumunda kaldığımız memleketimiz Ordu’ya girerken rıhtım kavşağında yapılan kontrollerde, çantamızda yer alan kitaplar ve cep ajandası dâhil defterler bağlamında tehlikeli ya da şüpheli görüldüğümüzden otobüsten alıkonulduğumuzda, içerde tutulduğumuz bir hafta, on günlük süreçteki sorgulamada tek tek verdik.
SAĞDUYU'DAN SELÂMETE...
Yine de fiilî bir şey bulunamadığından ve sorgulayan ekibin sağduyulu olmasından, tabiî ki elbette Allâh’ın yardımıyla, herhangi bir tecziyeye tâbi tutulmadan, kaldığımız yerden görevimize devam ettik çok şükür.
Bu günlük te bu kadar sevgili dostlar. Yeniden görüşebilmek niyazıyla, Allâh’a emânet olunuz; cümleye sevgiler-saygılar wes’selâm…