Sevgili okurlar. SÂLİH’İN MEKÂNI konusu dizi yazıya dönüştü. Böylesi sevgi eksenli yerler toplumu canlandıran hücreler niteliğinde. Aslında bu eksenli tiyatro, dizi, roman ya da hikâye bile yazılabilir. TV’de BİZİM TAKSİ dizisini hatırlayalım meselâ. Şimdi Sâlih’e sorsak, belki de müşterilerinden yakın tanıdıkları var, onların hayât hikâyelerini, dramlarını biliyor. Ya da bizzat müşteriler konuşturulsa. O eksende konular geliştirilemez mi? Elbette mümkün bunlar. Ancak, bunlar köşe yazısı sınırlanırını aşan şeyler. Dolayısıyla, onu bir fikir olarak burada yazıyor, yazma hevesi olabilecek kardeşlerin dikkâtlerine sunuyoruz. İllâ ki burası değil, çevresindeki her hangi bir yer olabilir.
Her neyse sevgili dostlar, köşemizin haddi bağlamında, bize göre, bu mekânla ilgili zikredilebilecek isimler hemen hemen bu kadar. Sâlih’e göre çok daha fazladır. O böyle bir yazı yazsa, müşteriler başta olmak üzere başka isimler de ilâve eder mutlakâ. Ama, bu daha çok onun meselesi. Biz konuyu artık bitirme derdindeyiz. Çünkü, her ne kadar Ulubey ötedenberi olduğu gibi sessiz-sedâsız bir yürüyüş sergiliyorsa da, bizim duygu ve düşüncelerimiz bizim için yazmaya yetiyor da artıyor bile. İnşâllâh onları yazmayı özlüyoruz.
Ancak, yine de, bizim için, SÂLİH’İN MEKÂNI adını verdiğimiz bu konu bitmiş değil. Çünkü, onun da sonu Ulubey’e varacak. Dolayısıyla, müsâdenizle, en az bir yazılık daha söyleyeceğimiz var. Yalnız, oraya kalmadan, aramızda pek nâdir gördüğümüz ama, hep dükkânda gibi olan son birini de buraya alalım meselâ. Onu da yazmasak olmaz çünkü.İşte burası böyle bir âlem sevgili okurlar. Bura, buradakiler ve olan bitenlere değinmeyi paylaşmaktan imtinâ edemezsiniz.
BOZTEPE’DEN ANKARA’YA…
Evet, işte sevgili okurlar, buradaki muhabbetin yankısı belki sizlere varmıyor ama Boztepe üzerinden tâ Ankaralara ulaşabiliyor. Sâlih, çaktırmadan arada telefonu açıp, Ankara’da Kıdemli Başçavuş olarak görev yapan ağabeyi Gökhan’a naklen dinletiyormuş buradaki fasılların kimini. Oradan doğru o da burada olmaya can atıyormuş ama, onun orada, kendi kendine “gel teskere gel” nağmeleri eşliğinde emekliliğini beklemekten başka yapacağı bir şey yok.
Aşağıdaki sözü telefon mesajıyla göndermiş bize. Bizler de sizlerle memnûniyetle paylaşıyor, Ona da buralardan kalbî selâmlar gönderiyor, Sâlih kardeşiyle telefon üzerinden sürdürdükleri, zamânımızda örneği bulunduğunu pek görmediğimiz sohbet ve muhabbetlerini gıptayla izlediğimizi belirtiyor, kendilerine âileleri ve sevdikleriyle berâber sonsuz mutluluklar diliyoruz.
“Asırlar boyunca yaşam serüvenine devam eden insanoğlunun bunca uğraşlara rağmen keşfettiği tek şey doğanın kurallarını koyan tanrının kendisi için hazırladıklarını bulmak olmuştur. Hayat var olma ile yok olma arasında ince bir çizgide yoluna devam ederken her daim mükemmel ve kusursuz bir organizasyonun ürünü olarak ortaya çıkan şeyleri kendi dünyâsında olgunlaştıramayan insan sadece inanıyorum diyebilmenin kolaylığına sığınarak mânâdaki derinliği ve inceliği kavrayamamıştır.”10:56 2.12.2014
Evet dostlar. Sâlih’in bir de, biz arkada çay-gazete âlemindeyken, onun tezgâh önünde müşterilerle olan, hepsinin özelliğine göre çeşitlilik gösteren diyaloğu var ki o da ayrı bir mahâret. Sâlih onları genel anlamda tanır, meşgâle ve hikâyelerini az-çok bilir ve onlarla da, nabza göre şerbet diyebileceğimiz tarzda güzel muhabbetler kurar. Yukarıda da dediğimiz gibi, yazılmaya kalksa neler çıkar ortaya?!
KAHT-I RİCÂL: ADAM YOKLUĞU…
Son olarak, geçen yazılarda söz ettiğimiz, kültüre, özellikle şiir ve bulmacaya meraklı, bizim de teşvikimizle bunları günlük bir deftere not etmeye de başlayan mekânın iyilik meleği Meliha önceki sabah;
“- Bizim köyün en yaşlısı öldü. Çok kalabalıktılar. Kardeşlerin sıra sıra evleri vardı. Bir bir, sıra sıra öldüler. En sonu da dün öldü. Evler boşaldı. Civarda büyük kalmadı.” şeklinde bir açıklamada bulundu. Akşam misâfirimiz olan amcam da aynı şeyi söylüyor. “Köyde lâfı dinlenecek kimse kalmadı diyor. Herkes çocuk! Seni hiç dinlemiyorlar. Bir şey söylemeye çalışsan yüzünü dönüp gidiyor” diyor.
Bizim Sâlih de benzer bir tesbitte bulunmuştu. Geçen ay, köyümüze bir cenâzeye giderken, hava da güzeldi, onu da dâvet etmiştim. Müsâitmiş, geldi. Dönüşte yolda gelirken;
“- Hocam, cenâzede kalabalığa baktım. Şöyle gelince ayağa kalkılan, eli öpülmek için koşulan hiç kimseyi görmedim. Büyükjler gitmiş demek ki, aynen bizim köy gibi!” dedi.
Evet gerçekten, eskilerin tâbiriyle, bir KAHT-İ RİCÂL yaşıyoruz. Herkes kendi başına bir âlem. Cemiyet adamları, bulundukları çevre ve toplumların direği niteliğinde insanlar yok denecek kadar az. Belki, SÂLİH’İN MEKÂNI’nı daha anlamlı hâle getiren de, biraz da budur. Tabiî, bu husus başlıbaşına bir konu. Ayrıca değerlendirmeye değer.
EYVAH, KARAKOLA DÜŞTÜK!
Meliha kızımız, bir başka gün de şöyle bir şey anlatmıştı. Hem, biraz da mizah olsun. Çünkü, mizahsız muhabbet ne derece muhabbet olabilir, değil mi? Onu ve bizimle paylaştığı günlük ajandasından bir sözü de buraya alarak kendisini sevgi, saygı ve de mutluluklarla dolu hayırlı, uzun ömür dilekleriyle selâmlayalım:
- Zencinin koluna düşen karınca ne demiş?
- Eyvah, Karakola düştük!
Söz de şöyle: “Hayat, sen plânlar kurarken başına gelenlerdir!”
Sevgili dostlar; hayatta, başımıza güzel şeyler gelmesi, hepimizin de hem dünyâsı, hem de ahretinin güpgüzel olması dilek, arzu ve temennîsiyle berâber cümleye sonsuz sevgi ve saygılar ves’selâm…