Evet sevgili dostlar; seçimdi, geçimdi derken Şehr-i Hazîran içre, Şehr-i Ramazan da erişti elhâmdülillâh. Dün terâvih, bugün de Oruç başladı. Ve bunlarla gelen zâhirî, bâtınî, rûhî bambaşka bir mânevî hava. Milletimiz, memleketimiz, tüm kardeş coğrafyalar ve mağdur insanlık için hayırlara, iyiliklere, güzelliklere, bereketlere, barış ve güvene vesîle olsun inşâllâh.
Artık Ramazanlıyız. Onu yaşayacağız, duyacağız, yazacağız. İnşâllâh ay boyu berâberiz. Rabbimizi onunla güzel hasbihâl etmeyi, kaynaşmayı, muhabbet kurup dost olmayı ve de öbür dünyâda da güzel hâtıralarla karşılaşıp hâlleşmeyi nasîp eylesin. Hepimizin Ramazan’a, onun sükûnet, sekînet ve rahmet iklîmine, sevgi, kardeşlik ve barış atmosferine, buradan ebede uzanan dostluk çizgisine çok ihtiyâcımız var. İnşâllâh bunları hep paylaşacağız. Bu yolculuğu birlikte yapacağız.
MÎLAT AYLARI...
Ancak bu gün Şehr-i Ramazan’a hoş geldin derken, yolun yarısını kateden ve gitmeye hazırlanan Şehr-i Hazîran’ı konuşacağız daha çok. Benim için sanki bu ay, mîlâdî ayların Ramazan’ı gibi. Şahsî hayâtımızdaki tevâfukları bir yana, maddî-mânevî açıdan da bereketleri bol olan bir ay bize göre. Bundan dolayı, Hazîran deyince bir heyecandır kaplıyor bizi. Tuşlara bir dokunduk, pir dokunduk gibi oldu. Şiirler bile yazdık. İnşâllâh yer kalırsa bugün onları da paylaşacağız.
O zaman, baştan başlayalım: Bir defâ, bizim hayâtımıza dâir bir çok güzellik bu aya tevâfuk etmiştir. 8 Hazîran doğum târihimiz. Evliliğimiz ve de kızım Betül’ün doğumu 22 Hazîran. Neşriyâta düşkün biri olarak, ortaklarla birlikte kurduğumuz, bizim için bir doğuş mesâbesinde olan ve 5 yıl imtiyaz sâhipliği ve köşe yazarlığını yaptığımız Ordu Hayat Gazetesi’nin yayın hayâtına başlayışı da Hazîran günlerinde.
BEZENE-KİRAZ ARASI!
Meselâ, karşı lokantada çalışan Meliha kızımız, iş yeri sâhibi Sâlih Yüksel Kardeş gibi Hazîran doğumlu. Belki bu yüzden çok iyi anlaşıyoruz onlarla. Her neyse, Meliha kızımız doğduğunda ebeye, para yerine BEZENE(Bezelye) vermişler. Belki bundan, bezeneyi çok seviyorum diyor ve de yaptığı çeşit çeşit yemeklerinden söz ediyor. Ben de severim de, benim de Hazîran deyince aklıma daha çok kiraz gelir. Zâten halk dilinde bu ayın adı KİRAZ AYI’dır.
Evet, Hazîran’ın bizim hâfızamızda ayrı bir yeri var. İlkokul günlerimizde, köyde otururken, eski evimizin hemen alt yanında bir kiraz ağacımız vardı. Hiç kirazsız kaldığını hatırlamıyorum. Az ya da çok, bizzat tırmanır, toplar yerdik. Yer yer kıpkırmızı, yer yer simsiyâh olurdu. Tadından yenmezdi. Çok bulunmayan, o günlerin lüksü diyebileceğimiz bir meyveydi.
KÜÇÜK EVLER, BÜYÜK KÂLPLER...
Şimdi o ağaç yok. Ona tırmanan çocuklar da! Çünkü artık çocuk değiller. Bakınız şu an biri, 60’ına ramak kalmış, burada yazı yazıyor. Diğerlerinin de her biri ayrı âlemde. Herkes kaderine koşuyor. Tâ ki, son nefese kadar sürecek bu. Orası neresiyse, oraya hayırlısıyla ulaşıp, öteye bereketlerle gitmek en büyük dileğimiz. Yüce Mevlâ cümleye nasîp eyleye.
O zamanlar, sonradan öğrendiğimiz gibi, mekânların dar, gönüllerin geniş olduğu zamanlardı. Aklımızdan, evimizin küçük olduğuna dâir hiçbir şey geçmezdi. Belki de, daha büyüklerini görmediğimizden. Meselâ biz, sonradan 60 m2 olduğunu öğrendiğimiz eski evimizde 7 çocuk ve zaman zaman gelen misâfirlerle bir arada nasıl gelip geçmişiz, insan hayret ediyor?! Ama, her şey çağına ve de dağına göre oluyor demek ki. Şimdi, 2 kişilik âileler bile 100 bilmem kaç m2'lik dâirelerde oturuyorlar da, yine de sığmıyorlar!
Bizden daha öncekilerin kulübelerde kaldığı zamanlar var. Babam rahmetli çok anlatırdı. Büyüklere sorsak onlar da anlatırlar. Melet'ten gelen, kışlık bir-kaç şey elde etmek için buralara inenlerin çoğu böyle derme çatma, ardıye yerlerde, hattâ ahırlarda, kulübelerde barınıyorlarmış.
Çünkü, buradakilerinin, yâni Ceniklilerin de doğru-dürüst evleri yokmuş. Kaldı ki, millet dededen toruna, amca, dayı, hala, eme, nine hepsi bir arada. Evler küçük mü küçük. Gençlerimiz, yaşamadıkları için ne kadar fark edebilirler bilemiyoruz ama, o günleri kısmen gören, bizden öncekilerin çok daha olumsuz şartları yaşadığı açık. Kısaca, bu günlere çok şükretmemiz gerekiyor.
ÇİÇEK CENNETİ...
Hazîran anlatmakla bitmez. En son, geçen yıllarda öğrendiğimiz, ezanın kabûlünün de bu aya tevâfuku bizi daha bir Hazîranlı yapmıştı. Çünkü, ezan da bir muştu, bir doğuştu. Bizi dünyânın ve âhiretin felâhına çağıran bir ilâhî dâvetti. Rabbimiz bizleri onun özünden, sözünden, nağmesinden ve sonsuza uzanan çağıltı iklîminde süzülmekten mahrum eylemesin. Ramazân-ı Şerîfin yüzü suyu hürmetine cümlemizi rahmet bağrına basıp, merhametli olanlardan ve sonsuzda merhamet olunanlardan eylesin.
Bu ay, canlanan tabiat ve kanatlanan baharla birlikte, Rabbimizin sebze ve meyvelerini bol bol sunduğu bir ay. Hele çiçekler; hangi birini anlatmak mümkün ki? Gidip görmek gerekir. Şu memleketin hangi köşesinde adını sanını bilmediğimiz yüzlerce çeşit çiçek bir arada karşılamıyor ki bizi? Rabbimiz her tarafa Cennet örneklerini bol bol vermiş, buradan yürüyerek sonsuz bahçelere ulaşsınlar diye. Ama çoğu kez bu, gerçek cenneti hep unutturabiliyor bize. Dünyâdaki çiçeklere takılıp kalıyor, öteye geçemiyoruz.
GÖRMEK...
Yâ Rab, verdiklerini görmeyi nasîp eyle;
Kâlbimize nakş’edip, örmeyi nasîp eyle!
Vakit tamam oldukta, huzûruna geldikte;
Sonsuz bahçelerine girmeyi nasîp eyle!...
Sevgili dostlar; Hazîran şiirlerimiz yine bir başka yazıya kaldı. İnşâllâh diyor, Ramazan-ı Şerîfimizin bizlere, evlerimize-barklarımıza, akrabamıza, sevdiklerimize, komşularımıza, millet-memleket ve tüm İslâm Âlemi’ne huzur, barış getirmesi, tüm insanlığın hayrına bereketlere vesîle olması dileğiyle hepinize sevgi ve saygılar sunuyor, yeniden görüşmeyi umuyoruz ves’selâm…