Kimseyle bir problemimiz yok. Alıp-veremediğimiz de. Sâdece, Rabbimiz ülkemize, ummadığımız derecede cömert davranmışken, neden her şey daha güzel olmuyor diye hayıflanıyoruz. Biz İmam-Hatiplerde okurken ve de sonrasında, daha yakınlara kadar ne karanlık günler gördük ve de her şeye rağmen, îmanımızdan gelen ümitle berâber ne hayâllerimiz vardı; millet, memleket ve de gelecek adına.
Biz başkaları gibi olmayacaktık. Özellikle ilâhiyâtçılar olarak, câmide, kürsüde, dâvetlerde, sohbetlerde olduğu şekliyle halkla iç içe olacak, dâimâ hâl-hatırlarını soracak, dertleriyle dertlenecektik. Mesâfeli durmayacaktık yâni. Ah, elimize bir fırsat geçseydi neler olacaktı, neler!
Daha dün, 28 Şubatla birlikte çok kötü olaylar, kritik anlar ve de kötümser duygular yaşadık. Bin yıl sürecek karanlıklardan söz ediliyordu. Hakîkaten, bu kara bulutlar dağılacak gibi de gözükmüyordu doğrusu. Ama, ne olduysa oldu, o zamanlar çekilen çileler, gösterilen hasbî, samîmî, çıkar ya da ikbâl duygusundan uzak gayretler veyâ edilen içli duâlar bereketiyle olacak, sonuçta, büyük Allâh onlara bu fırsatı vermedi. Kendi tuzakları ayaklarına dolaştı. Rabbim, karanlığın hedef tahtası İmam-Hatip misyonunun önünü açtı. Ve işte, Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde kademe kademe, 10 yıl gibi kısa bir zaman içerisinde zirveyi yaşattı. Bugünlerin şükrü ödenmez.
Gelgelelim, milletin ümit bağladığı İmam-Hatipli Recep Tayyip Erdoğan misyonunun Ordu taşrasındaki vekilleri, geçen yazımızda özellikle söz ettiğimiz ilâhiyâtçı olanları, geçmişi unutup geleceğe baktılar hep. Tabiî kendi geleceklerine. Bu çok çok seçilmiş insanlar, kendilerinden başka kimseyi lâyık görmedikleri makamları korumak adına işi yukarda sağlama bağlamanın derdinde oldular öncelikle. Halk ve biz dâvâ arkadaşları hiç umurlarında olmadı. Nasılsa Tayyip Bey rüzgârı hepsini sürükleyip götürüyordu. Gerisi teferruâttı.
Kısaca, gönül koyduğumuz bu arkadaşlar, yukarlarda işi bağlamışlar, vatandaşlarla işleri yok. Meselâ, geçen son 7 hazîran listesinde yer alan kaç arkadaş doğru-dürüst, halkla muhâtap oldu. Sâdece kendi büyüklerine yakın durdular, yanlarından ayrılmadılar. Sonuçta, dağ-tepe dolaşıp halkla muhatap olanlar bir şey olamazken, Ankara’da oturup suyu baştan bağlayanlar işi götürdü. STK’lar, sayısı 60’a varan aday adaylarının ekseriyeti, rol model gibi koşuşturuldular.
Hele, TDED Ordu Şûbe Başkanı olarak, her nedense çağrılmadığımız, fakat basın vâsıtasıyla haberdar olduğumuz Kapalı Spor salonundaki STK’LAR TEMÂYÜLÜ’nde, Ordu’nun ücrâ yerlerinden bin fedâkârlıkla gelmiş insanların samîmî, inanmış heyecanlarını gördük. Sonuç ne? Sonuçta yine, halkın temâyülü bulunanlardan çok, birilerinin önceden belli olan adamları listelerde yer aldı gibi bir görüntü oldu. Bunlar halkın gözünden kaçıyor mu sizce? Nitekim, kaçmadı da. Bence bu millet saf yerine alınmamalı. Şu nâzik durumda bile bu böyledir diye düşünüyoruz.
Dolayısıyla, kimi adaylar, biyografilerinde deklare ettikleri şekliyle, kendilerini âdetâ topluma Allâh’ın lütf u ihsânı olarak görüp, insanları muhatap almaya bile gerek görmeden, bütün haşmet ve ağırlıklarıyla oturup, Ordu’ya hiç gelmeden listedeki sağlamlaştırılmış yerlerini almış oldular.
Bir böyle, iki böyle; insanların da bir tahammül sınırı var. Herkes olaya, memleketin geçmişini bilen, bu günü ve farkını gören dâvâ arkadaşları gibi, bağrına taş basma modu ya da boyutuyla, en azından hatır-gönül penceresinden bakmayabilir. Özellikle, geçmişi yaşamayan gençler için, sizin bulunduğunuz yer çok da heyecan verici gözükmeye bilir.
Nitekim, başta Ordu olmak üzere, böylesi tabansız, yâni halk nezdinde, misyon çerçevesinde kredisi bulunmayan isimlerden oluşan listelerin, toplumda ne denli heyecan uyandırdıklarını son seçimde de olanca gerçekliğiyle gördük.
Her neyse, geliniz görünüz ki, bu ve benzeri parti ve ülke gerçeklerini, bizim gerçeklerimizi, onların gerçeklerini, sorumluluğun vechelerini, sonsuzluğa uzanan boyutunu yazıp hatırlattığımız için, adımızın geçtiği yerde SİVRİ DİLLİ olarak nitelendik.
Kaldı ki, bizim, daha başlarda dikkât çektiğimiz hususları bu gün herkes söylüyor. SİVRİ DİLLİ olmayan kalmadı neredeyse. En Ak Partili kalemler, partinin içinden isimler telâffuz ediyor. Parti yetkilileri de kabullendi. Hattâ, ders alındığı, yeniden düzenleme yapılacağı, -Numan Hoca’nın tâbiriyle- ABDEST tâzeleneceği söyleniyor.
Biz şimdi bakacağız; bu abdest tâzeleme işi, başta Nûman Hoca’nın memleketi ORDU olmak üzere nerede, ne kadar gerçekleşecek? Varlıkları, kendi köyleri ve bölgelerinde dahi, bir önceki seçimlere göre bâriz oy düşüşlerine sebep olan yanlış atlar değiştirilecek mi? Yoksa, sözümüz ona kişiler, kendi atlarını alıp ve de yine yüksek merkezlerden gidip yol bularak Üsküdar’ı kolayca değil, haybiyeden geçmeye devam mı edecekler?
Evet sevgili okurlar; son kertede biz kendi işimize, edebiyatımıza dönerek, Mevlid yazarı Süleyman Çelebi’den ilhamla; “Yürüyelim ve de görelim kim, meydan kimindir bu nâzik süreçte?” diye sormak sûretiyle sözü bağlıyor, 1 Kasım’da, ülkemiz ve de kardeş coğrafyalarımız için en hayırlısının tezâhür etmesi dilek, arzu ve temennîsiyle berâber, hepinize sevgi ve saygılar sunuyoruz ves’selâm…