Siyâset tam gaz. Ortalık toz-duman. İşler yaman. Siyâsetçilerden el’aman. Her yerde karşımızda bitiyorlar. Bizzat veya partileri, bayrakları, flâmaları, arabaları ya da müzikleriyle. Caddeler, sokaklar, iş yerleri, kahvehâneler, köyler, mahalleler, semtler, ağaçlar-taşlar, kayalar gümbür gümbür…
Bilmem bunların faydası oluyor mudur? Bunca zahmete, gayrete, masrafa, israfa değiyor mudur? diye akıldan geçiyor ister-istemez! Gerçi, bir şenlik de olmuyor değil sonuçta. Öyle ya, koskoca bir seçim; eserleri görülmeli, varlığı hissedilmeli! Kaldı ki, seçimler, özellikle de bu seçim oldukça önemli.
Oraya geleceğiz. Ama, ondan önce geçen haftadan başlayalım. Salı günü Ulubey’deydik. Lâkin, bilmiyorum kışta böyle bir hava yaşanmış mıydı? Soğuk bir yana, aynı zamanda sisli ve yoğun çiseli, çepel bir havaydı.
Gel gör ki, mevsim yazmış da millet bayrama gelmiş gibi her taraf insan kaynıyordu. Başta parti arabaları bir o yana bir bu yana akışıp gidiyorlardı. Bunun sebebi biraz da, adı Ulubey’le özdeşleşmiş Seyit Torun. O gün oradaymış. Biz ilçeye girerken arabalar konvoy şeklinde dönüş hâlindeydiler. Ama CHP giyimli arabaların çoğu henüz ayrılmamıştı. Şehirde tur hâlinde, -tâbiri câizse- vızılcık atıyorlardı.
MHP arabaları, Saadet kervanı, hele AkParti, baş rolde. Örgüt binâlarından başka olarak, kiralanan ve donatılan seçim büroları. Vitrinler, duvarlar, ağaçlar… Bir de her mahalle için 3’er 5’er muhtar adayları ve onların araba ve posterleri ki, manzara tam bir şenlik havası; sonuçta BİR CÜMBÜŞDÜR GİDİYOR…
ALTIMIZ TOPRAK, ÜSTÜMÜZ BAYRAK!
Öte yandan, mâlum hava zâten kapalı. Bir de yukarda karşı binâlar arası gerilmiş iplere sık aralıklarla dizilmiş, göz açtırmayan flâmalar, yıpıl yıpıl bayraklar. Kısaca ifâde etmek gerekirse; ALTIMIZ TOPRAK, ÜSTÜMÜZ BAYRAK! Tam bir panayır, şenlik ve bayram havası. Dükkânlar, mağazalar deseniz insanlarla lebâleb.
İrfan Ağabey(Özbilen), daha şehrin girişinde boş bulduğu yere arabayı hemen park etmeye kalkıştı. Ben de, biraz gidelim dedim ama merkezi, mağazaları geçtik, çıkışı geçip geri dönmek durumunda kaldık. Zor yer bulduk. Bu gün Ulubey’de bir hâl vardı. Onu hiç böyle bulmamış, görmemiştik.
Doğrusunu söylemek gerekirse, onun bu durumuna çok sevindim. Demek ki Ulubey, isterse canlı, cıvıl cıvıl olabiliyor. İnşâllâh hep böyle olması dileğiyle diyoruz.
Ki, şahsen ben olacağına inanıyorum. Ulubey Ordu’nun en itibarlı, güzîde yerleşimlerinden biri olacak. Bunu hep yazdık, yine yazacağız inşâllâh; ve de ileriki günler bunu getirecek, inanıyorum. Hep birlikte göreceğiz. Bu sâdece içimdeki bir his değil, aynı zamanda Perşembenin gelişi misâli bir gerçek.
TORUNLAR ve KARDEŞLER
Her neyse, parktan sonra yürüme Hükümet Konağı’na geçerek resmî işlerimizi hâllettik. Çıkışta da ilk işimiz gazetemize uğramak oldu. Bir de ne görelim, SÂMİ TORUN Bey orada. Demek ki, bugünün sebebi, biraz da Torun bereketi!
Hemen ayağa kalkıp hoşladı;
- Hoş geldin hocam. Geçen akşam sizin köydeydik. Çok güzel bir program oldu. Gözüm orada sizi de aradı doğrusu.
- Vallâ, benim öyle toplantılarla hiç aram yoktur. Sâdece sizinki değil, hiç birine gitmedim. Genelde de öteden beri siyâsî toplantılara gitmiyorum. Mitingler de öyle.
Doğrusunu söylemek gerekirse böyle bir teveccüh beklemiyordum. Sâmi Beyle tanışıklığımız yok. Bu seçim sürecinde birkaç toplu yerde karşılaştık. Tanışıp, konuşmuş da değiliz. Önceki dönem seçimlerde adını duyardım yalnız. Bu defâki süreçde de sâdece, merhaba, hoş- beş, o kadar. Ama o, kırk yıllık dost gibi davrandı. Ne de olsa TORUNLAR bu meyânda bir marka sülâle gibiler. Hoşuma gitmedi desem yalan olur. Kendisine buradan teşekkür ediyor, başarılar diliyorum.
Yalnız, öbürlerinin de hakkını yemeyelim. Hepsi de sevgide-saygıda kusur etmeyen insanlar. ÎSÂ TÜRKCAN öğrencimiz aynı zamanda. ÜMİT AKDENİZ de öyle sayılır. İkisi de edepli, sevgili-saygılı gençler. Tek kelimeyle, Ulubey’in geleceği ve ümitleri diyebiliriz…
YAŞAR PAMUK zâten Ulubey’in markalaşmış bir has evlâdı. O, herkese yakın bir toplum ve icraat insanı olmanın ötesinde, meslektaş ve komşu olarak da yılların güçlendirdiği bir arkadaşlığımız var.
ULUBEY, ORDU, ANKARA… GEZ, GÖZ, ARPACIK…
Diğer tüm adaylar da dâhil, hiç biri için olumsuz bir şey söyleyebilmek durumunda değilim. Çünkü bulamıyorum. Seçmenin de bulacağını, bileceğini düşünemiyorum.
Kaldı ki, kim kazanırsa kazansın, diğerleri de ona destek verecek, hepsi de Ulubey’in geleceği için yan yana gelebilecek karakterde insanlar gibi geliyor bana. İçimde böyle bir his var ki, bu da Ulubey’in en önemli şansı diye düşünüyorum. Tabiî bu, kazanacak adayın tutumuna bağlı bir durum. Bunu da zaman gösterecek. Ona da fazla bir şey kalmadı…
Peki, n’olacak o zaman? Öyle ya; o iyi, bu iyi, şu iyi, hattâ öteki de iyi! Gidip hepsine bir atsan, hiç birine atmamış olacaksın; çünkü oy’un iptâl. Dolayısıyla, ilke iptal, ülke iptal! O vakit ya çok çok çok düşünüp en akılcı kararı vereceksin, ya da hiç düşünmeden, görünen köy kılavuz istemez diyeceksin!
En güzeli, öncelikle bir defâ, tüm özel, tüzel gerekçeleri ve de parti meselesini bir tarafa bırakmak. Sonra da eğri oturup doğru düşünerek, Ulubey’e kimle ve hangi pozisyonla hizmet alınabileceği varsayımını değerlendirmek. Tercihimizi de ona göre ortaya koymak…
Burada, dikkât edilmesi gereken en önemli şey, ülkenin genel havası da gözetilip ona göre hizâ alınarak, Ulubey’in büyükşehirle uygunluk çizgisi olacaktır. ULUBEY, ORDU, ANKARA… GEZ, GÖZ, ARPACIK meselesi yâni…
Rabbimizden en uygun hedefi tutturmayı bize nasip etmesi niyâzıyla, seçimin kendimiz ve de kentimiz, ilçemiz, yöremiz, ülkemiz ve tüm insanlık için hayırlara vesîle olması temennîlerimizle berâber, sevgi, saygı ve sonsuz mutluluk dileklerimizi arz ediyoruz ves’selâm…