Geçen hafta sonu katıldığımız, Sâlim YÜKSEL dayımızgilin, burada söz de ettiğimiz düğünlerinden sonra bu hafta da cenâzeleri dolayısıyla Şuayip’teydik. Şuayip, yâni yeni adıyla Güzelyurt. Bir hafta içerisinde hem düğünü, hem cenâzeyi yaşayan, daha doğrusu mutluluk ve hüznü, ondan öte acıyı yaşayan bir âile.
Veliefendioğlu âilesinden bahsediyoruz. Ekrem-Arzu Yüksel âilesi, Cumartesi günü kız kardeşleri Melahat Yıldız’ın düğününü yaptılar. Herkes gibi, Tûbâ ve Cansu kardeşler halalarının düğününde, kuzenleri, arkadaşları, diğer akrabâ ve katılımcılarla berâber gülüp-oynadılar, eğlendiler. Düğün yaptılar yâni.
Ama, düğünden bir gün sonra, Pazartesi öğle sıraları, halaları Melahat Yıldız Hanım’dan bize gelen telefon, önce, belki de neye uğradığımızı anlayamadığımız şekliyle, Samsun’dan doktor arayışında olduklarını söylüyordu.
Sonra kim için, nasıl oldu derken, meğer bizim Cansu kızımız beyin kanaması geçirip hastâneye getirilmişti. Ancak, Tıp Fakültesi’ne gitmesi gerekiyordu. Demekki durumu ciddîydi. Daha 24 yaşında. Öğretmenlik mezunu. KPSS’ye çalışıyor. Bu hafta sonu da imtihana girecekmiş.
SAMSUN, ERZURUM, ŞUAYİP…
Her neyse, hastâneye koştuk. Ancak, yolculuğun riskli olacağı düşüncesiyle hastâne dışarıya sevke müsâde etmiyordu. Sonra ne olduysa, akşam geç saatlere doğru izin çıktı ve Samsun’a kısa sürede intikâl edildi.
Lâkin, onca müdâhaleler sonuç vermedi. Beyin ölümü gerçekleşince, bir süre fişe bağlı olarak yaşadı. Çıkaralım mı, çıkarmayalım mı; Ankara’dan izin gelecek, profesör müsâde etmiyor derken hak vâki olunca mesele başka bir cihete döndü.
Kızımız meğer, daha önceleri bu fakülteye geldiği bir dönemde organlarını bağışlamışmış. Bize intikal ettiği kadarıyla âilede biraz tereddütler yaşansa da, sonuçta Cansu’muzun mürâcaatı yürürlüğe konuluyor. Erzurum’da bulunan ihtiyâç ve uygun nakil imkânıyla ekip helikopterle gelerek gerekli operasyonu yapıyor.
Bunun ardından, kuşluk vakti hareket eden cenâze Cumâ namazıyla Ordu’ya ulaşıyor. Ordu Şehir mezarlığındaki gaslinden sonra da Saat 14.00 gibi Subaşı Mahallesi’ndeki evinin önünde Ahmet ŞİMŞEK Hoca’nın delâletiyle helâlleştirme yapılıyor.
Genç vefâtı gerçekten farklı oluyor. İnsanlar daha sabahtan evin önünü doldurdular. Kadınlı erkekli katılım çok olduğu gibi, feryâd ü figânlar bir yana, hani nasıl derler; gözyaşları sel oldu. Emr-i Hakk’a teslim olmuş sessiz feryâtlar, yaşdan damlalar şeklinde yanaklardan süzülüyordu.
Şuayip Câmii’nin önüne gelince namaza daha zaman olduğundan, salâlar da namaz sonrası olarak verildiğinden, önce Kur’an’ı okundu. Vaaz yapıldı. Ulubey Müftüsü Hüseyin İSPİROĞLU’nun kıldırdığı namazın ardından da köyün âile kabristanlığında toprağa verildi.
Şuayip mezarlığı, aynen köyün geneli olduğu gibi düz. Havalar da müsâitti. Genç ölümü olduğundan olacak, kadın yakınlardan da bayağı katılım vardı. Mevtânın defin süreci izlendiği gibi, amcaİbrâhim YÜKSEL Hoca’nın telkîni de dikkâtle dinlenip tâkip edildikten sonra uzun süre mezarlıkta kalındı. Birçok kişi, özellikle genç kuşak, bu manzaralarla ilk karşılaştıkları için tahtaların dizilişi, üzerine toprak atılışını falan merak ve ibretle tâkip ettiler. Ortalıkta derin bir sessizlik hâkim tabiî olarak.
ERDEM’Lİ VEFÂ GENÇLİĞİ!...
Diğer tarafta, genç bir delikanlı grubu dikkâtimizi çekti. Kızımızın KPSS dersâne arkadaşları mı, yoksa her hangi başka bir STK gençlik grubu mu falan diye merak ettik. İçlerinde hiç tanıdık ta yoktu. Sorduğumuzda, Sürmene’den minibüs tutup geldiklerini, ölenin, okul arkadaşları Erdem’in kardeşi olduğundan burada bulunduklarını söylediler. Merhûme Cansu kızımızın kardeşi Erdem’in Trabzon’dan okul arkadaşlarının bu vefâlı hareketi hepimizi ziyâdesiyle memnun etti. Kendilerini tebrikle berâber teşekkürlerimizi bildirdik, hayır duâlar ettik.
Ayrıca Erdem Kardeşi de, akşam Kur’an dâvetinde, böyle vasıflı arkadaşları bulunduğundan dolayı tebrik ettik. Ama, özellikle, korkunç bir değerler kopukluğunun yaşandığı çağımızda, gençlerin böyle sağduyulu bağlılık durumları gerçekten duygulandırıcı.
Nitekim, kızımız daha Samsun’dayken, burada evlerine gittiğimizde kitaplığını gördüm. 5-6 raflık kitaplığın alt 3 rafı koca koca KPSS kurs ve öğretmenliğe dâir meslekî kitaplarla, sözlüklerle dolu.
Diğer raflarda da, dînî, kültürel kitaplar var. Meselâ, Trabzon KTÜ’den hocası Nâzan BEKİROĞLU kitapları. İskender PALA kitapları. Ahmet Hamdi TANPINAR, Sezâi KARAKOÇ, Nihad Sâmi BANARLI, Cengiz DAĞCI, Cengiz AYTMATOV, Mevlânâ kitapları yanında, Sabahattin ALİ, Ayşe KULİN, Ahmet ÜMİT, Nâzım Hikmet, Ataol BEHRAMOĞLU kitaplarından da çeşitlemeler var.
“BAŞÖRTÜSÜ ÇOK YAKIŞIYORDU”
Bir insanın kitaplığı, kâlbinin aynası gibi. Buradan, inanç temelinde, irfan eksenli, yerel bir ruh dünyâsı, kardeşi Erdem’in, “Başörtüsü çok yakışıyordu” ifâdesiyle berâber, tam bir Anadolu balası fotoğrafı çıkıyor ortaya.
Geçen akşam evlerinde cemaatle namaz kılarken babaannesinin, “Cansu’mun da tesbihi olacaktı şurada” demesi hepimizin gönül dünyâsını uçurdu. Kardeşi Erdem’in, gerek Samsun’da, gerekse burada merâsim ve defin esnâsındaki gözlem ve hissiyâtı da, Namaz kıldığını zâten duyageldiğimiz yavrumuzun, çiçeklerle, cemberlerle bezenen mezarının içinin daha güzel olacağı ümitlerimizle berâber tesellîlerimizin en büyüğü oldu.
Babaannesi Çakır Yenge’nin, “Adı da tatlı, kendisi de tatlı Cansum!” diye acısını dillendirdiği, genç yaşta ebediyete uğurladığımız kızımızın en büyük öğretmenliği, eğer ders alırsak, büyüğüyle küçüğüyle hepimize, herkese oldu.
Sen rahat ol, güle güle git sevgili, can öğretmenimiz. Öğretmenliğin en büyük ve etkili olanını yaptın bize sen. Merak etme, inşâllâh bizler de dersimizi aldık öğretmenim.
Yolun açık, mekânın cennet olsun; sonsuzluğun da mutluluklarla dolsun ves’selâm…