Nuri KAHRAMAN
Köşe Yazarı
Nuri KAHRAMAN
 

BÜYÜK ŞEHİR, ULU CAMİ, GENÇ TÜRBE…

Adı Büyük Şehire çıkan ve de 20 bin mevcutlu koca Üniversitesi, ondan öte büyük büyük iddiaları bulunan yöneticileri var olan bir yerde yaşayınca ümitleriniz, hayâlleriniz ve de beklentileriniz de büyük oluyor tabiatıyla. Bunları bir şekilde dillendiriyorsunuz ama frekanslar örtüşmeyince karşı tarafta mâkes bulmayan sesiniz boşluğa doğru savrulup gidiyor. Onun için, şehrimizin mânevî, kültürel geleceği bağlamındaki özlemlerimiz noktasında Ulu Câmi’yi bekliyoruz dört gözle. Söz konusu ettiğimiz elbetteki Ordu Ulu Câmii. Sağolsunlar, her ne kadar milletin katkıları bulunsa da, bu câmiin taşlarının altında büyük ölçüde Altaş âilesi’nin eli var. Bunu herkes biliyor. Dolayısıyla bu câmi, Ordu için mânevî, irfânî, kültürel anlamda gözle görünür en büyük ve tek yatırım desek mübâlağa etmiş olmayız. Koskoca şehriniz var ve böyle bir câminiz yok! Böyle bir düşünce, ideâl ve hayâliniz de! Olacak şey değil. İyi ki Altaş Âilesi var. Aksi takdirde, bu tür projelere duyarsız bir elit, zengin ve yönetim profili olan Ordu’da böyle bir câmi marjinâl bir hayâlden ibâret kalacaktı. Düşünün, artık İlâhiyât Fakülteniz de var; geçen sempozyumda olduğu gibi Cezâyir’den, Bangladeş’ten, Suudi Arabistan, Ürdün’den, dünyânın her yerinden ilim adamları geliyor. Götüreceğiniz bir câminiz yok temsîlî anlamda. İyi ki Ulu Câmi vardı ve bu misâfirler esere hayran ve bol bol fotoğraf çektiler. Ve insanlar onlarla orada buluştular, görüştüler, kaynaştılar. Bizler de bir grup öğretmen arkadaş orada tevâfuk ettik bu değerli misâfirlerle. Bu tür yapıların böyle fonksiyonel özellikleri var. Böyle misâfirler gelince “hangi câmiye?” diye bir soru akla gelmiyor. Önce Ulu Câmi elbette. İşte birleştirici bir nokta. Mesele bu. Aslında, bizleri de buluşturacak yer böylesi oylumlu, sosyâlitesi geniş mekanlardan başkası değil. Ancak, yapının tekemmülüne daha epey var gibi gözüküyor. Son görüştüğümüzde Namık Altaş Ağabey, bir türbeden söz ediyordu. Hattâ, yanımızda bulunan İrfan Özbilen Ağabey’e de avluyu gösterip sizce nereye uygun düşer diye fikrini almaya çalışıyormuş. Bize de sordu. İşin içine bir de bu girmiş. Bu, câmiin bitiminin daha da zaman alacağı anlamına geliyor aynı zamanda. Ama, olsun; sonuçta güzel bir esere kavuşacağız tüm kısımlar ikmâl edildiğinde. Tüm kısımlar diyoruz, kasdımız şu ki, temellerin atıldığı yıllarda, Namık Ağabey, alt katın konferans ve kültür salonu, bir kısmının kütüphâne, bir kısmının imârethâne, kıraathâne ve sohbet yerleri, vakıf ya da dernek merkezi falan olacağından söz etmişti. Bunların hepsi tamamlandığında, çevre düzenlemeleri yapıldığında nasıl bir eser ortaya çıkacağını artıktahayyül ediniz. Her neyse, kendisine takıldık, “türbe kendiniz için mi?” diye. Çünkü, İstanbul, Edirne, Bursa Câmilerinde pâdişah ve paşaların, türbe olarak değil elbette ama, normal bir vatandaş olarak yaptırdıkları câmilerin hazîrelerinde yattıklarını hepimiz biliyoruz. Nitekim, onların mezarlarının yanında başka mezarlar da yer alıyor. Nâmık Bey biraz durduktan sonra “Hayır!” diye karşılık verdi ve” tahmin et!” dedi. Bu arada, Ordu Müftülüğü Din görevlisi Mustafa Yaşar Bey de oradaydı ve sanki “nasıl bilmezsin, çok ayıp?” der gibi bakıyordu bize doğru. Elbette haklıydı. Bizden hâlâ ses çıkmayınca Nâmık Âbi en son “Nûri Hoca” ismini deklare etti. Hoca’yı çok sıkıştırdığını, yıllardan sonra; “türbenin yerini sen kendin daha iyi bilirsin” cevâbıyla mesajı aldığını, gülen gözleri, heyecânı ve sîmâsından yansıyan memnûniyetle ifâde etti. Burada, Nâmık Ağabey'in heyecanına hak vermemek elde değil. Orada da söylediğimiz gibi, türbe işleri bizi pek açmasa da, böyle büyük eserlerin müştemilâtı cümlesinden olarak bir gereklilik gibi algılanıyor olduğu da geleneksel bir gerçeklik olarak ortada duruyor. Hem Ordu’da bir türbe boşluğu da var. Her hâlde, Ulu Câmii, bir büyük câmi boşluğunu doldurduğu kadar bu türbe de bu anlamdaki boşluğa hitap etmiş olacak. Ayrıca, Hoca Efendi'nin Kur'ân'a hizmetleri yanında, burada kendisine duyulan saygıyla berâber vefâ duygusu ortada.  Kaldı ki, diğer yandan, meğer, bilmeyen bir biz varmışız. Birçok yerde bu konunun konuşulduğuna şâhit oldum daha sonra. Neyse, işin bu tarafı şahısların kendilerini ilgilendiriyor daha çok. Burada bize söz düşmüyor. Bizi ilgilendiren kültürel, ictimâî, fonksiyonel tarafıyla diyoruz ki; sizin anlayacağınız, türbesi de tamamlanınca Ulu Câmi, Selâtin=Sultanlar Câmii hüviyetine bürünecek. Tabiî, ondan önce minâre sayısı da 4’e çıkacak. Şu an 2 minâre, paşa câmilerine has. Mâlum, 4 olunca selâtin câmii hüviyeti hâsıl oluyor. Diğer yandan, Ordu Ulu Câmii, belki de dünyânın en genç Ulu Câmii. Neden derseniz, şu sıralar, Gazetelerin Ramazan sayfalarında şehirlerin Ulu adını taşıyan câmilerini tanıtıcı yazılar var her gün. Bunların hepsi de târihî. Beylikler, Selçuklu, Osmanlı dönemi eserleri. Yapılışı Cumhûriyet Dönemi olanına raslamadım. Onun için en yeni Ulu Câmi diyoruz. Her zaman söylediğimiz gibi, güzel Ordu’muzun şöyle meydanıyla, câmisi, kütüphânesi, kültür sarayı, kitabevleri, kıraathâneleri, çay ocakları, arasta ve sanat kuruluşları, vakıflar ve dernekleriyle merkezî bir bölgesi yok. Bu konudaki feryatlarımızı ciddîye alıp muhatap kâbul eden de yok. Ulu Câmi bu noktada aranan kan olabilir mi? Proje tamamlanınca kısmen belki ama, bekleyip göreceğiz. Çok büyük emek, büyük eser olmakla berâber, bundan sonra yapılacaklar ve izlenecek yol da çok önemli. Bu noktada, türbe konusu, şadırvan, kütüphâne, câmiin çevre düzenlemesi. Câmiin avlusu dışında çevreye açılacak iş yerlerinin niteliği, özelliği bu noktada belirleyici olacaktır. Bir câmi hiçbir zaman namazdan ibâret olarak düşünülmemelidir. Avrupa’da olduğu şekliyle, belirli hiziplere, tarikatlara, bölgelere, âilelere, kişilere, gruplara âitmiş intibâına yol açacak tasarruflardan da sarf-ı nazar edilmelidir. Tek kelimeyle, tüm insanlara hitap edebilmelidir. Aksi takdirde eser özlenen fonsiyonunu icrâdan uzak kalır. Ulu Câmimiz tüm bu çekincelerden uzak, emin adımlarla, bir merkez câmii, bir merkez mahâl, buluşma plâtformu olmaya doğru hızla ilerliyor. Proje tamamlandığında, binâsıyla olduğu kadar, cemaati, çevresi, ek kuruluşları, sohbet mekânları, donanımlı görevlileriyle berâber Ordu’nun yegânesi, en zikre ve görmeye değer eseri olarak parmakla gösterilecek hâle gelecektir. Biz de, zaman zaman yazılarımızla, tüm kentin eseri ve yüz akı olacak, halka mâlolmuş böyle bir külliyenin daha mükemmel olması noktasında duygu ve düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız inşâllâh. Takdir elbette ilgililerin olacaktır. Ulu Câmi, Ordu’nun, gözle görülen en önemli eseri. Daha çok konuşulacak, yazılacaktır. O artık tamâmen milletindir. Diğer her şey, hepsi gelir geçer, o kalır. Hattâ, asırlar geçtikçe daha da büyür. Şu hâliyle bile daha ilk anda Osmanlı eseri intibâı veriyor. Yeni görenler belki de hep öyle düşünüyor. Ki, aklıdırlar. Eser her hâliyle böyle bir nitelemeyi hak ediyor. Ne mutlu öncülük edenlere, emeği geçenlere, azdan-çoktan, maddî-mânevî katkısı bulunanlara. Hayırlı, uğurlu olsun, herkesler iyi niyetlerinin hayırlı karşılığını bulsun. Niyet hayır, âkıbet hayır. Ya Rab sen bizleri şeytanın şerrinden, zâlimlerin zulmünden, münâfıkların nifâkından kayır. Ramazan’ımızı da oddan necat olarak sonuçlandırmayı lütf u ihsân eyle. Ramazan Bayramı cümleye tüm sevdikleri ve din kardeşleriyle berâber hayırlı bayramlar, bereketli ömürler, sonsuz mutluluklar ves’selâm.
Ekleme Tarihi: 06 Temmuz 2016 - Çarşamba

BÜYÜK ŞEHİR, ULU CAMİ, GENÇ TÜRBE…

Adı Büyük Şehire çıkan ve de 20 bin mevcutlu koca Üniversitesi, ondan öte büyük büyük iddiaları bulunan yöneticileri var olan bir yerde yaşayınca ümitleriniz, hayâlleriniz ve de beklentileriniz de büyük oluyor tabiatıyla. Bunları bir şekilde dillendiriyorsunuz ama frekanslar örtüşmeyince karşı tarafta mâkes bulmayan sesiniz boşluğa doğru savrulup gidiyor.

Onun için, şehrimizin mânevî, kültürel geleceği bağlamındaki özlemlerimiz noktasında Ulu Câmi’yi bekliyoruz dört gözle. Söz konusu ettiğimiz elbetteki Ordu Ulu Câmii. Sağolsunlar, her ne kadar milletin katkıları bulunsa da, bu câmiin taşlarının altında büyük ölçüde Altaş âilesi’nin eli var. Bunu herkes biliyor. Dolayısıyla bu câmi, Ordu için mânevî, irfânî, kültürel anlamda gözle görünür en büyük ve tek yatırım desek mübâlağa etmiş olmayız.

Koskoca şehriniz var ve böyle bir câminiz yok! Böyle bir düşünce, ideâl ve hayâliniz de! Olacak şey değil. İyi ki Altaş Âilesi var. Aksi takdirde, bu tür projelere duyarsız bir elit, zengin ve yönetim profili olan Ordu’da böyle bir câmi marjinâl bir hayâlden ibâret kalacaktı.

Düşünün, artık İlâhiyât Fakülteniz de var; geçen sempozyumda olduğu gibi Cezâyir’den, Bangladeş’ten, Suudi Arabistan, Ürdün’den, dünyânın her yerinden ilim adamları geliyor. Götüreceğiniz bir câminiz yok temsîlî anlamda. İyi ki Ulu Câmi vardı ve bu misâfirler esere hayran ve bol bol fotoğraf çektiler. Ve insanlar onlarla orada buluştular, görüştüler, kaynaştılar. Bizler de bir grup öğretmen arkadaş orada tevâfuk ettik bu değerli misâfirlerle.

Bu tür yapıların böyle fonksiyonel özellikleri var. Böyle misâfirler gelince “hangi câmiye?” diye bir soru akla gelmiyor. Önce Ulu Câmi elbette. İşte birleştirici bir nokta. Mesele bu. Aslında, bizleri de buluşturacak yer böylesi oylumlu, sosyâlitesi geniş mekanlardan başkası değil.

Ancak, yapının tekemmülüne daha epey var gibi gözüküyor. Son görüştüğümüzde Namık Altaş Ağabey, bir türbeden söz ediyordu. Hattâ, yanımızda bulunan İrfan Özbilen Ağabey’e de avluyu gösterip sizce nereye uygun düşer diye fikrini almaya çalışıyormuş. Bize de sordu. İşin içine bir de bu girmiş. Bu, câmiin bitiminin daha da zaman alacağı anlamına geliyor aynı zamanda. Ama, olsun; sonuçta güzel bir esere kavuşacağız tüm kısımlar ikmâl edildiğinde.

Tüm kısımlar diyoruz, kasdımız şu ki, temellerin atıldığı yıllarda, Namık Ağabey, alt katın konferans ve kültür salonu, bir kısmının kütüphâne, bir kısmının imârethâne, kıraathâne ve sohbet yerleri, vakıf ya da dernek merkezi falan olacağından söz etmişti. Bunların hepsi tamamlandığında, çevre düzenlemeleri yapıldığında nasıl bir eser ortaya çıkacağını artıktahayyül ediniz.

Her neyse, kendisine takıldık, “türbe kendiniz için mi?” diye. Çünkü, İstanbul, Edirne, Bursa Câmilerinde pâdişah ve paşaların, türbe olarak değil elbette ama, normal bir vatandaş olarak yaptırdıkları câmilerin hazîrelerinde yattıklarını hepimiz biliyoruz. Nitekim, onların mezarlarının yanında başka mezarlar da yer alıyor.

Nâmık Bey biraz durduktan sonra “Hayır!” diye karşılık verdi ve” tahmin et!” dedi. Bu arada, Ordu Müftülüğü Din görevlisi Mustafa Yaşar Bey de oradaydı ve sanki “nasıl bilmezsin, çok ayıp?” der gibi bakıyordu bize doğru. Elbette haklıydı. Bizden hâlâ ses çıkmayınca Nâmık Âbi en son “Nûri Hoca” ismini deklare etti. Hoca’yı çok sıkıştırdığını, yıllardan sonra; “türbenin yerini sen kendin daha iyi bilirsin” cevâbıyla mesajı aldığını, gülen gözleri, heyecânı ve sîmâsından yansıyan memnûniyetle ifâde etti. Burada, Nâmık Ağabey'in heyecanına hak vermemek elde değil.

Orada da söylediğimiz gibi, türbe işleri bizi pek açmasa da, böyle büyük eserlerin müştemilâtı cümlesinden olarak bir gereklilik gibi algılanıyor olduğu da geleneksel bir gerçeklik olarak ortada duruyor. Hem Ordu’da bir türbe boşluğu da var. Her hâlde, Ulu Câmii, bir büyük câmi boşluğunu doldurduğu kadar bu türbe de bu anlamdaki boşluğa hitap etmiş olacak. Ayrıca, Hoca Efendi'nin Kur'ân'a hizmetleri yanında, burada kendisine duyulan saygıyla berâber vefâ duygusu ortada. 

Kaldı ki, diğer yandan, meğer, bilmeyen bir biz varmışız. Birçok yerde bu konunun konuşulduğuna şâhit oldum daha sonra. Neyse, işin bu tarafı şahısların kendilerini ilgilendiriyor daha çok. Burada bize söz düşmüyor. Bizi ilgilendiren kültürel, ictimâî, fonksiyonel tarafıyla diyoruz ki; sizin anlayacağınız, türbesi de tamamlanınca Ulu Câmi, Selâtin=Sultanlar Câmii hüviyetine bürünecek. Tabiî, ondan önce minâre sayısı da 4’e çıkacak. Şu an 2 minâre, paşa câmilerine has. Mâlum, 4 olunca selâtin câmii hüviyeti hâsıl oluyor.

Diğer yandan, Ordu Ulu Câmii, belki de dünyânın en genç Ulu Câmii. Neden derseniz, şu sıralar, Gazetelerin Ramazan sayfalarında şehirlerin Ulu adını taşıyan câmilerini tanıtıcı yazılar var her gün. Bunların hepsi de târihî. Beylikler, Selçuklu, Osmanlı dönemi eserleri. Yapılışı Cumhûriyet Dönemi olanına raslamadım. Onun için en yeni Ulu Câmi diyoruz.

Her zaman söylediğimiz gibi, güzel Ordu’muzun şöyle meydanıyla, câmisi, kütüphânesi, kültür sarayı, kitabevleri, kıraathâneleri, çay ocakları, arasta ve sanat kuruluşları, vakıflar ve dernekleriyle merkezî bir bölgesi yok. Bu konudaki feryatlarımızı ciddîye alıp muhatap kâbul eden de yok. Ulu Câmi bu noktada aranan kan olabilir mi?

Proje tamamlanınca kısmen belki ama, bekleyip göreceğiz. Çok büyük emek, büyük eser olmakla berâber, bundan sonra yapılacaklar ve izlenecek yol da çok önemli. Bu noktada, türbe konusu, şadırvan, kütüphâne, câmiin çevre düzenlemesi. Câmiin avlusu dışında çevreye açılacak iş yerlerinin niteliği, özelliği bu noktada belirleyici olacaktır.

Bir câmi hiçbir zaman namazdan ibâret olarak düşünülmemelidir. Avrupa’da olduğu şekliyle, belirli hiziplere, tarikatlara, bölgelere, âilelere, kişilere, gruplara âitmiş intibâına yol açacak tasarruflardan da sarf-ı nazar edilmelidir. Tek kelimeyle, tüm insanlara hitap edebilmelidir. Aksi takdirde eser özlenen fonsiyonunu icrâdan uzak kalır.

Ulu Câmimiz tüm bu çekincelerden uzak, emin adımlarla, bir merkez câmii, bir merkez mahâl, buluşma plâtformu olmaya doğru hızla ilerliyor. Proje tamamlandığında, binâsıyla olduğu kadar, cemaati, çevresi, ek kuruluşları, sohbet mekânları, donanımlı görevlileriyle berâber Ordu’nun yegânesi, en zikre ve görmeye değer eseri olarak parmakla gösterilecek hâle gelecektir. Biz de, zaman zaman yazılarımızla, tüm kentin eseri ve yüz akı olacak, halka mâlolmuş böyle bir külliyenin daha mükemmel olması noktasında duygu ve düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız inşâllâh. Takdir elbette ilgililerin olacaktır.

Ulu Câmi, Ordu’nun, gözle görülen en önemli eseri. Daha çok konuşulacak, yazılacaktır. O artık tamâmen milletindir. Diğer her şey, hepsi gelir geçer, o kalır. Hattâ, asırlar geçtikçe daha da büyür. Şu hâliyle bile daha ilk anda Osmanlı eseri intibâı veriyor. Yeni görenler belki de hep öyle düşünüyor. Ki, aklıdırlar. Eser her hâliyle böyle bir nitelemeyi hak ediyor.

Ne mutlu öncülük edenlere, emeği geçenlere, azdan-çoktan, maddî-mânevî katkısı bulunanlara. Hayırlı, uğurlu olsun, herkesler iyi niyetlerinin hayırlı karşılığını bulsun.

Niyet hayır, âkıbet hayır. Ya Rab sen bizleri şeytanın şerrinden, zâlimlerin zulmünden, münâfıkların nifâkından kayır. Ramazan’ımızı da oddan necat olarak sonuçlandırmayı lütf u ihsân eyle.

Ramazan Bayramı cümleye tüm sevdikleri ve din kardeşleriyle berâber hayırlı bayramlar, bereketli ömürler, sonsuz mutluluklar ves’selâm.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.