Ne alâka diyeceksiniz belki?! Şuradan başlayalım ki, geçen ayın tam ortasında millet, hattâ ümmet olarak büyük olay, gerçekten çok çok büyük bir olay yaşadık. Nitekim, geçenlerde katıldığımız Ensar Vakfı yaz kursu finâlinde İstiklâl Marşı’nın tüm kıtalarını okuyan çocuklar; “SİPER ET GÖVDENİ, DURSUN BU HAYÂSIZCA AKIN!” mısraını seslendirirken, bunun ne kadar da bu güne hitap ettiği duygusu uyandı bizde. Hemen 15 Temmuz canlandı gözümüzde. Çünkü millet, tıpkı İstiklâl Harbi’nde olduğu gibi burada da gövdesini siper etmişti de ülke iç savaşın, ucu bucağı belirsiz kaos ve karmaşanın eşiğinden dönmüştü. Mâmâfîh, o zaman da tüm dünyâya karşı savaşıyorduk; bu gün de durum çok farklı değil.
Hattâ bu gün, eskisinden çok daha kritik bir dönemeçteyiz. Neden derseniz; o zaman, en azından hasta adam, yorgun millet muâmelesi görüyorduk. Ölümü gösterip, sıtmaya râzı etme, dolayısıyla sûret-i haktan görünmek adına sembolik ve de ileriye dönük fitne plânları gereği, ırkçılık esâsı ve ulusçuluk söylemine dayalı da olsa bir devlete müsâde meyli de yok değildi. Nasıl olsa, parçalanıp küçülerek Anadolu’ya sıkışan bu milleti bir şekilde kendi potamızda eritir, patikamızda yürütürüz diye düşünüp ona sınırlı da olsa bir kapı aralığı bırakma düşüncesi taşıyorlardı. Şimdi ise tamâmen parçalama, yok etme, o zaman göz yumdukları işi tamamlama çabasındalar.
İSTİKLÂL’DEN İSTİKBÂLE…
Evet, İstiklâl Savaşı’ndan söz ediyoruz. Onu, tüm emperyâl dış ve dâhilî etnik şer güçlerin gizli açık plân ve taarruzlarla bu milleti târihe gömme çabasına karşı Atatürk başlattı ve Türkiye Cumhûriyeti’ni kurdu. Ama, sıkıntılar bitmedi. Egemenlerin siyâsî, iktisâdî, kültürel baskı ve zorlamaları, etnik, dînî, mezhepsel kışkırtmaları ve bu yolla, Anadolu’yu da un-ufak etme gayretleri, hem de demokrasi, bağımsızlık, özgürlük, eşitlik, insan hakları, batı, hoşgörü, hümanizm söylemleri üzerinden hep süre geldi. Yaşadığımız tüm darbelerin arka plânında hep onların, ülkeye balans ayarı çekme arzuları vardı.
İşte, Recep Tayyip Erdoğan da, Osmanlı sonrası, Atatürk öncülüğünde başlatılan İstiklâl mücâdelemizin nihâî olarak tekemmülü, hakîkî anlamda gerçekleşmesi noktasında en büyük rolün sâhibi oldu. O, tutum, tavır ve icraatlarıyla halkın güvenini kazanarak, önce onun gönlüne girmeyi başarmış, sonra da hemen her gün canlı yayınlarla hitaplarda bulunmak sûretiyle millete geçmişini hatırlatıp geleceğine dâir şuurlandırarak, ülkenin ve de bölgenin çıkarları doğrultusunda tavırlar, söylemler geliştirip, dik duruşlarla, tâviz vermeden, kimseye aldırmadan, kendi bildiğince icraatlar ortaya koymuş, halkıyla bütünleşerek, dâhilî, hâricî tüm düşmanlara karşı âdetâ bir seferberlik hâli sergileyip örtülü bir İstiklâl Harbi yürütmüştür.
Hem, bu noktada o, tüm geçmiş liderlerden daha tecrübelidir. Halkla berâber tüm politikacıların, artilerin hepsini tanımış, icraatlerini görmüş, ibretler, kiminden de bizzat dersler almış bir liderdir. “Yenilgi yenilgi büyüyen” alt birikimin tezâhür eden volkanı, darbelerin çelikleştirdiği halkın yeni kahramanı olmuştur. Dolayısıyla o, sağlam inanç ve selim irfân temeli üzerine bilgisi, birikimi, karakteri ve irâdesiyle tüm yaşanan süreçlerde gelip geçen tüm bu liderlerin muhassalası niteliğinde bir lider kişiliktir.
ATATÜRK MÜ, ERDOĞAN MI?
Hemen, Atatürk diyenleri duyar gibiyim. Ama, bizim de söyleyeceğimiz tam da burada! Recep Tayyip Erdoğan, dünden bugüne gelip geçen lider özelliği bulunan tüm siyâsî kişiler içerisinde tavrı ve tarzıyla en çok da Atatürk’e benziyor. Çünkü, devrimciliği, istiklâl rûhu, dünyâya meydan okuması, emperyâlizmi, mandayı, güdümü reddetmesi, geçmiş liderler içerisinde daha çok Atatürk’ü hatırlatıyor. Hem, Cumhûriyet, yâni halkın istiklâl hareketi ve bağımsızlığını elde etmesi, tüm geri kalmış, 3. Dünyâ diye tâbir edilen ülkelere örnek olarak gösterilmiyor muydu? Nitekim, zâten son olaylar da gösterdi ki, İstiklâl Harbi devam ediyor ve de 3. Dünyânın gözleri, hâlâ bir ümit ışığı olarak bizim üzerimizde! Aynı evrensel olgu, süreç ve gerçeklik devam ediyor yâni.
Kim ne derse desin; halkın onca başarısına rağmen yine de, ülke olarak gerçekte bağımsızlığımızı tam kazanmış değiliz gibi gözüküyor. Şu an, fırtına öncesi derin bir sessizlik hâkim havaya. Görmüyor muyuz ki, hâlâ dışarıdan her kes her şeyimize karışıyor. Ve de tamâmen çifte standartlı olarak hem de. Çünkü, kendileri için denizlerin sığlaşacağı husûsu kâbusları olmaya başladı.
Lâkin, korkunun ecele faydası yok. Onca sinsilik, iğrençlik ve korkunçluğuna rağmen bu millet hepsinin üstesinden gelecek inanç, bilinç ve birikime sâhiptir. O artık, son olayla birlikte kendisinin daha da bir farkına varmıştır. Tâbiri câizse, kendine gelmiştir. Misyonunun idrâkindedir. Dolayısıyla bu aziz millet, daha önce Atatürk’ün başlattığı istiklâl mücâdelesini, mânevî ve kültürel boyutların da inzimâmıyla berâber günümüzde Recep Tayyip Erdoğan’la sürdürmektedir. Bu mânâda, bu millet için 20.yy’ın ilk çeyreğinde Atatürk neyse, 21. YY’ın ilk çeyreğinde de Recep Tayyip Erdoğan çok daha fazlasıyla odur.
19 ABDÜL’HAMİD, 20 ATATÜRK, 21 ERDOĞAN…
Burada, oradan hız almak adına yakın köklerimize uzanıp 19. Asrı da katarsak; Abdül’Hamid, Atatürk, Erdoğan diye sıralamak gerekir. Bunlar, Türk ve Dünyâ târihinde asırlarına damga vuran isimlerdir. Mâmâfih, bu asır Erdoğan fikriyatının asrı olacaktır.
Ve, milletin kâhir ekseriyetinin dilinde türküleşen, kâlbinde şarkılaşan; “ReeCeepp Taayyyiip Erdoğan, Recep Tayyip Erdoğan!” diye nağmeleşen bu lider ve fikriyâtı muvâcehesinde ülkemiz 2023 ve 2075 hedeflerine doğru hızla ilerleyecektir. Bölgenin ve de hattâ tüm mazlum ülkelerin kurtuluş ümîdi şansı da bu hedef ve fikriyâtın başarısına bağlıdır.
Onun için cümle duâlar, niyâzlar ve de gönülden gözyaşları bizimledir. Bundan dolay da Allâh’ın nusreti bu millet üzerinedir. Hadi öyleyse, gayret bizden, duâ tüm ümmetten, tewfîk Allâh’tan; yolumuz ve de bahtımız açık olsun wes’selâm…