Bu dünyâ, içiyle-dışıyla, yakınıyla-uzağıyla bizim dünyâmız ve de şu sıra, uzaklarda arkası gelmez savaşlar olduğu gibi yakınlarda da ölümler birbirini kovalıyor. Dolayısıyla, geçen hafta olduğu gibi, bu defâ da cenâzeden bahsedeceğiz. Ne yapalım; ölüm yakamızı bırakmıyor. Yaşayanlar ölüyor. Biz de öleceğiz. Bu çok doğal ve de aynı zamanda güzel bir şey.
Elbetteki, Mehmet ÇELENK Hoca’nın geçen haftaki cenâze konuşmasında belirttiği gibi, son âna kadar direnmeli, bir nefes daha Allâh demek için mücâdele edilmeli. Ama, ondan ötesi için de ümitvar ve de rızâ duyguları içerisinde bulunulmalı.Tıpkı, Fecr sûresinde:“Sen O’ndan razı, O da senden râzı olarak Rabbine dön!” şeklinde ifâde edildiği gibi. Mevlâ, cümlemize böylesi gidişler nasîp eylesin inşâllâh…
Bu meyânda, Efendimiz(SAV) de “ÖLÜM, MÜ’MİNE BİR HEDİYEDİR.”buyuruyor. Gerçekten de öyledir. Zâten, “mümin’e” deniliyor dikkât ederseniz; yâni îmanlı olana.
Bunun için de hayâtı, Allâh’ı unutmadan, îman bilinciyle, Müslüman hüviyetiyle bağdaşır şekilde yaşamak gerekiyor. Rabbimize sonsuz şükürler olsun ki, bizlere bu özellikleri vermiş. İnşâllâh, âhiretin güzelliklerini de lûtfedecek.
“İNSAN, İÇİNDE ÇAVDARDIR…”
Bizden istenen, nîmetlere şükretmemiz, sıkıntılar karşısında sabr’etmemiz; ama, her hâlükârda kendisini unutmayıp zikr’etmemiz…
Çok şükür, bunu başarıp, ölüm süreçlerinde bereketini yaşayanları görüyor, durumlarına gıpta ediyoruz. Nitekim, geçen hafta vefat eden, Gacaroğlu Gâlip Amca, şehâdet getire getire, kelime-i tevhid söyleye söyleye rûhunu teslim etmiş.
Hattâ o son günlerinde,Efendimiz(SAV)in, Yunus (AS)’ın balığın karnındayken okuduğunu haber verdiği; “LÂ İLÂHE İLLÂ ENTE SÜBHÂNEKE İNNÎ KÜNTÜ MİNE’Z-ZÂLİMÎN: Senden başka hak ma’bud yoktur. Seni (her türlü noksandan) tenzih ederim. Şüphesiz ki ben zalimlerden oldum» (Enbiya Sûresi, 87) âyetini özellikle çok tekrarlıyormuş.
Devâmındaki âyet te şöyle: “Onun (Yunus'un) duasını kabul ettik ve onu sıkıntıdan (balığın karnından) kurtardık. İşte biz (Yunus'un tesbihâtını okuyan) mü'minleri de böylece kurtarırız.” (Enbiyâ, 88)
İnşâllâh, o da Yunus Peygâmber (AS) gibi kurtulanlardan olur. Bu âyeti bizlerin de her zaman, hiç olmazsa arasıra okuması gerekir aslında. Çünkü bu, okuyanların, maddî, mânevî her türlü sıkıntılarından kurtuluşları yanında, dünyâ ve ukbâlarına da faydalı olur. İnşâllâh bizler de, onlardan olmaya gayret edelim.
“BU GÜN GELEN, YÂRIN GİDER”
Evet; şimdi gelelim, Gâlip Dede’den 5 gün sonra, aynı mezarlığa defn’ettiğimiz, dayım Hüseyin YÜKSEL’in (87) cenâzesine. O da, son günlerin gözlemleri îtibârıyle duâlarla, zikirlerle gidenlerden. Yakın hizmetini yapanlar, (meselâ eşi Nîmet Yenge) son âna kadar tekbirler getirip, tevhitler okuduğunu söylüyorlar. Hayâtta da zâten, namazına-niyâzına dikkât eden, halim-selim, dürüst bir insandı.
Son ziyâretlerimizden birinde; “Benim en büyük servetim çocuklarım!” demişti. Çok doğru. Rabbimiz onlara da, sabırla berâber din-îman selâmetleri ve de çelik-çocuklarıyla sıhhat-âfiyet üzere bereketli ömürler, ebedî mutluluklar ihsân eylesin…
Son ziyâretimizde yine, “dayınız yolcu!” diyordu. Demek hissetmişti. 10 aydır hastalıklarla mücâdele etmiş, son iki günü de yoğun bakımda geçmişti. Esprili, sevecen, sıcak bir insandı. Bizlerde çok emeği var. Özellikle beni, bebeklik dönemlerimizde, babamın askerde olduğu yıllarda, gece-karanlık, çamur-çepel demeden sırtlarında taa Karaağaç’lara, o zamanın meşhur halk doktoru Kara Mehmet’e çok götürmüşler annemle berâber. Annem de çocuk denecek yaşta zâten. “15 yaşımda seni kucağıma aldım!” diyor. İşte, benim hatırlamadığım o bebeklik yıllarım çok hastalıklı geçmiş. Onların eli hep üzerimizde olmuş. Rahmetli, en büyükleri Fayık dayımla berâber Çongara’dan, Şayıp’tan Eymür’e gelip, annemin bağ, bahçe, orman, tarla işleri yanında, bizim hastalıklarımızla da ilgileniyorlarmış. O zamanın şartları mâlum. Yol yok, vâsıta yok. Tek kelimeyle mahrûmiyet, tek kelimeyle çile. İnşâllâh bizim ondan olduğumuz gibi, o da bizden râzı olarak, hakkını helâl duygularıyla bu âlemden göçmüştür. Bizim bundan sonra yapabileceğimiz şey sâdece duâ. Onu da esirgememeye çalışacağız inşâllâh. O şimdi, Şuayip’teki âile mezarlığında, önden giden komşular ve yakınlarıyla berâber yanyana. Mekânları cennet olsun… Rabbimiz, sonsuzda ayrılık vermeyip, tüm ehl-i îman ve cümle sevenlerimizle berâber Efendimiz(SAV)in komşuluğunda buluştursun inşâllâh. Âmin…
“DOLUP-BOŞALAN BİR HANDIR!”
Evet, Geçtiğimiz cumâ günü sabah Ordu’daki evlerinde yapılan helâlleştirmeden sonra gidilen Ulubey’de, cumânın ardından Belediye Meydanı’nda namazı kılındı. Sayaca’dan Hakkı KUL isimli bir mevtâ daha vardı. Meydan çok kalabalıktı. Cenâzeler vesîlesiyle cumâda da çok izdiham yaşandı. Cemaat câmilerden taştı. Ulubey’in câmi ihtiyâcı ve de âciliyeti kendisini bir defâ daha iyice hissettirdi.
Sevgili okurlar. Sizin bu satırları okuduğunuz saatlerde biz inşâllâh, eşim ve küçük oğlum Yusuf Kerem’le berâber, dün sabah Ankara’ya, oradan da akşam uçtuğumuz Urfa-Siverek’te olacağız. 10 günümüzü, 10. ayındaki Nilüfer torunumuz ve anne-babasıyla geçireceğiz. Nasipse, gelecek haftanın yazısını da, gezinin çeşni ve bereketleriyle berâber buradan yazacağız.
İnşâllâh diyelim; fert, toplum, millet, ümmet ve de insanlık olarak daha güzel günlere erişmek dilek, arzu ve temennîsiyle; Peygâmberler diyârı Urfa ve Sahabeler diyârı Diyârbekir arası, -bizim için Nilüfer Diyârı- Siverek’ten sizlere içten sevgiler, saygılar wes’SELÂM…