Hep ölümler, ölümler… Nereye gitsek, nereden gelsek, karşımıza çıkıyor. Nitekim, geçen hafta söz konusu ettiğimiz Siverek-Urfa günleri dönüşü sonrası da hemen bizi köyümüzden bir cenâze haberi karşıladı. Yakın komşularımızdan Nihat PALA Ağabey vefat etmişti. Allâh rahmet eylesin. Cenâzesinde bulunduk. Fotoğrafını görünce silûeti gözümüzde canlandı ancak.
Neden derseniz, ilkokul çağlarına kadar komşuluk ve arkadaşlıklarımız söz konusu oldu. Sonrasında, 5-6 sene önce köye gelmiş, ama demekki biz görmemişiz. Onlar oldukça kalabalık bir âileydiler. 8 erkek, 2 kız; tam 10 çocuk. O zamanlar memlekette imkânlar böylesine gelişmiş değil. İlkokulu bitirenlerin İstanbul’a gitme, eğer anne-baba göndermezse kaçma modaları var. Mâlum o zamanlar; “İstanbul’un taşı-toprağı altın!” şeklinde söylemler revaçtaydı. Bu sözün büyüsüne kapılanlar İstanbul’da alıyordu soluğu. Bunun çok örnekleri var. Tutunanlar var, tutunamayanlar da.
Ancak, Câfer Amca’nın çocuklarının hepsi de tutundular. Kız-erkek hepsi de İstanbul’dalar bildiğim kadarıyla. Meselâ, kızlarından birinin bir Selânik göçmeni âilede gelin olduğu konuşuluyordu. Nereden nereye? Hayât işte böyle bir şey. Gurbet içinde gurbet. Dünyâ, zâten bir gurbet. Sılamız âhiret. Rabbimiz oraya boş dönenlerden eylemesin hiç birimizi inşâllâh… Âmin…
Ne diyorduk; yalnız Sefâ kardeş emekli oldu geldi, buralarda; kışın arada İstanbul’a gitse de. Bir ara bana, büyük ümitlerle köye dönüp yerleştiğini, ancak köyde kimse olmadığından vakit geçmediğini falan söylemişti. Bu da, diğer bir gerçek olarak hepimizin önünde duruyor. Nitekim bizler de, şurdaki köyümüze gittiğimizde aynı duyguları yaşıyoruz. Ama, bu böyle gitmeyecek. Zâten köylerimizin adı da mahalle oldu. Şehir de büyüyerek köye doğru yaklaşıyor. Şu anda bile kenar mahalle konumuna yaklaştı. Gelecekte, özellikle yakın yerleşimlerin yalnızlık problemi kalmayacağına inanıyoruz.
Her neyse; Cumartesi gün mevtâmızı defn’ettik. Rabbimiz taksirâtını afveylesin. Mekânı cennet olsun. Gurbet hayâtı ne de olsa sıkıntı. Hayat mücâdelesi kolay değil. İnşâllâh sıkıntıları, sabırları sevâba dönüşerek kurtuluşuna vesîle olur. Bu ümit hepimiz için geçerli. Rabbimiz hepimizin sonunu hayırlı eylesin. Âmin.
Cenâzede de konuşulduğu gibi, bizim yaşadığımız o eski köy günleri de çok güllük-gülistanlık değildi ama, yine de güzel komşuluklar, arkadaşlıklar, yardımlaşmalar, imecelerle berâber, bir arada coşkuyla yaşanan masal misâli günlerdi. 10 çocuk onlar, 7 biz, amcaları Hüseyin amcalar öyle. Âsımlar, Hatipler, Hekimoğulları, Karadanoğulları. Her tüten ocağın başında en az 7-8 çocuk. Yollar izler çocuk haykırışları, köpek havlamaları, yer yer çekişler, çocuklar arası hırlaşmalar, kavgalar; bir cümbüş gidiyor. Şimdi de ev daha çok, ama o nispette de insan az. Bu da, böyle bir devran işte.
Mâlum, bizim EYMÜR-NÂME diye bir manzûmemiz var köyümüzü anlatan. Orada daha baş kısımlarda, bize en yakın Sâlih ve Ferhat Amcaların eşlerini zikrettikten sonra Pala Câfer Amca ve Kardeşi Hüseyin Ustaları falan şöyle nazm’etmişiz:
Hûriye Yenge burda, Fikriye Yenge şurda
Şükriye Yenge’mizin eli dâim hamurda!
Analar durur mu hiç bunca nüfus olur da?
Sac üstlerinde glik bölebilecek miyim?
Tam on kardeş dizilmiş, arkasında imeci
İş-güç, feşellik derken, acıkmışlar çok feci
Odunlar yaş, yanmıyor; buğluyor acı acı
Sabırla beklemeyi bilebilecek miyim?
Nakkaş İssîn Amca’nın ballar vardı dilinde
Çekiç, keser, testere; hızar, şavul elinde
Yük taşırım diyenin kolan olur belinde!
Şu dünyânın kahrını çekebilecek miyim?
Levendoğlu Sâlih Amca, Paşaoğlu Câfer
Pala bıyıklarını burarlardı her sefer
Kâlpleri merhametli, civanmert iki nefer
Anıları ortaya dökebilecek miyim?
İstanbul’da Feriköy, ikinci Eymür olmuş
Herkes biribirini orda arayıp bulmuş
Köyün sevgisi artmış, sanmayın unutulmuş
Hasretini çayıma katabilecek miyim?
Tabiî, 10 kardeşten ilk giden 2.si olmuş oldu. Kardeşleri ve yeğenlerinin sürpriziyle 65 yaşını kutladıktan bir gün sonra, işyerinde, belki kimyasal madde kullanımlı ayakkabıcılık mesleğinin sonucu astım hastasıyken kâlp sektesiyle âniden vefat ediyor.
Kardeşlerin hepsi gelememişti. O kadar kardeşin bir araya gelmesi de zor. Bir tânesi zâten hastaymış. İsimlerini saymak gerekirse; Necat, Nihat, Sefâ, Âdil, Tuncay, Fedâkâr, Yıldıray, Göksel, İnci, Ülker. Rabbimiz geride kalanlara hayırlı, uzun ömürler versin. Onları babaları Câfer Amca ve anneleri Şükriye Yenge’yle berâber sonsuz mutluluklarda buluştursun inşâllâh.
“İstanbul’da Feriköy” dedik ya; Kâğıthâne Belediyesi bir araba tahsis etmişti. Âile, akrabalar, komşular, bir otobüs dolusu gelmişlerdi. Hepsiyle tekrar görüşme imkânımız oldu. Definden sonra okul binâsında tekrar bir duâ ve tâziye yapıldı. Aslında, Kültür Merkezi hâline getirilen okul binâsının bundan böyle tâziyeler için kullanılabileceği konuşuldu. Biz de, daha yeni Urfa’da gördüğümüz, câmi altlarında ya da civarda tahsis edilmiş böylesi özel Tâziye Evleri geleneğinden söz ederek bu görüşe katkı verdik.
Bu günlük te bu kadar. Tekrar görüşmek; hepsi bize dâir olan dünyevî, uhrevî gerçekleri paylaşmak ümîdiyle cümleye sevgiler, saygılar ves’selâm…