Bizim yaşlılarımızda, belki okuma yazma yok ama ne cevherler var. Hele bir dokun da gör. Eski türkülerden, manilerden, olaylardan, hikâyelerden. Aslında her biri uzun uzun konuşturulup, anlattıkları kaydedilmeğe değer. Geçmiş kültürümüzün renklerini günyüzüne çıkarmak adına yapılması gereken bir şey bu aslında. Kültür ve Edebiyata dâir kurum ve kuruluşlarıyla, bu sahayı kendisine seçmiş insanların böylesi görevlerinin de bulunuyor olacağını söylemeğe bile gerek yok. Ama bu noktada ihmâllerimizin çok olduğu açık. Her neyse.
Fatma anamız 90 küsur yaşında birkaç ay evvel rahmete kavuştu. Rabbimiz mekânını cennet eylesin. Altun Teyze 90’a doğru giderken yatağa bağlı yaşıyor. Konuşma, sohbet, dertleşme yerinde. Onda maniler var da, kendine, ya da dönemine has kimi deyimler de var.
“İş Allâh’ın dediğine varır; biz ne desek hikâye olur!”
“Baba kapısı meydan kapısı, el kapısı zindan kapısı!”
“Kız kapısı, kale kapısı!”
“Abrulun beşinde ekin ektik. Çok da güzel, cam gibi hava vardı. Sabah kalktık ki yarım metre kar yağmış! Bir teneke darı ekilmişti. Eyvah dedim, bu deneler hep çürür! Angırdoo Hüsnü Aga;
- Hiç korkma kızım dedi. Bu kar bereket. Bir hafta sonra gör sen!
- Sonra bir baktık, yeşil yeşil filiz verdi hepsi de…
Bu notlardan sonra, yıllar ötesinden akıp geldiği her hâlinden belli olan manilere geçebiliriz:
***
Armut dalda, dal yerde
Bülbül öter her yerde
Ötme bülbülüm ötme
Her birimiz bir yerde
*
Armut armut dişledim
Sapını gümüşledim
Sevdiğimin ismini
Gömleğime işledim
*
Dut ağacı dut verir
Yaprağını gıt verir
Oğlan küçük, kız büyük
Sarıldıkça tat verir
*
Dut ağacı dutludur
Dibi yeşil otludur
Kurban olduğum Allâh
Eloğlu ne tatlıdır!
FADİME ANA’DAN
Başındaki yazmayı
Çözer çözer bağlarsın
Konuştuğumuz yerde
Gelir-gider ağlarsın
**
Yaylanın düzünde
Atım yok ki yayılsa
Gel beri konuşalım
Kimsen yok ki darılsa
**
Gel gidelim dağlara
Dağlar olsun evimiz
Açtı yeşil yapraklar
Olsun kiremidimiz
ESKİLERDEN YENİLERE...
Yâr dedi bir söz açtı
O gün bugündür kaçtı
İstedi, ne istetti
Mevsimler geldi geçti
***
Sevgine diyecek yok
Lâkin, lâfa karın tok
Ne işin var, ne aşın
Daha çok beklersin, çok!
***
Çıt kırıldım, kırılır
Yâr keyfinden darılır
Lâf-söz bulamadıkça
Telefona sarılır!
***
Bak yine hep bir hoşsun
Gönlüm ne diye coşsun
Babanın hâli mâlum;
Sen de ayyaş berdoşsun!
***
Koyunu ne koçu ne
Ala düve, keçi ne
Hem savurgan, hem savruk
Yarın nasıl geçine?
***
Çiçeğin, ne gülün yok
Ateşin yok, külün yok
Neyine varayım ki
Bir tatlıcık dilin yok
***
Seninki kuru sevdâ
Değil hiç kara sevdâ
Ne, ne dediğin belli
Ne de istettin hâlâ!
***
Fındığın dışı kabuk
Konuşma abuk-sabuk
Kaçmak, göçmek ne demek
Ağzını topla çabuk
***
Perçemi ne saçı ne
Kurt mu düştü içine
Dalları kırıyorsun
Ocakların suçu ne?
***
Niye ki darlanırsın
Şakaya mı alırsın
Hadi istet öyleyse
Deyince kıvranırsın
***
Yârimin dili tatlı
Cümleleri kanatlı
Havalarda uçuyor
O göklerde, ben atlı!
***
Hele bak sen oğlana
Dönüyor yana yana
Kördüğüm mü oldu ne
Hep dolana dolana!
***
Kaya boğazı derler
Mevsimin yazı derler
Senin gibi yâr bulmuş
Nedir bu nazı derler?
***
Ulubeyde kestâne
Kestâne tâne tâne
Sevdâlara düşenler
Bakışırlar mestâne
***
Duman çıkarmış bunca
Kâlbe ateş vurunca
Nasıl yanmayayım ki
Gözler kömür olunca!
***
Fındık dedi yıl döndü
Gayrı ümidim söndü
Güz geldi kış kapıda
Ne haber ne görüntü