"Hanımcım; sen gideli başım rahat gibi ama huzurum yok. Mutlu değilim. Hayat anlamsızlaştı. Günlerin bereketi yok. Her şeyin düzeni kaçtı. Susuz kalan çiçek gibi solgunlaştı. Saatler şaştı, odalar karıştı, kitaplar mahzun, gazeteler nispeten memnun. Ev seni ilk günden aramaya başladı ves'selam...
Her neyse, sen sadece burası için değil tüm sevdiklerin için önemlisin. Özellikle biricik torunumuz Nilüfer için. Senin her söz, hareket ve örnekliğine ekmek su kadar muhtaç. Anne-babası da tabii. İnşallah, bu Urfa dönemi, onlara ve bizlere İbrahim, Hacer, İsmail kimliği ve İbrahimî bir şuur kazanma ve o niyette yaşama seyri ilham edecektir. Urfa gibi kitabii bir şehirde yaşayıp ta bunu lütuf bilerek fırsata çevirmemek en azından nasipsizlik olur. Onlardan şahsen derinlemesine bir İbrahim, Kabe kültürü edinmelerini bekliyorum bu vesile ile. Gelen misafire anlatan bir rehberden öte, mamazda okunan salli-barik duâları ne anlama geliyor, oradaki İbrahim vurgusunun hikmet ve derinliği, boyutu, mesajı ne?
Hem, daha nicesi var ama meselâ Said-i Nursî ilk akla gelenlerden. Dolayısıyla, Urfa anlatmakla bitmez. İşin en güzel ve hep hatırda tutulması gereken tarafı, bağrında İbrahim Halil’i barındıran, bir çok peygamber, velî, ilim adamı ve edebiyatçıları bağrında barındıran bu şehir bizim ülkemizin bir parçası. Biz böyle, hem madden, hem mânen bereketli topraklarda oturuyoruz. Bu Rabbimizin bir lütfu. Yüce Mevlâ inşâllâh öbür dünyâda da yakınlık ve komşuluklarını nasîp eylesin. Âmin."
Değerli okurlar. Bir de aklımıza hemen, büyük peygâmber âşığı Şâir Nâbi geliyor Urfa deyince. Hacc mevsiminin de tevâfukuyla berâber onun hikâyesini de paylaşalım bu vesîleyle:
ŞÂİR NÂBÎ'DEN Hz. NEBÎ'YE...
“1641 senesinde Şanlıurfa’da, Yusuf Nâbî isminde bir çocuk dünyaya gelir. Büyüdükçe hikemî şiirler yazmaya başlar. Peygamber âşığı olarak büyüyen bu güzel insan 1678 tarihinde, o zamanın devlet ricaliyle birlikte Hacc vazîfesini îfâ için yollara düşer. Nâbî çok heyecanlıdır. Zira peygamber âşığı olan bir şair için Medine onulmaz bir mutluluktur. Lakin yol çok uzun ve de çöl şartları sıcak ve yorucudur.
Yoldaki molalardan birinde, istirahat esnâsında Yusuf Nâbî’nin dikkatini birinin tavrı çeker. Bu adam bir paşadır ve ayaklarını Medine’ye, Efendimizin (a.s.v.) mübarek istirahatgâhına doğru uzatarak yatmaktadır. Nâbî’yi derin bir elem sarar. O anda kalbine iltica eden ilham ile şu naatı okur:
SAKIN TERK-İ EDEP'TEN!...
Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-i Hudâ’dır bu;
Nazargâh-ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafâ’dır bu.
(Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhı ve O’nun sevgili peygamberi Hazret-i Muhammed Mustafâ’nın makâmı ve beldesi olan bu yerde edebe riâyetsizlikten sakın!..)
…..
Murâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha,
Metâf-ı kudsiyândır, bûsegâh-ı enbiyâdır bu.
(Ey Nâbî, bu dergâha edep kâidelerine uyarak gir! Burası, meleklerin etrafında pervâne olduğu ve peygamberlerin (eşiğini) öptüğü mübârek bir makamdır.)
Paşa, saygısızlığını ikaz eden bu şiir karşısında utanır. Hemen toparlanarak Nâbî’ye döner ve der ki:
- Bu şiiri ne zaman yazdın?
- Az önce yazdım.
- Peki bu şiiri başkalarına okudun mu?
- Hayır. Sizden başka da duyan olmadı.
Paşa bunun üzerine bu mevzunun aralarında bir sır olarak kalmasını rica eder. Ardından kafile yol çıkar. Bir sabah ezanı vaktinde Medine’ye ulaşırlar. Şehre edeple girerler. Lakin ezandan önce müezzinlerin dudaklarından dökülen cümlelere şaşırır kalırlar. Medine’de tüm Müezzinler ezandan önce Nâbî’nin paşaya okuduğu naatı okumaktadırlar. Hemen mescide varırlar. Sabah namazının ardından müezzinin yanına giderler. Nâbî müezzine sorar:
- Ezandan önce bir naat okudunuz. Bu naatı nerden öğrendiniz?
- Söyleyemem. Sır.
- Fakat az önce okuduğunuz naat bana ait.
- Senin ismin Nâbî mi?
- Evet.
- Öyleyse dinle. Bu gece Allah Rasulü (a.s.v.) rüyamızda bize: “Ümmetimden Nâbî isimli bir şair beni ziyarete geliyor. Bu zat, bana karşı son derece büyük bir sevgi ile doludur. Bu âşkını ifade için şöyle bir naat yazmıştır. Siz, bu naatı bu sabah minarelerden onun buraya beni ziyarete gelişi şerefine okuyun.”
Nâbî’nin gözleri dolu doludur. Boynu neredeyse iki büklüm olmaktan yere değer. Sevincini anlatacak tarif bulamaz. Nâbî’nin dudaklarından şu sözler dökülür:
- Demek ki Peygamber Efendimiz (a.s.v.) bana “Ümmetim!” dedi. Demek ki iki cihan güneşi beni ümmetliğe kabul etti. Elhamdülillah.”
"3 yıl Siverek günlerinden sonra, Urfa merkez imkânlarıyla berâber bütün bu bilgileri hatırlamak ve derinleştirmek, güncelleyip hayatımıza aks ettirmek fırsatı ganimete çevirmek olacaktır.
Ne mutlu onlara ve bize ki, özellikle Nilücük ilerde tüm bu İbrâhim Halil diyârı günleriyle gurur duyacak. Ve bu duygular herkesin dünyasına da ahiretine de müspet şeyler katacak inşallah. Bu da sonuçların en güzeli. Tekrar; hayırlı olsun. Bu duygu ve düşüncelerle cümleye selam…"
GÜZEL ÜLKE, MUTLU NETÎCE...
Değerli okurlar, çocuklarımızın Urfa’ya taşınması bağlamında yaşadığımız duygu ve düşünceleri sizlerle paylaşırken, bize böyle güzel bir ülkede yaşamayı nasip ettiği için Yüce Mevlâ’ya sonsuz şükürler ediyor, O’na ve mensubu olduğumuz millete lâyık olma çabasında cümlemizi muvaffak kılmasını, herkese mutlu yuvalar, hayırlı evlatlar, onur duyulacak, göğsümüzü kabartacak nesiller lutf’eylemesini niyâzla berâber, cümleye içten sevgiler, saygılar sunuyoruz ves’selâm…